“Oy dingala dingala,
Kömür de koydum mangala,
Ayşe de Fatma dostum var,
Çalkala Boncuk çalkala…”
Tıpkı gıdalar gibi dostlukların da organik olduğu 70’li yılların ilk diliminde babamın memuriyeti nedeniyle bulunduğum aşçılarıyla ünlü Batı Karadenizin şirin ilçelerinden Mengen'i her zaman için manevi memleketim olarak görmüşümdür. Bundaki en büyük pay ise orada ilkleri yaşadığım çocukluk anılarımın halen belleğimde yer almasıdır..
O sıralar Mengen’de benimle yolu kesişenlerden birisinin de ünlü sağlık dansı eğitmeni ve koreograf Lale Roche olduğunu üç yıl önce yaptığı bir röportajdan anlayınca yine Mengen’e ve çocukluk anılarıma geri dönmüştüm. Çünkü Lale Roche, Mengen’e gösteri için gelen bir akrobat ailenin o sıralar yedi yaşında olan kızlarıydı ve ben de kendisinin ip üzerinde babası ile birlikte yaptığı tehlikeli gösterileri izleyen şanslı çocuklardan biriydim..
Lale Roche’nin klasik Yeşilçam filmlerini aratmayacak bir hayat hikayesi var;
Babası, amcaları, halaları, dedesi ve babaannesi akrobat ve aynı zamanda ortaoyuncularmış. Geçirdiği bir rahatsızlık sonucu saçları dökülünce babaannesi ‘Kel Ayşe’ lakabıyla anılmaya başlamış, üstelik aynı zamanda dillere destan oryantal yapan bir ortaoyuncu imiş. İstanbul’da dedesiyle tanışıp çadırla bütün Türkiye’yi gezmiş, dedesi hepsinin öğretmeni olmuş ve bütün aileye, akrobasiyi ve ortaoyununu öğretmiş, durum böyle olunca Lale ile birlikte diğer torunlar da bundan nasiplerini almışlar..
Lale’nin babasının asıl adı Erdoğan, ancak gösteri öncesi “Oy dingala dingala, kömür de koydum mangala, Ayşe de Fatma dostum var, çalkala Boncuk çalkala” şeklindeki tekerlemeden dolayı lakabı ‘boncuk’ olarak kalmış. Annesi Selanik göçmeni Egeli bir ailenin kızı. Bir gün Erdoğan ve ailesi çadırı Akhisar’a kurmuşlar. Lale’nin o sıralar 16 yaşındaki annesi Erdoğan’a aşık olmuş, tabi Erdoğan'da ona. Erdoğan kız tarafının evlenmelerine izin vermeyeceğini anlayınca onu kaçırmış. Sonra yeniden ver elini Anadolu diyerek yola koyulmuşlar..
Yıllar içerisinde Lale ve kardeşleri dünyaya gelmişler, çadır hangi şehre kurulduysa oradaki okullarda öğrenim görerek tahsillerini tamamlamışlar. Cambazhanelerin kurulduğu büyük panayır alanlarında kah ip üstünde babasının ayağına bağlanarak seyircilerin yüreklerini ağzına getirmiş, kah gösteri sonrası elinde metal tabak, izleyenlerden para toplamaya çıkmış. Gittikleri her yere neşe saçmışlar, mutluluk dağıtmışlar. Akşamları, sırtüstü uzandığı çadırdaki yatağında üzerine yorgan yaptığı yıldızları izlerken babaannesi ile halalarının danscı genlerinin etkisiyle olsa gerek ünlü bir dansçı olmanın hayallerini kurmuş ve “Bir gün bütün dünyayı gezeceğim ve dansımla herkesi büyüleyeceğim” diye kendisine söz vermiş. Geceleri herkes yatınca o sessizce aynanın karşısına geçip, sabahlara kadar dans etmiş. Öyle ki, üzüldüğünde, sinirlendiğinde ya da annesiyle tartıştığında dans adeta sığındığı bir liman haline gelmiş..
Çadırda yaşadıkları dönemde kendisini en çok korkutan şey kıyafetlerinin içerisine kadar giren akrepler ve yatağında onunla birlikte sabahlayan böceklermiş. Bir gün annesi yerleşik hayata geçmelerine karar vermiş ve bir ev satın almışlar. Gelin görün ki Lale dört duvar arasında yaşamaya bir süre alışamamış. Bunun üzerine annesi çadırı anımsatsın diye evin içini dışını beyaza boyamış. Hatta bu da yetmemiş, uzun süre dışarıda yatmış..
