Dalından kopan her yaprak kendi sonuna yolculuk yapar. Kimi kuytularda emniyete alır kendini. Kimi akan suya bırakır. Su taşır, o yaşar önüne geleni. Kimi rüzgâra bırakır kendini. Rüzgârın onu okşamasına, kulağına şarkılar söylemesine izin verir. Onu bilinmezlere taşımasına, kontrolü ele almasına izin verir.
Rüzgârın kontrolsüz uçuşan çocuksu ruhunu okşadığında, dizlerindeki sakinliği sever. Rüzgârda bulur kendini, bütün olduklarını düşünür. Bütün çıplaklığıyla ona sarılmak, o olmak ister. Onunla keşfetmek, öğrenmek, yaşamak ister.
Başlangıçta zevkli gelir ama sonra hayatının kontrolünü rüzgârın elinde olduğunu anlayınca, geç kaldığı hayatını ele geçirmek istediğinde ne kadar çok şeyini yitirdiğini görür. Gidecek yeri olmadığını. Aslında kuytuda kalmak da suda akmak da istemediğini.
Rüzgârın ılık nefesini hissetmek ister. Oysa öyle değildir artık. Yırtarcasına geçer, çizer, kanatır, güçlüdür. Belki de değildir aslında. Rüzgâr da öyle alışmıştır ki kollarında ki özgür ruhlu, tembel ama itaatkâr, mutlu anlar yaşatan, onu pohpohlayan, güçlü hissettiren, bir şeye sahip olmanın hazzını yaşatan yaprağa.
Küçük olduğu kadar büyüktür de aslında hayatında kapladığı yer.
Bazen oda yorulduğunda böyle esmekten dinlenmek ister, yaprağa sarılmak, uyumak. Oda incinir aslında, kanatırken, kanar. Vahşiliği korumak içindir kendini. Umursamazlığı korktuğu içindir terk edilmekten. Bir sabah yalnızlığa uyanmaktan korktuğu içindir. Artık yaprağa yetemediğini düşünüp üzülür, üzüntü acıya, acı öfkeye dönüşür. Kendi acıdığı kadar acıtmak ister.
İşte ondan öyle deli eser ya rüzgâr. Küçücük yaprağa aşkıdır onu çıldırtan.
Özler eski günleri, kollarındaki sıcak dokunuşu, öpüşü.
Yanlarından geçerken başka yapraklar, onun yaprağının gizli telaşı güldürür onu. O bir anlık kıskançlığı- ki kabullenmez asla yaprak bunu- görünce gözlerinde keyifle döner gökyüzünde, yukarı en yukarı çıkar. Oysa bilse yaprak ne kadar tapıldığını, geçen yapraklara umursamazca bakacaktır.
Yaprak açtır. Sonsuz açlık içinde sevgi bekler. Hep daha fazla, daha coşkulu, daha tutkulu…
Bir gün fark eder ki saçları okşanmıyor, gözleri daha az buluşuyor yeşilin en derininde. Yoruldu mu acaba rüzgâr? Küçük yaprağı taşımaktan, aynı coşkuyla sarılmıyor, sevişmiyor, dönmüyor çılgınca vals yapmıyor gökyüzünde artık.
Artık yaprak hayat veren, mutlu eden değil acı verendir. İstenmeyendir. Değildir belki ama öyle hissettirilendir.
Susmak ister artık, kendini anlatmak istemeyecek kadar yorgun, anlaşılmadığını düşünerek kırgın, umutsuzdur artık geleceğinden, kendinden.
Tek bildiği o olmadan yaşamak istemediğidir. Öyle iç içe geçmiştir ki hayatları, benlikleri, fark etmezler kendilerini kaybettiklerini bu tutkulu yolculukta. “Ben” olmayı başaramayan aşklar, “biz” olmayı da başaramaz böylece zamanın içinde. Tüketmek bu olsa gerek bu kadar severken, Ne yaprak eski yapraktır artık. Maceracı, sevgi-tutku dolu, hayatı ve kendini keşfetmek isteyen. Meraklı. arzulu…
Ne Rüzgâr, rüzgârdır artık. Güçlü, mağrur, umursamaz, serseri, tutkulu-şehvetli…
Öyle karışmışlar ki birbirlerine…….Ne ayrılmak mümkün ne eski ahenkli yolculukları.
Rüzgâr susar, vazgeçer esmekten, yaprak düşer kollarından, önce bir kuytuya sonra akan suya karışır gözleri yaşlı, ardına bakmadan bırakır kendini sulara...
Rüzgâr mı? . Onu gören yok bir daha.
|