Ne yaparsak yapalım, nereye gidersek gidelim kurban bayramımız hüzünlü geçiyor. Kan akıtmanın yarattığı üzüntünün üzerine bir de kaybettiklerimizin hüznü eklendi bu bayramda…
Bir yanımız eksik. Hayatımızda oluşan kocaman bir boşluk var. Gülerken bile içimiz üzüntü yaşıyor. Sen de bunun farkındasın ama belli etmiyor gibisin. Bu yazıyı ileride, bu günleri anımsaman için yazıyorum sana. Unutulmaması gereken; hep beraber yaşadığımız onlarsız geçen, ilk bayramımızda yaşadığımız duygular bunlar…
Babaannen ve deden öleli iki ay oldu. Bu bayram senin el öpeceğin ne deden ne de babaannen var artık. Sen deden ve babaannenin yanında büyüyordun. Aynı apartmanda alt- üst oturmak bile iç içe yaşamaya engel değildi. Günün her anı onlarla beraberdin. İnsan ilişkilerinin belirsiz, kırılgan ve değişken olduğu günümüzde biz çok şanslıydık aslında. Birbirimizi çok iyi anlıyor; saygı ve sevgi duyuyorduk. Yaşlı olmaları nedeniyle her an her şey olması mümkündür düşüncesinin hâkim oluşu; yaşamlarının son anına kadar yaşanan her şeyin bilinçli bir şekilde gelişmesi bizlerin elindeydi. Bizim hoşgörü, saygı ve sevgi çerçevesinde bir samimiyetimiz vardı. Hem deden hem babaannen mert, güvenilir, temiz bir vicdanı olan kadirşinas insanlardı.
Çok değerliydiler baban için. Onlar ölümlü mutluluğu son anına kadar seninle yaşadılar. Varlığın onlar için yüce bir güçtü. Sana ve bize çok değer veriyorlardı. Seni görmedikleri zaman “hasta mı oldu, neden aşağı inmedi?” diye üzülürlerdi. Sana o kadar çok düşkünlerdi ki; deden hemen hemen her ay sana emekli maaşından altın alırdı. Ben karşı çıkıyordum ama o bundan büyük bir keyif alıyordu. “Sen karışma” derdi hep. Seni alıştırmıştı. Elini cebine sokturur; parasını almanı isterdi. Parasını sana harcamayı o kadar çok severdi ki ; “yapma baba fena alıştırıyorsun, parayı o yaşında öğrenmesin dediğimde her defasında “Başak, bana seksen yaşında torun sevme tadını yaşatıyor her şey ona feda olsun!” diyordu. Hiçbir şeyi senden esirgemedi. Fazla, gereğinden fazla sana harcadı… Hem babaannen hem de deden senin büyüdüğünü göremeyeceklerini söyleyerek üzüntülerini dile getiriyordu. Babaannen kolunu bileziklerle doldurmak istiyordu. Ben engel oldum. “Küçük çocuk, daha üç buçuk yaşında, o kadar altın ona yakışık olmaz anne” ” yapmayın etmeyin” dememe rağmen senin o küçük bileğine dört tane bilezik almalarını engelleyemedim kızım. Bir de “en kalınından alın,” demesi vardı ya babaannenin gülmüştük o haline. “Bizden ona hatıra, büyüyünce bizi onlarla hatırlasın” diyorlardı hep. Şimdi onlara bakınca gözlerim doluyor. Kızım sen anımsamazsın ama babaannen ölmeden iki ay kadar önce kendi taktığı kordonunu boynundan çıkarıp senin boynuna takmıştı. “Anne olmaz o” dediğimde karşı çıkmıştı. Geri gönderdiğimde tekrar sana gönderdiler. O altına dokunmak bana zor geldi. Babaannenin tüm anıları üzerindeydi sanki. İnşallah büyüdüğünde değerini bilirsin umarım. Her zaman onları anımsar, mezar ziyaretlerine gidersin. Onların ne kadar kıymetli olduklarını da unutmazsın. Onlar bizim için her zaman çok değerli büyüklerimiz olarak kalmalıdır.
Babaannenin sesi çok güzeldi. Bir şeye kızdığı zaman şarkı söylerdi. Ta hasta olana kadar. Senin sesin de ona benziyor. Hatta seni ona benzetiyoruz. Büyüyünce değişir misin bilmem. İnşallah değişmezsin, babaannen gibi güzel bir kadın olursun.
Seni ne kadar çok sevdiklerini, seninle yaşamlarının uzadığını her defasında söylediklerini, iyi bir okulda okuyarak onların arzu ettikleri meslekte olman, sana bir vasiyettir kızım.. İnşallah Allah’ın izniyle bu vasiyetlerini yerine getirirsin…
Ramazan bayramında ellerini öpmüştün. Seni ödüllendirmişlerdi. Ama bu bayram öpülecek el yok artık. Sırtını dayayacağın, elini cebine sokup paralarını alacağın deden yok. Alt katta ev bomboş. Giremiyoruz. Bir devir kapandı kızım. Bir dönem bitti orada.
Evdeki eşyaları dağıtamadık hala. Çok zor bir durum bu… Anılarla, hatıralarla dopdolu bir ev… Babaannen o evde hastalığı nedeniyle çok gözyaşı döktü, kendisini çok yalnız hissetti. En iyi arkadaşı sendin inan. Çok hayallerle yaşadı. Evin her karışında onun gördüğü halüsinasyonların izi var şimdi. Korkuları, kaygıları var kızım. Dolayısıyla senin Alzheimer alanında çalışma yapmanı çok isterim. Babaannenin hastalığı bu idi. Demans hastası ve tıbben tedavisi olmayan, neden geliştiği tespit edilemeyen bir hastalık. Son ayları çok kötü geçti. Sen pek anlayamıyordun. Her çocuk gibi vurdumduymaz neşeli hallerin ona ilaç gibi geldiğinin farkında dahi değildin.
Deden seni her kucağına altığında kalp atışları hızlanırdı. Kalbine zarar vereceksin diye korku çekerdim ama o aldırmaz seni severek doymaya çalışıyordu. Ama doyamadan gittiler. Sen onların deyimiyle ömürlerine ömür katmıştın ama bu dünyadan gitmelerine engel olamadın. Belki de gözü açık gittiler kızım… Bu bayram ilk defa onlarsız geçiriyoruz. Hüzün içinde. Mezarına çiçek götürerek teselli bulmaya çalışacağız kızım. Bu yazıyı hüzün taşları ile döşüyorum kızım. Yaşadıklarımız rüya gibi. Vardılar yok oldular. Peş peşe gittiler, veda etmeden. Acaba çok mu üzgün gittiler. Dedenin yanına sokmadılar son anlarında. Beti benzi solup giderken girebilseydik yoğun bakıma, ellerini tutsaydık gitmekten belki vazgeçirebilirdik ama giremedik o kapıdan içeri. Engel oldular. İç hesaplaşmaya düşmezdim şimdi. Sorgu suallerle uğraşmazdı ruhum. Sana doyamadan mı gitti bilmiyorum. Bildiğim sadece ve sadece bu bayram ve bundan sonraki bayramlarda ne sen ne baban ne de ben el öpeceğimiz babaannen ve deden olmayacak kızım. Bizleri uğurlarken arkamızdan el sallayacak baba tarafından büyüklerimiz olmayacak kızım. Mekânları cennet olsun…
04.10.2014
Kızıma Mektuplar…
|