Geçtiğimiz hafta sonu bir turizm şirketinin organizasyonluğunda öğretmen arkadaşlardan oluşan bir grupla bacasız sanayinin ekonomik yönden ihya ettiği Bursa ve Çanakkale illerindeydim.
İşte bu geziden ilginç notlar.
BURSA'NIN UFAK TEFEK TAŞLARI:
Yaklaşık iki milyonluk merkez nüfusuyla dördüncü büyük şehrimiz olan Bursa'ya bu ilk gelişimdi. Yanılmayı çok isterim ama şehrin bu kadar nüfusu kaldıramadığını hissettim. Şehir içi trafiğinin keşmekeşliği, kaldırımlara park etmiş araç görüntüleri, çarpık kentleşmenin başını alıp gitmesi ve yetkililerin buna dur diyecek şehir planlamasını bir türlü hayata geçirememeleri işi gittikçe çıkmaza sokmuş. Bursa’yla ilgili bendeki ilk izlenim maalesef bu yönde oluştu.
Bunun yanı sıra turizm şirketinin rezervasyonuyla o gün öğle yemeği için konuk edildiğimiz (her ne kadar ismi yeşille başlıyorsa da alakasız bir şekilde kırmızı harflerle yazılmış) üç katlı konaktan çevrilme restorana girerken iş yeri sahipleri bizlere ayakkabılarımızı çıkarmamızı söylediler. Neymiş efendim, halıların üzerine ayakkabı ile basılmazmış. Ben ilk önce Üftade Hazretlerinin türbesine geldiğimizi zannederek ayakkabılarımı çıkardım ve bismillah çekerek sağ ayağımla içeriye adım attım. Fakat burası türbe değil, ciddi ciddi garsonları beyaz çoraplarla ortalıkta dolaşan bir restorandı. Bunun üzerine “Hangi çağda yaşıyoruz?” diyerek bu olayı protesto eden arkadaşlardan bazıları başka bir lokantaya gittiler. Ben ayakkabılarımı tekrar giymeye erindiğim için çıkmadım. Sonradan turizm şirketinin burayı niçin seçtiğini öğrendik. Meğerse Bursa'daki en ünlü İskender kebabı burada yapılıyormuş. Doğrusunu isterseniz büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. İnanın ki bu türbede (pardon restoranda) yediğim iskender kebabının daha lezzetlisine ülkenin her hangi sıradan bir lokantasında rastlamak pekala mümkündü.
Ancak “Ulus Pastanesi” için ayrı bir parantez açmak istiyorum. Adı geçen pastaneyi daha önceden Bursa'da uzun yıllar görev yapan Aziz isimli arkadaşım tavsiye edince gruptan ayrılarak tek başıma gittim. Gidince de ne kadar doğru bir şey yaptığımı anladım. Seneler önce balkanlardan göç eden bir ailenin işlettiği bu pastanede organik şekilde hazırlanan kara dut şurubundan içip, yanında da yine aynı şekilde itinayla hazırlanmış kestane şekerlerinden atıştırınca “İşte budur!” dedim.
ÇANAKKALE İÇİNDE VURDULAR BENİ:
Asya ile Avrupa'nın ilk kanlı savaşının (Truva) yaşandığı, tarih ve kültürü bünyesinde barındıran Çanakkale tabiat ananın cömert davrandığı gerçekten de son derece çağdaş, temiz, modern ve adı dünyada Kudüs’ten sonra en çok bilinen bir şehir. Ya da başka bir deyişle Truva’nın Antik Anadolu uygarlığı olduğunu savunup dünyanın buraya bakış açısını değiştirerek Unesco'nun Dünya Mirası Listesine alınması için çaba gösteren Manfred Korfmann'ın da dediği gibi “Batılılar böyle bir kente
sahip olabilmek için her şeylerini ama her şeylerini verirlerdi!” denilen bir bölge.
Aklıma başta yaşadığım şehir olmak üzere Karadenizdeki diğer şehirler geliyor. Oralarda denizin dibinde araba tekeri, poşet vs olmak üzere ne ararsanız var. Kaldırımlarımızı sorarsanız kurumuş çekirdek kabuklarının üzerine çıtır çıtır basarak yürüyoruz.
