Bir bebek hayal edin,acıktığında ağlayan,doyurulduğunda gülen,okşandığında huzurla uyuyan..Hayattan bütün beklentileri bu kadardır. Fizyolojik ihtiyaçlar, sevgi ve güven. Bu üçünü karşıladığınızda her şey yolundadır. Biri eksik kaldığında huysuzlaşır bebek,ağlar ağlar ağlar…Tek tepkisidir çünkü hayata karşı gözyaşları.
Bir hayvan düşünün, aç!.Çalılıkların arasından sessizce süzülür avına doğru,uygun anda hoppp kovalar kovalar yakalayana kadar.Ve parçalamaya başlar.Tek derdi odaklanmak,hedefe ulaşmak için saldırmak ve yemektir. Engellenirse saldırganlığı artar, avını dişlerinden almaya kalk dünyayı yıkar, Tek bildiğidir çünkü hayata karşı saldırgan içgüdüleri…
İnsan kişiliği İd, Ego ve Süper Ego denilen 3 kısma ayrılmış. İd dediğimiz, bebekte ve hayvanda olan şey. Yani yaradılışından gelen, içgüdüsel olan, yani karakterimizin, biz olmamızın gerek şartı. Burada derin bir haz alma ve saldırganlık güdüsü hakim.
İd her ne olursa olsun ihtiyaçların tatmin edilmesi ve haz almaya kurgulu, bunu yapamadığı anda saldırganlaşma eğiliminde. Bir bebek doğduğunda İd’iyle birlikte doğar. Bu onun emmesi, bu onun ağlaması demektir. Bu onun sevildiğinde huzur, güvensiz ortamda huzursuz olması demektir. İD ŞEKİL OLARAK BİR BEBEKTİR YANİ. Hep öyle kalır. Onu eğitmek, anlatmak, değiştirmek mümkün değildir. O hep ister alamazsa ağlar.
Bu alt ana katmanın üzerine bebek büyüdükçe süper ego denilen bir katman eklenir. Artık yürümeye başlayan bebeğe birileri “Dur yapma!,düşersin gitme, bu tabak bitecek, Hayır yapamazsın…” demeye başlar.Hatta ödül ve cezalarla pekiştirilir bu davranışlar. Yaramazlık yaparsan ceza, tabağın yarım kalırsa ceza, uslu çocuk olursa aferin, o okulu kazanırsan araba,o kızla asla evlenemezsin seni reddederim!,Hayır tabii ki bahçede top oynayamazsın dersini çalış,onu olma bunu ol ,yoksa toplumda saygın bir işin olmaz…..İd’iyle mutlu mesut yaşayan bebek bir anda bir toplumun, bir ailenin parçası olduğunu görür ve yoğun bir dış kontrole boğulur.İçeriden gelen ses dışarıdan gelen sesle baş edemez, Çatışma başlar derinlerde…BEN KİMİM, NE OLMAK İSTİYORUM….Binlerce soru hazır bekler bir hayat boyu cevaplanmayı
İş İd ve süper egoya kalsa vay bu insanoğlunun haline, İki deli uç sürekli savaş halindeyken ve hep ben derken bir akıllının çıkıp ara bulması gerekir ya işte o akıllıya EGO diyoruz kendi aramızda. Gerçekten akıllı. Diyor ki Süper egoya “hopp tamam sakin gel, anladım ben seni, tamam bu ailenin bu toplumun içinde yaşıyorum ve bununda kuralları var. Ve haklısın bu kurallara uyarsam sevilen, takdir gören, onaylanan olurum, uymazsam mahalle baskısından hükümet baskısına kadar bir dizi kasedim yayınlanır. Ama az bir müsaade et, bu gemide üç kişiyiz. ben İd’le nasıl konuşulur biliyorum, bırak ben halledeyim…”
Sonra İd’in karşısına geçer. “Tamam, seni çok iyi anlıyorum, tek istediğin safça haz almak, özgür olmak, iyi zaman geçirmek, Bunu yaparken kuraldan, bunu yaparken yasak-günah-ayıptan bunu yaparken alkıştan hoşlanmıyorsun. Sadece haz almak, alamayınca saldırmak var içinde. Ama hayatta böyle geçmez ki canımmm. Bak seni sevenler, senin iyi olmanı isteyenler, bak düşmanların, seni korkutanlar… Biraz politik olamaz mısın yahu. Tamam sen gene bildiğini oku ama onların dediklerini de en azından yapıyormuş gibi yap, hadi benim canım,
O tabak bitecek cek cek ,o tabak o tabak…..
