Dalgaları bol deniz gibidir şöhret.
Ayaklarının yere bastığını düşündüğün anla, şöhret denen o dev dalganın seni metrelerce yukarıya havalandırması bir anlıktır. Sen daha ne olup bittiğini anlayamadan sertçe seni dibe vurur. Bir kere girdiysen o denize ne zaman yukarıda ne zaman aşağıda olacağını bilemezsin artık. Kontrol senden gitmiştir. Sen bunu fark ettiğinde ise iş işten geçmiştir.
Çok zor olmalı insanın hayatının kontrolünü kaybettiğini fark etmesi. Normal hayat, normal insan dediğimiz bizlerin dünyasında da olabilen kusurlar, hatalar, pişmanlıklar o dünya da öyle sert izler bırakarak geçer ki, öyle bedeller ödetir ki insana… Öğrenirler sonunda, ama dedim ya geçmiş ola…
“Urfa da Oxford vardı da ben mi okumadım” diyen Adam.
Başkalarının camını silerken, nerdeyse bütün Türkiye’nin dilindeki güzel şarkıların söz yazarı olabilmeyi başarabilmiş bir Kadın.
Adam, kadını ezmeye çalışır milyonların önünde. Bir yönüyle devleşirler bizlerin gözünde ama insanca hataları, pişmanlıkları bırakmaz peşlerini. Önce kendileri ezer birbirlerini.
“ Bir katilden popstar mı olur, onun kendini temizleme yeri bu sahne olamaz” diyen biri. Tam da o sahnenin ortasında olduğu için bütün spotlar üzerine çevrilir. Aslında sadece kendisini ilgilendirecek o hatası yüzünden yerden yere vurulur acımasızca. Böyledir şöhret olmak… Onlar yukarıdayken aşağıdakileri ezer geçerler ama aşağı indiklerinde yine ilk tekmeyi de aşağıdakilerden yerler. Böyle bir körler savaşı yani, kim kime vuruyor belli değil.
Bu ülkenin gündemini magazinin ve siyaset belirler. Onlar özetler insan hayatını.
Siyaset de aynen böyledir. Suyun ne zaman altında ne zaman üstünde olacağını bilemezsin.
Bunun kontrollünün kendi elinde olmadığını da fark edemezsin üstelik. Yukarıdayken orda olan diğerlerini aşağı atmaya uğraşır. Aşağıdayken yukarıdakilerin ayağından tutup çekeler. Birbirinin üzerine basıp yükselmeye çalışıp durur insanlar.
Böyledir şöhret olmak da, siyaset yapmak da. Çünkü o denize girmeyi göze almışsındır. Başka şansın yoktur artık. Seni çekelemesinler diye sen çekelersin başkalarını.
O yüzden sevmem ben dalgalı denizi… Ayaklarımın yere bastığı sakin koylarda yüzerim. Kuş seslerini dinlerim. Dağları, ormanları seyrederim huzurla. Kontrol bendedir bilirim orada.
Derseniz ki “iyi de o dalgalı denize girmeyi göze almazsan okyanusları aşma şansın hiç olmaz diye.” Olsun, derim. Ben daha o dalgalarla boğuşurken yorulup, nasıl açılırım okyanuslara….Ben böyle mutluyum kendi küçük koy’um da.
Ama ille okyanus dadır gözüm derseniz önce dalgalı denizde yüzmeyi, öğrenmenizi tavsiye ederim. Kendinizi açık sulara atana kadar durmayın, bakmayın sağınıza solunuza, suyun altındakilere ya da üstündekilere. Siz karşıya bakın, sonsuz ufka bakın. İşte kurtuluşumuz orada. Bunun için yorulun, ama ancak açıklara ulaştığınızda sırt üstü yatıp bulutları seyredin, sessizliğin sesini dinleyin. Kafanız daha berrak. Kendinizi daha güçlü hissedeceksiniz. Kaos, Karmaşa, çakıl- kum yerini sonsuz güce ve doğayla bütünleşmenin zevkine bırakacak. İşte o zaman Unutulmaz olacaksınız…
Dev dalgalı deniz gibidir, şöhret ve siyaset. Onu hafife alanları affetmez, iyi yüzücü değilseniz girmeyeceksiniz. Girecekseniz ya hakkını verecek ya da üzülmeyeceksiniz. Ondan sonra hadi geçmiş ola...
|