Devletçiliğin, önce gerileme, sonra da çöküş dönemine girdiği yıllarda Orhan Veli ‘Kitabe-i Sengi Mezar’ şiirinde;
Hiçbir şeyden çekmedi dünyada nasırdan çektiği kadar; hatta çirkin yaratıldığından bile o kadar müteessir değildi; kundurası vurmadığı zamanlarda anmazdı ama Allah’ın adını; günahkar da sayılmazdı yazık oldu Süleyman efendiye.. dizelerini sanki Süleyman efendinin şahsında o dönemdeki Türk insanı için söylemişti. Zira büyük bölümü yalın ayak dolaştığından, nasır, Türk insanının bitmez çilesi olmuştu.
Babam o yılları kastederek; “Çocukluğumda doğru dürüst ayakkabım olmadı. Yalın ayak gezerdim. Yılda bir kez nam-ı diğer Trabzon lastiği olarak da bilinen kara lastik alınırdı. O kadar sevinirdim ki, gece onları yastığımın altına koyar öyle uyurdum. Ancak bahçede hayvan otlatırken delinip yırtıldığından diğer yıla kadar tekrar ayakkabısız kalırdım. İşin kötü tarafı okula ayakkabısız gitmemdi. Sadece ben mi? Okulda ayakkabısı olanların sayısı bir elin parmaklarını geçmeyen zengin aile çocuklarıydı. Üstelik kılık kıyafetleri de son derece modern idi. Öğrenim gördüğüm ilkokulla evimizin arası bir kilometreydi. Kış mevsimi yaklaşırken sabah kalktığımda kırağı yağmış olduğunu görünce okula nasıl gideceğim diye kara kara düşünmüş, ancak pratik zekamla bu sorunu çözmüştüm. Evden çıkmadan önce ayaklarımı sobada bir güzel ısıtıyor, sonra da koşmaya başlıyordum. Okul yolunu bu şekilde yarıladığımda işaret olarak belirlediğim üzerine güneşin ışığı vuran bir kayanın üzerine çıkıp çıplak ayaklarımı bir müddet burada ısıtıyor sonra tekrar koşarak yola koyuluyordum. Okula geldiğimde batan dikenlerden ve soğuktan kanayıp morarmış ayaklarımla kendimi sınıfa attığımda dünyalar benim oluyordu..” derdi.
Geçtiğimiz yıl babama bu kayayı bana göstermesini istedim. Ancak tüm aramamıza rağmen bulamadık. Çünkü zaman içerisinde oluşan heyelanlar nedeniyle yeşil bitki denizinin içerisinde yitip gitmişti. Çok üzülmüştüm. Şayet bulsaydık onu fındık mevsiminde tatilimizi geçirdiğimiz evimizin bahçesine götürerek hatıra olarak saklayacaktım.
O devirde tahsil görebilmek için zor şartlar altında okul yollarında ayaklarında oluşacak nasırlara aldırmayarak yalınayak yürüyen çocuklar, daha sonradan karanlık bir çağdan aydınlığa güneş gibi doğarak bu ülkenin sorumluluk sahibi gerçek aydınları olup kendi çocuklarına ışığı gösterdiler.
Şimdi gelelim asıl konuya;
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından çıkartılan Kıyafet Serbestliği Yönetmeliği’ne göre 2013 yılından itibaren ilköğretim öğrencileri okula istedikleri kıyafetlerle gidebilecekler. (Osmangazi ilçesinde bulunan Hocailyas İlköğretim Okulu 2013 yılını beklemeden uygulamayı başlatarak tarihe geçti. Artık bu okulun muhterem müdürünü bir yerlere Milli Eğitim Müdürü yaparlar gibime geliyor.)
Her ne kadar Eğitim İş Sendikası yönetmeliğin iptali için Danıştay’a başvurmuş ise de, ileri demokrasiye sahip ülkelerin tam tersine, bizde önce yönetmelikler hayata geçirilip sonra tartışmaya açıldığından, Danıştay’ın da bu yaraya ilaç olamayacağı gün gibi aşikar.
İki gün önce bir öğretmen arkadaşım anlattı. Görev yaptığı lisede bir öğrencinin velisi yanına gelerek “hocam, benim durumum belli, kazandığım parayla beş kişilik ailemi zar zor geçindirebiliyorum, ancak oğlum ‘sınıftaki zengin arkadaşlarımın kaliteli cep telefonları var, ben de isterim, yoksa okula gitmem, intihar ederim’ dedi. Mecbur kaldım ve ona borç harç 1500 TL’ye bir cep telefonu aldım. Yani paramla kral yarattım. Şimdi bu kıyafet yönetmeliği uygulanmaya başlarsa ben ne yaparım. Bu kral telefonla yetinmeyip benden zengin arkadaşlarını örnek gösterip markalı ayakkabılar, ceketler, gömlekler isterse ne yaparım” diyerek hüngür hüngür ağlayınca, öğretmen arkadaşım adamı zorlukla yatıştırmış.
Bu cümleden yola çıkıldığında söz konusu yönetmelik fakir aileler içerisinde büyük sorunlar yaratacağa benziyor. Öğrenciler okula giderken sanki defileye çıkacakmış gibi hazırlanıp orayı podyuma çevirecek. Okul içerisine öğrenci olmayan ipsiz sapsız gençler rahatlıkla girip çocuklara uyuşturucu satabilecek. Okul kıyafetinden ekmek yiyen binlerce küçük mağaza zor duruma düşerken, markalı ürünler satan firmalar işlerini ikiye katlayarak yönetmeliği çıkaranlara şükredecek. Toplum olarak birbirimizi çekememe ve diğerinden üstün görme özelliğimiz ilkokul sıralarına kadar inecek. İki bin liralık kıyafetle okula gelen öğrenci seksen liralık bütçe ile giyinmiş arkadaşına tepeden bakacak. Bundan böyle çocuğuna çikolata değil, markalı ayakkabı alamayan baba intihar edecek.
Kısacası,
Öğretmen; “Kaya topu tut” dediğinde,
“Ben tutmam hocam, Ali’nin ayakkabısı delik, o tutsun” cevabını alacak…
|