İşte bu akıllı Ego’ya “kişilik”imiz diyoruz. Bizim davranış özelliklerimizi sergileyen, bizi biz olarak algıladığımız düşünce katmanı.
Ortada olmak hep zordur. Bir yatak da üç kişi yattıysanız anlarsınız, sağa döndüğünüzde biri sola döndüğünüzde diğerinin nefesini hissedersiniz ve bunalırsınız. Hep bir taraf ayağını üzerinize uzatır sizin alanınızı çalar çıldırırsınız.- Küçükken kuzenler doluşur yatardık ve sıra illaki birimize gelirdi ortada yatmak için.-
Muhafazakâr, statükocu aile ve toplumda yetişmiş bebeklerin süper egoları İd’i bastırmaya o kadar odaklıdır ki, Ego bile baş edemez bu durumla ve bir süre sonra İnandığı gibi yaşayan değil, yaşadığı gibi inanan insan haline dönüşür. Süper ego kanalıyla zihnine üşüşen düşüncelerin kendi düşünceleri olduğunu kabullendiği anda içerde şu konuşmalar geçer “ben beceriksizim, başarısızım, bütün kötü şeyler beni bulur, annem demişti zaten senden adam olmaz diye, eşcinsel olduğumu söylersem beni reddederler, ailemden ayrı yaşamak istiyorum ama babam asla izin vermez. Erkek arkadaşım elime değse namus meselesi olur…..
Oyy oyy neler yapıyoruz bu çocuklara!
İçerde kıyametler koparken dışarıda mutlu, uyumlu, kabul gören insanlar olmaya çalışırız. İd ne yapar bu arada. Bu kadar bastırılmışlığa dayanamaz tabiî ki, e ne de olsa ihtiyacı giderilmediğinde ağlar, saldırganlaşır, tek bildiğidir çünkü. O zaman iş gene Ego ya düşer. İd’i kandırmak- ya da ikna etmek diyelim kibar olsun- zorundadır ki iç denge oluşsun.
O zaman zihin tarlasına tohumlar ekmeye başlar-çocukluktan itibaren farkında olmadan ekilir bu tohumlar-Dışarıdan bize gelen yaptırımların haklılığına,iyi-doğru ve güzelin sahip olunması gereken en önemli şey olduğuna….bir sürü dış etken düzmecesine inanmaya programlanır zihin.Kendini etiketler.
O tarlaya ekilen baskıcı bir tohum bize başarısız olduğumuzu, yetersiz olduğumuzu söyler, Bir sürü anlamsız korku tohumu atılmıştır ki o dış ses bizi kontrol etmeyi sürdürebilsin.
Taktik şu yani KORKUT, SİNDİR VE KONTROLÜN ALTINA AL, İSTEDİĞİN GİBİ DÜŞÜNSÜN, YAŞASIN…
İşte, buraya kadar içeride bastırılan, görmezden gelinen, başka yönlere kanalize edilen, özdeşleştirilen yüzlerce duygu, korku etiketiyle gölgemiz olur. Onlarla baş edemeyiz, Ederiz de etmek için önce Süper egoyu kontrol altına almak lazım. Darbe yapmak desem Kendi Ergenekonumu kurmaktan Süper Ego beni hemen içeri atar. Demiyorum, ama en azından Süper Egonun bana, benimle ilgili söylediği her şeyin, kendimle ilgili hissettirdiği her şeyin, aslında bir zihin kurmacası olduğunu ve gerçek ben olmadığımı anlamam lazım.
Ve istersem zihnimde, bilinçaltıma ekilmiş o olumsuzluk tohumlarını yok etme gücünün damarlarımdaki asil kanda olduğunu bilmem lazım.
O halde Mutlu, huzurlu, özgür düşünebilen bir Ego ya sahip olmak, İd ve Süper Ego arasında demokrasiyi yaşatmakla olur diyebilir miyiz sizce?.
İyi kötüyle, güzel çirkinle, başarı başarısızlıkla, adalet adaletsizlikle, doğru yanlışla bir arada olursa ancak önemi anlaşılır. Her ikisinin dengede olması bizi ileriye götüren mutlu eden yani istenilendir. Korkular her ne amaçla zihnimize serpiştirilmiş olurlarsa olsunlar sonucu mutsuz, özgüvensiz, güdülen insanlar yaratır.
Hadi, çağıralım içimizdeki, sinmiş-korkmuş o siyah kuğuları. Berrak, özgür bir zihin verelim yüzmeleri için. Parlak kapkara tüylerini okşayalım. Bırakalım o narin boynunu güvenle soksun kanatlarının arasına, gözümüzün önünde uyusun huzurla.
|