Baharlar, içimizdeki çocukları özgür bırakma zamanımızdır.
Gökyüzünde upuzun kuyruklu, rengârenk iki uçurtma salınıyor. Başımı dışarı çevirmemle güneşin altında parıldayan dev kelebekleri görüyorum. İçim neşeyle doluyor biranda. Yaz gelmiş, çocuklar parklara inmiş, rengârenk uçurtmalar arzı endam ediyor gökyüzünde.
Diyorum…
Diyorum ama yanılıyorum.Uçurtmanın ipini gözümle takip ettiğimde o ipi tutan yumuk eller hayal ederken şaşırıyorum..Bunlar benim komşularım, işyeri sahibi koca koca adamlar.Ama nasıl mutlular. Çocukluklarından çalmışlar bu birkaç saati belli. Takılıyor, kızdırıyorlar birbirlerini en iyi benimki uçuyor diye.
Dönen çeklerini kuyruk yapmışlar, vergi borçlarını gövdeye yapıştırmışlar, üzerine de gülen surat çizmişler. Tuttukları takımların renkleriyle süslemeyi unutmamışlar. Umutlarını uçuruyorlar. İpine sıkı sıkı sarılıyorlar geleceklerinin. Doğru rüzgârı yakaladık mı inmez yere diyorlar. Ama yakalayamıyorlar bir türlü. Bir aşağıda bir yukarıda uçurtma. Sanki UÇUR + MA diyor inatla.
Oy kullanmaya gittiğim okulun bahçesinde, 4 yaşındaki oğlumla sek sek oynarken buldum kendimi. Etrafta, ciddi, telaşlı koşturan, stresli insanlara inat çok eğlendik anne oğul.
Bir otele giriyorum, Bildiğim gördüğüm otellere benzemiyor. Duvarlar boydan boya yazı tahtası gibi. Hatta bildiğimiz sokak duvarları gibi. Binlerce yazı, resim, şiir yazılı. Önce diyorum ki yeraltına doğru 4. katta eğitim salonu olan bir otel için müthiş bir düşünce. Güneş yok, manzara yok. Uzun saatler süren sıkıcı toplantılar yapılıyor bu katta. Çay aralarında da insanların stres atması için düşünülmüş herhalde diyorum. Sonradan görüyorum ki otelin her yanı böyle. Yine o toprak altı katta, dinlenme salonlarına rengârenk minderli rahat sandalyeler konmuş. Bir köşeye sahillerde göremeye alıştığımız palmiye şeklinde hasır güneş şemsiyesi ve altında bar şeklinde bir masa ve yüksek tabureler. Hani Antalya ya eğitime gönderilen ama eğitim yüzünden güneşi, denizi göremeden giden zavallı çalışanlara hoş bir gönderme var sanki. Güneş görmeyen, toprak altı kat da hasır şemsiyenin altında toplanıyorlar ders aralarında.
Antalya’da şehir içi otellerden The Marmara otelde birkaç gün süren eğitim seminerlerinden birindeydim geçen hafta.
Oteli dolaştıkça keyfim artıyor. Her köşede çok ilginç detaylar gülümsetiyor insanı. Yemek salonunun orta yerine yine sahra çöllerindeki film karelerinden çıkma bir kral yatağı, etrafı tüllerle çevrilmiş duruyor. Yine aynı salonun hemen girişine yüksek tavandan kancalarla asılmış kalın iplerin ucunda sandalye salıncak var. Hani eskiden, beyaz, oyma kenarlı, kadife döşemeli, kol dayama yerleri olan sandalyeler vardı ya evlerimizde, işte o sandalyelerin bacakları çıkartılmış. Tavandan gelen kancalı ipe bağlanmış ve evet bildiniz salıncak olmuş. Binip son hız sallansanız geri geldiğinizde giriş kapısından, öne gittiğinizde koca salonu bir uçtan diğerine rahatça geçebileceğiniz uzunlukta bir ip bu.
O kadar eğlendim ki. Bu otelin sahibimi yoksa işleteni mi bu yaratıcılığın sahibi bilmiyorum. Ama içindeki çocuğu öldürmemiş bu çılgın adam ya da kadın la biran önce tanışmak istiyorum.
Tamam, düşünce çok yaratıcı ama bunu uygulamak da bir o kadar cesaret istiyor. Düşünün ki siz bu ülkenin en kurumsal firmalarından birinin çalışanı, acentesisiniz. Aynı grubu temsil ettiğiniz ve tanımadığınız ve de son derece resmi olduğunuz yüzlerce kişiyle orada çok ciddi bir seminerdesiniz.
Ama dışarıda güneş, ama dışarıda müthiş bir Antalya baharı.
Deniz pırıl pırıl parlıyor. Kanınız kaynıyor, beyniniz uğulduyor, Her şey olması gerektiği kadar ciddi ve sıkıcı. Ve fakat mekân zorla ayartan, baştan çıkartan bir fettan .
Gözlemliyorum insanları. Bendeki, annesinin elinden kurtulup bir koşu salıncağa binmek isteyen çocuk ışıltısı var gözlerinde. Kimi benim gibi dayanamıyor biniyor ama çok hızlı sallanmaya utanıyor yinede. Kimi o yumuşacık minder yatağa atlamak istiyor tüllerin içinden.
Duvarlara yazmaya bile çekiniyoruz, kıkırdıyoruz.
Seviyorum ben içindeki çocuğu zaman zaman da olsa serbest bırakan, “hadi oyna da gel” diyen insanları. Büyüdükçe bunu yapmanın ne kadar zor olduğu düşünülürse yapabilenlerin cesaretlerine de aldığı keyfin tadına da doyum olmadığını söylemek lazım.
Doğrusu, hayattan zevk almak için çocuk kalmayı başarmak lazım.
Hele bu kanımızı kaynatan baharlar var ya baharlar, bize uçurtma uçurtan, ip atlatan…
İşte o baharlarda çocuklar gibi özgür olmak lazım.
Bir kerecik bile olsa denemek lazım.
|