Fakat Çanakkale'de durum tam tersi. Boğazın suyu o kadar temiz ki, dibinde en ufak bir atık yok. Değişik cinste ve renkte iri balıkları sanki dev akvaryumda izliyorum. Hemen ötede neşeli bir yunus balığı havaya sıçrayıp sonra tekrar suya dalıyor. Karşıda Eceabat. Milli park ilan edilen ve yeşil örtüye bürünen Gelibolu Yarımadası. Devasa boyutta gemiler selamlayarak geçiyorlar bu güzel şehri. İnsanlar o kadar duyarlı ki, yerde bir tek sigara izmariti ve kuru yemiş kabuğu bulmanız imkansız. Oto kontrol sisteminin böylesine düzenli yürüdüğü bir şehir varmış demek ki bu ülkede. Ben bu şehre ve insanlarına aşık oldum arkadaş!
YASAKLI KUVVETLER:
Çanakkale'de o gün 19 Mayıs nedeniyle müzeler ücretsiz gezilebiliyormuş. Bunlardan biriside kale içindeki askeri müzeydi. Bu müzeye diğer günler ücretli girildiğinde ve ekstradan 5 TL fark verildiğinde fotoğraf çekmek serbestmiş. Ancak bugün kesinlikle resim çekemezmişiz. Çünkü bedava günlerde resim çekmek fena halde yasakmış. Kendisinden rica ettiğimizde görevli komutan tüm ısrarlara rağmen Nuh dedi peygamber demedi.
- “Verelim parasını, Çanakkale'ye ömrümde bir kere gelmişim, bir daha da geleceğim kesin değil, siz şöyle arkaya doğru bakıp görmezden gelin de hiç olmazsa şu havada çarpışan iki merminin fotoğrafını çekeyim be yav.”
- “Olmaz be yav, yasak kardeşim!”
- !!!!!
Silahlı Kuvvetler son günlerdeki bazı icraatlarıyla Ahmet Hakan'ın dediği gibi gerçekten de komik duruma düşüyor.
Tamamen milliyetçi duygularla gittiğimiz müzede miadı dolmuş, içerisine mermi koysan ateş almayacak silahın, topun resmini çekmek yasak. Buna karşın ağır silahlarıyla ellerini kollarını sallaya sallaya dağda taşta gezen, ne hikmetse bir türlü sınırlarımızı terk etmek istemeyen PKK'lı teröristlere ülke sathında dolaşmak serbest.
Ne yaman bir çelişki değil mi? Hani askeri müzede resim çekmek sürekli yasak olsa kendi tasarruflarındadır diye saygı duyarım, sebebini de araştırmam. Fakat böylesine önemli bir bayram gününde bunu engellerseniz, yapılan bu hareketin Başbakan'ın sırf Anıtkabir'de bulunmamak için 19 Mayısta Amerika'ya gitmesinden ne farkı kalır ki?
57 NCİ ALAYIN REHBERİ:
Çanakkale'de hamuru Atatürk ve cumhuriyet sevgisiyle yoğrulmuş Bayram Er isimli rehberimiz benimle birlikte tüm arkadaşlarımın kalbinde taht kurdu.
Tıpkı biz Karadenizler gibi o da tez canlı ve nükteli bir insan. Bir aralık gurubumuzdaki arkadaşlardan ayrılarak yanına gittim ve ona “Çanakkale Savaşında Mehmetçik destan yazmıştır. Bunu görmezden gelmek nankörlük olur. Ancak bu destanda Mehmetçikleri tıpkı bir nakkaş gibi işleyerek hazır hale getiren eşsiz deha Atatürk'ün rolünü yok sayamayız. Görüyorum ki Çanakkale'yle ilgili olarak son yıllarda yayınlanan onlarca kitap ve belgesel filmde Atatürk'ten hiç söz edilmiyor. Umarım bize Gelibolu Yarımadasını gezdirirken anlatılarınızda Atatürk'ü devre dışı bırakmazsınız” deyince,
Bana “Sizi tanıdığıma memnun oldum, çünkü ikimiz de aynı düşünceleri taşıyoruz. Geçtiğimiz günlerde Trabzon'dan gelen imam hatipli öğrencileri gezdirirken onlara bu savaşın kazanılmasında Atatürk'ün büyük rolü olduğunu söyleyince öğrencilerden bazıları bana 'hocam, öğretmenlerimiz bize Atatürk'ü ve Çanakkale Savaşını bu şekilde anlatmadılar. Meğerse Atatürk savaşın kaderini değiştirmiş de haberimiz yokmuş, şimdi ona hayranlık duymaya başladık' dediler. Hatta aralarında ağlayanlar bile oldu” dedi.
