Yeni bir gün doğarken ve bi’ sessizlik hâkimken; bir çığlık, bir rüzgâr ya da bir fırtına kopsa keşke zamanın tam ortasından; bağıra bağıra gelse, yıkaya yıkaya, kabara kabara… Öyle gelişigüzel de değil, tam yerini bilerek, nereye vuracağını bilerek… Yeryüzündeki tüm filleri yutsa… Çimenlerin hali ortada… Kurtulsalar…
Veya yepyeni bir düşünce akımı doğsa gün doğarken; yer yerinden oynasa, o sonsuzluktan devasa bir dalga gibi, yerin altındaki yatanlardan; dirilerin yaptıkları da ortada. ölülerden yeryüzüne doğru vursa mesela. İlahi adalet bilinciyle dopdolu... Hızla yayılsa. Karanlığa gömülen, o tuhaflıktan kendini kurtaramayan şehirlerin üzerine doğru taşsa; bir bir yıkanırdı her taş, bina bina, ocak ocak. Ani bir patlama gibi. Bir çağdan bir çağa atlama gibi olurdu sahiden. Kirliliğe, kirlenmişliğe son verilirdi. Aydınlanırdı tüm karanlık olan yerler… Alın yazısı olmazdı o zaman o kötü çizgiler, kim bilir…
Açgözlülüğün ve ikiyüzlülüğün son bulmasına ne kadar çok ihtiyacımız da var bu günlerde. Siyasi hesaplaşmalara harcanan masum insanlar, kıyılan canlar, yapılan katliamlar ne zaman son bulacak diye beklemekten yoruldum. Sabrım kalmadı bu cahilliğin yaşamımıza getirdiklerine ve götürdüklerine. Hala daha yaşamı ve insanlığı anlamlandıramadığımız yeryüzünde, neden yürüdüğümüz bilinmeyen ve farklılıklar ve de zıtlıklar içinde geçen bir zamanımız var. Hoyratça tükettiğimiz günler kısa mı kısa. Sonsuzlukta belki nokta bile olamayacağımız belli iken… Bir tahterevalli üzerinde yaşıyor gibiyiz.
Yok olup giden insani değerler; küçücük insan aklına güvenerek, kendi iddiaları ile insanları kendilerine göre şekillendirmeye, belli bir kalıba sokmaya çalışıyorlar. Dahası dünyaya çeki düzen vermek ve yönetmek adına, insanlığı karmakarışıklığa doğru da sürüklediler hep. Bu bizimdir dediğimiz hiçbir şey bizim değil aslında. Bütün bizim diye bildiklerimiz aslında bizlere kodlandı. Bu vatan, bu şehir, bu köy, bu toprak bizimdir diyebileceğimiz her şey yapay hale döndü insan eliyle. Her şey onların elinde… İpleri verenler, satanlar, kirli oyunlara alet olanlar insanlığımızı da aldılar ellerimizden… Bilimi, insan öldürme sanatında kullanarak ve teknoloji esiri olarak, insanlığı bitirdiler azar azar…
İşte bu yüzdendir ki gece sabaha doğru yol verirken, doğanın büyülü sesinin konuşmasını, haykırmasını bekliyorum her an, gün be gün, dakika dakika... Yağmur yağsın, sis kapatsın her bir tarafı… Gözüm görmesin tüm bu kirlenmişliği ve karanlığı aydınlatmaya çalışan sahtelikleri. Sahtekârları. Paraya tapanları…
Ülkemizin kirliliğine bir son verilsin diye sesimizi çıkarmadan mı beklemeliyiz? Kirlenen insanların ruhunun kendi kendine temizlenmesini mi beklemeliyiz? Yeni bir lider mi gerekli bize? Şirazeden çıkanları özüne döndürecek, silkeleyecek bir mavi gözlü sarışın mı
beklemeliyiz mesela. Bozuk düzenin kendine çeki düzen vermesini mi bir de… Umut ediyorum; bu düzensizliği sona erdirecek bir fırtına çıkacak. Aymazlığa haddini bildirecek. Ama unutmamalıyız ki, doğanın kurallarını bozanlara, doğa cezasını verir bir gün illa da…
Çocuklarımızın geleceğini düşünürken sessizce ağladığımı mı yazmalıyım buraya. Savaşın, katliamın, cahilliğin ortasında kalan o küçük güzel yüzler; korku, kaygı ve acıyla dolu o masum gözlere yüreğim dayanmıyor benim. Oysa onların hayallerini yeniden oluşturmak, yeniden umutlanmak, aydınlık günlere varmak istiyorum güven duyarak… Israrla ve de arzuyla… Üzücü ve karamsar ortamdan kurtulmak istiyorum. Eşi benzeri görülmemiş bir mucize bekliyorum yeniden aydınlanmak için… Ve ümit ediyorum bu mucizenin kendisi olmalıyız her birimiz…
Nurcan Şen
|