Dünya henüz bir kurmacayken. Karanlık, en sessiz, en yalın, en çıplak ve en yalnız haldeyken. Çok şiddetli esen bir kasırga, karanlığın tam ortasından doğru patlayarak yeryüzünü alt üst eder.Her şey yerle bir. Karanlığı böler bin parçaya. Yeryüzünü de. Uzun yıllar süren bir sessizlik hakim olur yeryüzüne. Dingin, güzel bir sessizlik bu. Sonsuza kadar devam edecekmiş gibi. Olağanüstü bir koreografiyle işliyordu tabiat sanki. Ama bu sessizlik sürerken, birçok şey de oluşuyordu aslında.
Akılsızların türediği bir mekâna dönüşür dünya… Mantar biter gibi geliyorlardı topraktan… Oysa toprak hem veriyor hem de alıyordu. Birer birer. Üçer beşer. Azalırken hızla da çoğalırlar. Birkaç milyarı geçti bunların tümü geçen zamanda. Ev istemekten, aş istemekten, hep daha fazlası hep daha fazlası demekten yeryüzüne sığmaz oldular. Zenginler türedi aralarında ve bu zenginler kendi kanunlarını yarattı. Kendilerini üst sınıf olarak gördüler hep. Aşağıdakileri ezdiler, yönettiler, daha çok zenginleşmek için onları basamak olarak kullandılar.
Köleleştirmeydi resmen onların yaptığı. Mahvettiler yeryüzünü sonunda. Tabiat bozuldu. Kurulamayan düzen hep bozuk kaldı çağlar boyunca.
Birçoğu, insanlığı gömdü yerin en altına. Veya bir yerlerine belki de. Birbirlerini yediler, kâh düşman kesilerek savaştılar, kâh hırsa bürünerek yakıp yağmaladılar. Yeryüzü savaş alanına döndü yüzyıllar boyunca.
En büyük suç Âdem ile Havva’nın mı? Belki de. Yasak elmayı yemenin cezası olarak yeryüzüne gönderilmeleri... Her şeyin bir sınırı vardı oysa. Günahın da. Günahın nerde/nerede başlayacağını bilmezsen yapılan birçok şey delilik sayılır. Dolayısıyla hep daha fazlası işlenen günahlar zinciri yaşandı Adem’le Havva’dan sonra… Yeryüzüne gönderilmeseydiler keşke… Yasak elmayı yeme ne ki, yeryüzünde işlenen günahların yanında… Ve dünyayı sarmalayan en derin suçlarında…
Delilerin dünyasındayız hepimiz. Ben mesela. Kâh yazarak kâh çizerek… Ama ülkeler arası, canlılar arası barışa katkımız yok gibi. Azar azar yok edilen insanlığa katkımız yok gibi. Yazmakla çizmekle de düzeltilecek değil gibi. “Çivisi çıkmış dünyanın.” Elimde bir kerpeten. (Kerpeten bir metafor.) Mutsuzluğun, yalnızlığın, deliliğin çivisini çıkarmaya çalışıyorum. Karanlıkta kaybolur oluyorum ülkelerin acınası halini gördükçe… Dert ediniyorum bu derdi kendime. Çaresizliğimi de…
Ömür. Dümdüz giden yolculuktur hep zaman yolunda. Gözüm bazen kapalı, bazen de açık olarak yürüdüğüm yol bu. Ara sıra engellere takıldığım. Hüzünlerle. Kaybedişlerle. Ayrılıklarla. Sevinçlerle süren tuhaf bir yolculuk işte. Yalnızlığın peşine takıldığım… Bir başına. Bazen karanlıklar içinde; kör rengin karmaşık karamsarlığında âmâ. Bazen fırtınalarda; poyrazlarda bir yanım hep kanayarak; bazen de samyelinin peşinde anın keyfini çıkararak. Hele o sonbaharın renkliliğinde var ya; hele de karda üşüyerek dibine kadar yaşayan benim ben. Her farklı halin bende yarattığı tuhaf bir karamsarlığın duyumsamaları…
Yazı yaz gibi o masmavi denize ve gökyüzüne takılarak mesela. Kuşlar gibi özgürlüğün tadını çıkarmak. Denizin yosun kokan taşları. Martı sesleri ve beni delirten o doğanın her türlü sesi. Ya o bahar yağmurlarında ıslanarak mesela. Hüzün ve yalnızlığın verdiği bazen belli bazen de belirsiz mutluluğu. Deliliğe varan sevinçle coşarak koşuşturmak. Ayaklarımın altından akan nehirlere dalarak, okyanusta sandalsız dolaşmak. Derinlere en derinlere dalarak yaşıyorum. Bazen de gayya kuyusunda, bazen de yeşilliklerin, yaylaların tam ortasında ama sise yakalanma meramı ile. Sisin bende ayrı bir yeri var nede olsa. Üzerime düşen nem ve kaybolma isteğim. Yarattığı o garip hüzün. Bulutlardan bir yanıma akan damlalar…
Alanoz’un en tepesinden doğru yeryüzünü gözlemleyerek bazen de...Karadağ’dan Kereşan’a inerken mesela. Ya da Sidiksa’ya geçerken. Koşuşturmaca halinde… Tek bir yönden dümdüz çizgi üzerinde.Her iki yanında kalın duvarlarla koruma altında, hep aynı uça doğru koşuyoruz. Zamanın başından sonuna doğru giden bir yol gibi. Sonu belli olan bir yolda bu üstelik.
Kimisi şair mesela, kimisi ressam, kimisi de yazar. Kimisinin gözünü para hırsı açgözlülük bürümüş yalan dolan peşinde tilki ile kurtlar sofrasında… Doğayla barış, yeryüzü ile barış, canlılar arası barışa önem verilmeden geçen günler, tüketilen ömürler. Kimisi de ülkeleri ele geçirme peşinde savaş katliam kıyım peşinde… Kimisi de diğer delileri en çok nasıl yok ederim diye en hızlı en pratik silah üretme peşinde… Kimisi de robotlaştırma birbirinde uzaklaştırma, diğerlerini ele geçirme sanayi peşinde, yönetmek, politika yapmak peşinde. Kimisi başkan, kimisi başbakan, kimisi de mutasavvıf…Herkesin derdi başka başka. Dur durak tanımadan. Hiçbir şeyi beğenmeyen; politikadan sinemaya, edebiyata, iğrençlik boyutundaki çıkar ilişkileri. Entel dantel işler. Fikri ile zikri birbirini tutmayan mantıksızlar güruhu… Dünya sahte ve yalan bir ihtişam içinde. Bütün deliler yeryüzünde. Kısaca böyle-(dir) bu diyebiliriz…
Ve hep beraber ölüme koşarken yaşadıklarımız bunlar... Bu dünya ölümlü iken. Kimimiz farkında ama çoğumuz farkında değil gibi yaşarken. Sadece ve sadece bu dünyaya hem gelmek, hem yaşayabilmek, hem de bir şeyleri başarmak; sonsuzluğun yaşam umudunda sonu umutsuzluk ise. Yeryüzü kapkaranlık soğuk ise. Yeryüzü fırtınalar altında ise. Yeryüzü çığlık altında ise… Hepsi ise. Bu yeryüzünü işgal eden akılsızların yüzünden… Yeryüzüne verilen zarar ve ziyanla birlikte insanların deliliğini giderecek icat, asırlar boyunca üretilemedi, üretileceği de meçhul bu gidişle…
|