Bize “57. Alay” diye hitap eden rehberimiz hızlı hızlı yürürken geride kalanları düdüğüyle bir araya toplayarak “Hadi benim neferlerim, bugün size binlerce şehidimizin yattığı Gelibolu Yarımadasının her yanını gezdireceğim, tarihi benden öğreneceksiniz. Şeref katsayısı düşük İngilizlere unutamayacakları bir ders veren kahraman Mehmetçiklerimiz ve onların eşsiz komutanları Atatürk sizleri bekliyor” şeklindeki konuşmalarını Mehmet Akif’in “Çanakkale Şehitleri” isimli şiirinden mısralarla süsleyince duygu sağanağına kapılan ben ve arkadaşlarım gözyaşlarımıza hakim olamıyorduk.
Her gittiğimiz şehitlikte sadece Çanakkale değil, Birinci Dünya Savaşı tarihini de anlatırken gür ve akıcı sesi karşıdaki tepelerde yankılanarak bize geri dönüyor, bu arada kendi rehberleri bulunmasına rağmen başka guruplardan ziyaretçilerin de çaktırmadan gurubumuza dahil olarak hayran hayran Bayram Er'i dinlediklerini görüyorduk.
Söylediğine göre 20-25 yıl önce Çanakkale’ye haftada bir kaç tane tur otobüsü uğruyormuş. Burada turizm sadece Truva ve Assos’tan ibaretmiş. Bir süre sonra Avustralyalı Mel Gibson’un başrolünü oynadığı Gallipoli filmini izleyen Avustralya ve Yeni Zelanda'lı gençlerin dedelerinin mezarlarını ziyaret amacıyla buraya gelmeleri üzerine turizm canlılık kazanmış. Buna burnunun ucundaki zenginliği göremeyen yurdum insanı da zamanla ayak uydurunca Çanakkale Savaşları turizmi tam manasıyla tavan yapmış.
Bayram Er, Avustralya ve Yeni Zelanda'lıların buradaki tarihi sahiplenmeleri üzerine Anzakların torunlarına “Çanakkale savaşları sizleri neden bu kadar ilgilendiriyor?” diye sorunca “Sizin tarihiniz sadece Çanakkale ile sınırlı değil, onlarca tarihi olaya sahipsiniz. Oysa ki bizim bir tek tarihi olayımız var, o da Çanakkale, çünkü bu savaş bize İngiltere'den bağımsızlığımızı kazanmamız için neler yapmamız gerektiğini öğretti. Bunun içindir ki hem Avustralya hem de Yeni Zelanda'da Atatürk'ün adını taşıyan bir çok meydan ve caddenin yanı sıra heykelleri var. Yani anlayacağınız atalarımız bizi sömüren İngiltere'nin isteği ile ne için savaştıklarını bilmeden bu topraklara gelmişler, iyi ki de gelmişler” diye ilginç bir cevap almış.
Kendisine “Kürt kökenli vatandaşlarımız da buraları ziyaret ediyorlar mı?” diye sorunca “İlk önceleri pek gelen olmuyordu, fakat son zamanlarda o bölgeden de günde birkaç otobüs ziyaretçi geliyor” dedi.
Yeni Zelanda televizyonuyla yapılan bir röportaj esnasında rehberimize “2015 yılında Çanakkale Savaşlarının 100. yılı olması nedeniyle o gün Avustralya ve Yeni Zelanda'dan en az 50 bin kişi buralara gelecek. Bu kadar kalabalığı nasıl ağırlayacaksınız?” denilince, rehberimiz: “Merak etmeyin sorun çıkmaz. Zira bundan 99 yıl önce bu yarım adada yüz bin Türk, İngiliz ve Avustralyalı aynı anda çarpışırken o zamanki imkanlarda hiç bir lojistik problem yaşamadılarsa, 100. yılda da yaşanmaz” diyerek zekice nükteli bir cevap vermiş.
Sonuç olarak;
İyisiyle kötüsüyle geride kalan bu gezide rehberimiz Bayram Er'in emperyalist İngiltere için sık sık sarf ettiği şu cümle halen kulaklarımızda çınlıyor,
“Şeref katsayısı düşük İngilizler...”
Caner ÖZTAŞ
|