Ve şimdi geliyoruz Lale'nin hayatının dönüm noktasına..
Lale, çocukluğundan beri yabancı dillere ve kültürlere çok meraklıymış. Dokuz yaşındayken İlhan abi diye hitap ettiği kendisinden yaşca büyük birisine aşık olmuş. “Beni İlhan abiyle evlendir” diye sürekli tanrıya dua etmiş. Tabi İlhan abi olayın farkında değilmiş. İlhan abi bir gün Fransa’ya gitmiş. Bir daha da onu hiç görememiş. 18 yaşına geldiğinde oturdukları Manisa’dan bir kız arkadaşıyla birlikte İzmir’e gitmek üzere otostop yapmışlar. Niyetleri aileden gizli oradan İstanbul’a geçmek ve İngiltere vizesi almakmış. Önlerinde bir otomobil durmuş. Bir beyefendi onları arabasına almış ve kendilerine “Kızlar! Böyle otostop yapmak tehlikeli değil mi? Nereye gidiyorsunuz bakim?” diye sormuş. Lale ve arkadaşı başlamışlar anlatmaya. “İşte İngiltere’ye gideceğiz de, çocuk bakacağız da vs..” Adam, “Peki paranız var mı? Sigortanız var mı? Orada bir tanıdığınız var mı?” demiş. Ne arasın.. Bunun üzerine, “Fransa’ya gitseydiniz ben size yardımcı olabilirdim, benim orada Dijon şehrinde fabrikam var” deyince Lale'nin arkadaşı “Amca! Bunun da Fransa’da İlhan Abisi var” demiş ve o beyefendinin vize konusunda kendilerine yardımı ile İngiltere yerine Fransa'ya gitmişler ve kadere bakın ki Lale orada restaurant işleten İlhan abisini bulup onunla evlenmiş. Bir kızları olmuş ve dört yıl süren evlilikleri sonunda da boşanmışlar..
22 yaşında Paris Gençlik Tiyatrosu’nda hem oyuncu hem de reji asistanı olarak çalışmaya başlamış. Paris Belediyesi’nde dans dersleri vermiş. Üniversite okumuş. Bu arada kendisine bir dans kariyeri inşa etmiş. Pascal Roche ile evlenerek Monako’ya yerleşmiş. Orada geleneksel dans okullarında ders vermiş ve Monako Prensi Albert’le tanışmış, onun için dans etmiş. St. Denis Üniversitesi’nde dansla dişilik eğitimi vererek sağlık için dans konseptini yaratmış..
***
Lale Roche'nin hayallerini gerçeğe dönüştürdüğü hikayesi ilgimi çekince kendisine anılarında eksik kalan hususları benimle paylaşıp paylaşamayacağını sordum, sağolsun ricamı kırmadı..
İşte soru-cevap şeklindeki o görüşmemiz;
Babanız 'Boncuk'un, yerden 7-8 metre yüksekliğindeki ip üzerinde sizi baş aşağı gelecek şekilde ayağına bağlayarak bisiklet kullandığını ve sizin de göğsünüzden çıkardığınız Türk Bayrağını bizlere salladığınızı hatırlıyorum. Peki bu gösteri sırasında “hiç düşerim” şeklinde bir korkuya kapıldığınız oluyor muydu?
- Babam daha çok bizi denge yürüyüşlerinde ayaklarına bağlardı. Bir ayağında ben ya da ablam, bazen de erkek kardeşim olurdu. İp üzerinde aşağıda her hangi bir koruma filesi ve güvenlik ipi bağlı olmadan yürürdü. Açıkçası yaş olarak da küçük olduğumuz için korkar mıydık o kısmı hatırlamıyorum. Ancak o doğada yaşayınca zaten olayı kanıksıyorsunuz ve korkunuz olmuyor. Ne tel üzerinde asılı yürünmesinden, ne sokak ortasında güvensiz çadır içinde yatmaktan, ne de yılan çıyan sokmalarından çekinmiyorduk. O yaşam doğasında onlarla bir bütün oluyordunuz zaten..
