(Göğsünü gere gere Türk’üm demekten utananlara ithaf olunur.)
BALKANLARDAN sadece soğuk ve yağışlı hava gelir zannederdik. Meğerse ülke insanının yarısından çoğu da oradan gelmiş de haberimiz yokmuş.
Bu anlamda özellikle Arnavutluk herkesin ağzına sakız olmuş durumda.
Genellikle batı bölgelerimizde yaşayan kızlara, “Memleket nire” diye sorulduğunda üç aşağı beş yukarı;
“Biz Arnavut göçmeniyiz.. Dedem bir gün taşı toprağı altındır diyerek Türkiye’ye doğru yola çıkıyor.. Selanik yakınlarında bir çeşmede su dolduran nineme rastlıyor, onu da atıyor atının terkisine birlikte buraya geliyorlar, dolayısıyla ninem de bu durumda Selanik göçmeni oluyor” cevabını alıyoruz.
Demek ki neymiş?
Dede, çeşme, nine, at..
Bu dört öge bir araya gelince Arnavut göçmeni olunuyormuş.
Hadi bunları anladım da, Sivas’lı o kıza ne oluyor onu çözemedim. Geçen gün bir TV programında sordular buna, “Nerelisin?”
Duymuş ya bir yerden, kopya cevap hazır;
“Nüfus kağıdımda her ne kadar Sivas’ın Gemerek ilçesi yazıyor ise de, araştırdım, dedem Arnavut göçmeniymiş.. Babamın anlattığına göre bir gün dedem Türkiye’ye gelmeye karar veriyor.. Selanik yakınlarında ninemi su doldururken görünce…!!!”
Zinhar yalan!
Bir kere o günün şartlarında Balkanlardan gelerek ülkeye yorgun argın giriş yapan dedeler ile ninelerin gidebileceği en uzak nokta taş çatlasın Eskişehir’in Sivrihisar ilçesi yakınlarıdır. Nasrettin Hoca bile oradan öteye geçemeyince Sivrihisar’ı dünyanın merkezi ilan ederek bunun için çamura yatmadı mı?
Bu arada gençlerin rol modelleri olan Candan Erçetin, Fuat Güner, Ersun Yanal, Emre Belözoğlu, Kıvanç Tatlıtuğ, Şebnem Ferah, Yeşim Salkım, Sercan Yıldırım, Demet Evgar, Deniz Seki, Arif Erdem, Zeynep Tunuslu, Murat Kosova, Oktay Mahmudi, Gani Müjde ve Barış Manço’da Arnavut göçmenlerindenmiş.
Tabi bir de, “Yetti gari, ben de Arnavutum ulan!” diyen Hakan Şükür var.
Peki ulusal marşımızı yazan Mehmet Akif Ersoy’da Arnavut desem..!
E durum böyle olunca, “Bunlardan neyim eksik” diye oturup seceremi araştırdım, kararlıydım, akrabalar arasında bir Arnavut’ta ben bulacaktım, fakat gelin görün ki Arap, Kürt ve Laz’a rastlamama karşın ilaç için bir tane bile Arnavut’a denk gelmedim yahu..!
Demek ki benim dedeler ile nineler ülkeye başka yönlerden giriş yapmışlar.
Biz Karadenizliler gibi inatçılıklarıyla tanınan Arnavutların pırasayı da çok sevdiklerini belirtmek isterim. Öyle ki, yemekte çok doyduklarını belirtmek için, “O kadar doydum ki, şu anda pırasa bile olsa yiyemem” derlermiş.
Fıkrası bile var..
Arnavut ile Karadenizli lokantada iddialaşmışlar.
Arnavut, “Pırasa cennetten çıkmadır”..
Karadenizli, “Hayır bal kabağı cennetten çıkmadır”..
Bakmışlar anlaşamayacaklar, gitmişler aşçının yanına, ikisi de tabancalarını çıkarıp dayamışlar zavallı adamın başına,
“Söyle bakalım, pırasa mı Cennet'ten çıkmadır, yoksa bal kabağı mı?
Ne yapsın aşçıbaşı, pırasa dese Karadenizli öldürecek, bal kabağı dese Arnavut..
Neyse ki akıllı adammış da,
“Adem babamız pırasayı kılıç gibi kuşanıp, bal kabağını da kucağına alarak cennetten birlikte çıkmışlar..” diye zekice bir cevap vererek canını kurtarmış.
Demem o ki,
Kaldırım taşlarımız bile Arnavut be kardeşim!
Not: Güzel karikatürüyle makaleme hayat veren sevgili Tülay Kumkar Malkoç’a teşekkürler.
|