Karanlıkta inci arar gibi aradık içimizin derinliklerinde sevgi taneciklerini. Umutsuzlukların üzerine gittikçe üzerimizden kalkıyordu bize ait olmayan her şey! Yokluğumuzda varlığımızın serinliğinde gölgelenir, varlığımızda yoklumuzun özlemini çekerdik hep..
Bazen isyan edip düş kırıntılarıyla avunur, bazen sevinçlerimizi paylaşırdık sevdiklerimizle.. Bazen de acılarımızı sinemize çekip sabır sığınağında inzivaya çekilirdik. Uykusuz gecelerimizde umuda sarılıp az mı sabahlardık, yarına yeni bir muştu ile uyanmak için..
Kış ayazlarında duygularımızla ısıtırdık yüreğimizi.. Isınan yüreğimizde buharlaşırdı mısralar.. Şiir olur düşerdi başka yüreklere.. Şiirle erirdi buzlaşmış duygularımız.. Yürekten yüreğe akardı mısralarımız, ısıtırdı üşüyen duygularımızı..
Başımıza gelen her musibetin altında hayra açılan bir kapı arardık hep.. Her hayırda bir şer her şerde bir hayır olduğunun bilinci içinde..
Çocuklarımız yaramazlık yaptığında onları incitmemek, kırmamak için çoğu zaman öfkemizi ayağımızın altına alıp ezerdik.. Şayet incittiysek ki kırdıysak gönüllerini, üzüntüden kahrolur geceleri sessizce ağlardık, utançtan üzerimize çektiğimiz yorganın altında..
Cimrilik başa bela ise şayet korku dolu dehlizlerinde elimiz cüzdanımız ve vicdanımız arasında az mı gelip-giderdi.. Cömert olmak için ismimizin Cömert olmasına gerek yoktu.. Cömertlik sıfatına yakışır bir şekilde yaşam terazimize dikkat etmeliydik..
Haksızlıklar karşısında susmamayı öğretmişti ebeveynlerimiz.. Bir ömür susmadık…
Susmadığımız için de başımıza gelmedik şey kalmazdı.. Kazasını da belasını da savardık dualarla.. Hani çocukluğumuzda ve her korktuğumuzda az mı okurduk Felâk, Nas, Ayetel Kürsi ve İhlas surelerini.. İçimiz ferah bulur korkuyu çarmıha gererdik…Şimdi çocuk değildik, başımıza kaza-bela gelmeden yine okusak Felâk, Nas, Ayetel Kürsi ve İhlas surelerini, inanın yine nice kazaları-belaları da savmış olacağız..
Korkuyu inkar edinin korkusu daha çok olurmuş..! İlk önce kendisinden korkarmış insan! Hatta kendi gölgesinden bile… En güzel korku Tanrı korkusu olduğunu hepimiz biliriz ama hiçbirimiz Tanrı’dan korkmaz bir hayat yaşarız..! Kendi kendimizle çelişiriz… Yaşamımız zaten çelişkilerle dolu.. Romanlarda, öykülerde, masallarda, filmlerde “Hey Tanrı’dan korkmaz adam!”
cümlelerini az mı okuduk, işittik, seyrettik.. Tanrı’dan korkmayan insanların dünyasında köle olmaktansa Tanrı’dan korkan insanların arasında insan gibi yaşamak varken..
Tanrı var mı yok mu tartışmaları her devirde olmuştur.. Tanrı’ya inananlar ve inanmayanlar.. Diyelim ki Tanrı yok (haşa) dünya gelip-geçici bir han olur insanlar için.. Tanrı’ya inanmayanlar içinde doğal/rutin bir yaşam olur dünya.. Ya Tanrı, Ahret/Öte var ise Tanrı yok diyenlerin hali nice olur?! Tanrı yok ise şayet Tanrı’ya inanların kaybedeceği bir şey yok zaten.. Ya Tanrı ve Ahret/Öte var ise Tanrı’ya inanmayanların kaybedeceği çok şey var o zaman..
Varlığımız ve yokluğumuz arasındaki ince çizgiden geçmedikçe gerçekleri kavramamız çok zor olacaktır. Yüreğimizin derinliklerinde insanca yaşamının sırlarını bulup-çıkartmadıkça hayat bize zehir olacaktır.. Ömür kısadır an gibi gelip-geçer..! Bu kısacık ömrün neresindeyiz bilemiyoruz ama yarın mutlaka fani olup gideceğiz.. Toprakla bütünleşmeden ve ruh bedenden ayrılmadan önce şu andan itibaren kendimizi sorgulamaya başlasak diyorum..!
|