Hafızam beni yanıltmıyorsa izlediğim gösteriler sadece akrobasiden oluşmuyordu, ilgi çeken ortaoyunları da vardı. Ben yine o sıralar Geleneksel Türk Tiyatrosu'nun son temsilcisi olan ortaoyunu ve tuluat sanatçısı İsmail Hakkı Dümbüllü'yü de izleme şansına erişmiştim ve hatırladığım kadarıyla dedenizin fizili görüntüsü de onu andırıyordu, öğrenmek istediğim şey, dedenizin İsmail Hakkı Dümbüllü ile tanışıklığı var mıydı?
- Babamların en çok gurur duyduğum yanlarından biri de orta oyunu idi. Çadırlarımızı kurduğumuz her yerde, amcalarım, halalarım, dedem, ninem ve babam ailece orta oyunu oynarlardı. Ancak ben hiç rol almadım. Sadece oyun sonrası elimdeki metal tabakla seyircilerden para toplama işini gerçekleştirirdim. O zaman tiyatro sahneleri yok denecek kadar azdı. İsmail Hakkı Dümbüllü dönemin en ünlü orta oyuncusuydu, dedem ve babamla birçok kereler sahne almışlardı. Babamın tiyatro yeteneğini çok beğenermiş ve kendisinden sonra kavuğuna en uygun kişinin babam olduğunu söylermiş. Ancak o öldükten sonra kavuk sembolik olarak Münir Özkul'a geçmişti..
Anneniz bu oyunlarda ya da akrobatik gösterilerde yer alıyor muydu?
- Annem ne akrobaside ne de oyunlarda hiç bir zaman yer almadı. Hatta bırakın yer almayı, ön tarafta bile bulunmazdı. Onun asli görevi yemek ve çamaşır işleriydi..
Şu anda neler yapıyorsunuz ve geleceğe dair planlarınız nedir?
- Fransa'dan sonra Türkiye'de de bir ev aldım. Sık sık Avrupa'ya gidiyorum. Bireysel ve şirketlere yönelik ilişkiler ve yaklaşımlar üzerine eğitici seminerler veriyorum. Ayrıca bedensel engellilerle çalışıyorum. Bel ağrısı, sırt ağrısı, bağırsak sorunları, depresyon, menopoz sıkıntısı gibi türlü sorunlarla gelen kadınlara dans yoluyla yardımcı oluyorum. Norveç’te bilim adamlarıyla, yaşamsal organların daha rahat fonksiyonlarını yapabilmesi için vücut hareketleri üzerine çalışmalar yaptım ve dansla egzersizi, psikolojiyi birleştirdim. Dansın kadın üzerinde etkili olduğunu birebir yaşadım, bunu etrafımdaki kadınlarda da gördüm. Sağlık dansı kavramını Türkiye’de oturtmak istiyorum. Maalesef Türk kadını bedeniyle her şeyi anlatabilecek donanıma sahip ama bedeniyle barışık değil. Benim yaptığım bütün çalışmaların içinde kadın var. Çünkü toplumu belirleyen kadın. Amacım, sağlık danslarını daha da yaygınlaştırmak. Zira dans, başlı başına terapidir. Dans, kişinin iç dünyasını anlatan ruhunun dilidir. Dans, yaratıcılığı zenginleştiren bir kaynaktır. Dans, bedenin ve zihnin açılmasını sağlayan kapıdır. Dans, kişiye özgüven veren bir anahtardır. Dans, kişiyi bedeniyle barıştıran bir araçtır. Bedeniyle barışan, dünyayla barışır. Bedenini çözen, evreni çözer. Yaşamı çözer, ilişkileri çözer. Yaşamda en değerli şeyin bedeni olduğunu anlar. Dans, bedene inanılmaz bir özgüven ve bunun yanı sıra da dişilik verir..
Sonuç olarak;
“Ben doktor değilim, insanlara hiçbir şey vaat etmiyorum, etmedim de. Sadece yaşamlarına dansla hareket ve yaşam sevinci getiriyorum. Zira her şeyin başı hareket etmektir. Bütün hastalıkların ilk sebebi hareketsizlikten ve yaşam sevincini kaybetmekten kaynaklanıyor..” diyen ve hayatı boyunca kendisini bir yere ait hissetmeyen, her gittiği ülkeyi memleketi olarak gören, yaşama karşı korkusuzluğu ve dik durabilmeyi kendisine şiar edinen göçebe ruhlu Lale Roche'nin ip üzerinde Monako Sarayı'na yaptığı masalımsı yolculuğun ilginizi çektiğini umuyorum..
Okumanın ve dans etmenin yaşam felsefeniz olması dileğiyle…
|