Muhlis’in spora olan düşkünlüğü derslerini aksatmasına neden olmuştu. Her teneffüste arkadaşlarıyla birlikte ya masa tenisi, ya voleybol, ya basketbol, ya da futbol oynuyordu. Genellikle futbolu tercih ediyordu. Aynı zamanda ilkokuldan beri jimnastik sporu da yaptığı için okulun jimnastik takımında olduğu için öğrendiği bütün hareketleri toprakta ve betonda deniyordu. Bu yüzden birkaç kez kolunu-bacağını kırmıştı. Hocaları ne kadar uyarsa da o bir türlü dinlemiyordu. Sporun her dalında başarılıydı.
Yine haftanın bir günü spor salonunda jimnastik okul takımıyla çalışma yapıyordu. Erkekler ve kızlar aynı anda birlikte çalışıyorlardı. Sıra Muhlis’e geldiğinde önce düz takla sonra perende daha sonra da ters takla atmıştı. Fakat minder dışına çıktığı için yere yuvarlanması bir oldu. O anda kendisi gibi jimnastikçi kızlardan biri koşmuştu yanına. Elini uzatıp Muhlis’e yardımcı olmak istedi. İşte o an göz-göze geldiler. Ne olduysa o an oldu. Öyle bir bakıştılar ki birbirlerinden geçtiler. Kızın uzun saçları, ela gözleri ve masum bir duruşu vardı. Muhlis’i büyüleyen de buydu ya. Aynı zamanda çok güzel bir kızdı. Muhlis’in kalbinde bir kıpırtı oldu. Vurulmuştu bu kıza… Ayağa kalkmıştı ama halâ bakışıyorlardı. Adeta kendilerinden geçmişlerdi. Bu durumu o anda hocaları ve arkadaşları da fark etmişti. Hatta gülüşmeler olmuştu. Fakat bu gülüşmeleri ne Muhlis ne de kız fark etmişti. Hocalarının sesiyle ancak kendilerine gelebildiler. Daha sonra her ikisi de ne yaptıklarının farkına vararak utandılar ve yüzleri kıpkırmızı oldu. Tekrar yerlerine geçtiler…
Jimnastik takımının çalışmaları bittiğinde adeta sarhoş gibiydi. Halâ kızın hayalinden kurtulamıyordu. Bu durumu fark eden arkadaşı Yaşar yanına gelip “Muhlis hayırdır, hasta falan mısın” deyinceye kadar… Muhlis aniden toparlanarak “Yok bir şey Yaşar, yorgunluk işte…” dese de Yaşar ısrar etmişti. “Hayır sende bir tuhaflık var” Muhlis’in yine yüzü kızardı ve utandı. Yaşar halâ ısrar ediyordu. Tam bu sırada Jimnastik takımında olan çocuklardan biri yanlarında türedi. Yaşar’ın ısrarlı sorularını o da duymuştu. Lafa karışmasın mı: “ Ne olacak çarpıldı… Muhlis vuruldu… Hem de Gönül’e…” Muhlis bu sözler karşısında şok geçirmişti. Demek ki açık vermişti. Bu sefer bir titreme tuttu. Üşüyordu adeta. Yüzünün kızarıklığı daha da belirginleşti. Arkadaşı yaşar koluna girip Jimnastik takımındaki çocuğun yanından Muhlis’i uzaklaştırdı. Ve “Olur be Muhlis böyle şeyler.. Hem ben Gönül’ü tanıyorum. Fena bir kız değil. Güzelliği yerinde. Ona kimler asılmadı ki. Ama o kimseye yüz vermedi. Bak sana pas vermiş. Şansına gül oğlum.” Muhlis, Yaşar’ın bu sözleri karşısında içten-içe adeta sevinmişti. Ama belli etmemeye çalıştı. Yaşar baktı olmayacak konuyu değiştirdi ve havadan-sudan konuşmaya başladılar. O anda zil çalmıştı. Birlikte son derse girmişlerdi.
O gün bir başka gün olmuştu Muhlis için. O gün sanki dünyaya yeni gelmişti. O gün onun kalbinde bir güneş doğmuştu. Okul çıkışında uzakta bir yere gizlenip bekleyecekti Gönül’ü. Ama acele etmeliydi ki hiçbir arkadaşı fark etmemeliydi. Öyle de yaptı. Dayısının Oteli Kara Mustafa’nın Hanı’na gizlendi ve beklemeye başladı. Biraz uzakta olsa herkesi seçebiliyordu. Gözleri radar gibiydi. Ve gördü Gönül’ü. Uzaktan izliyordu. Ayna tarafına gidiyordu. Demek ki evleri o taraftaydı. Muhlis hızlı bir şekilde Ayna’ya paralel arka yoldan yürümeye başladı. Ondan önce köşe Camii sokağına varmalıydı ki karşılaşabilsin. Zaten öğrenci kalabalığı içinde önemli değildi. Fark etseler ne olurdu. Arkadaşları nereden bileceklerdi Gönül’ü takip edeceğini. Tam Camii köşe sokağına varmıştı. Her şeyi göze aldı ve ters yöne, yani, Gönül’ün geldiği yöne yürümeye başladı. Daha üç-beş adım atmamıştı ki Gönül karşısındaydı. Aralarında üç-beş metre kalmıştı. Ve Gönül onu fark etti. Ve anlamıştı da… Ani bir duraksama geçirdi. Bakışları yine Muhlis’teydi. Muhlis’te ona bakıyordu. Bir an her ikisi de durmuştu. Birbirlerine öyle bakıyorlardı ki… Bu bakışlar üç-beş saniye de sürse öyle derindi ki… Daha sonra her ikisi de utandılar ve ters istikamette yollarına devam ettiler… Muhlis’in yüreğine düşen kor bu sever alevlenmişti. Yüreği cayır cayır yanıyordu. Yüreği sımsıcaktı. Ve öyle mutluydu ki…
Muhlis aşık olmuştu. Eve varıncaya kadar hayalinde bir şey vardı o da Gönül’dü. Yol boyunca ne hayaller kurdu ne hayaller… Bir saat süren yol sanki ona on dakika gibi gelmişti. Yolda hiçbir şey hatırlamıyordu. Sadece Gönül… Eve vardığında neşesi yerinde, sevinçli ve heyecanlıydı. Adeta uçuyordu. Annesi bu durumu fark etmişti. Muhlis’te ilk defa böylesi bir neşe/sevinç görüyordu. Oğlunu çok iyi tanıdığı için bu neşesine ilk defa şahit oluyordu. Belki de ilk defa kendi kendine türkü söylüyordu.
Eve gelir gelmez üst-başını değiştirip annesinin halini-hatırını sordu ve bir şeyler atıştırıp sokağa fırladı. Futbol topunu da yanına almayı unutmadı. Sokağa çıkar-çıkmaz topuyla duvarlara vuruyor, ayağında ve kafasında sektiriyordu. Daha sonra da her zaman top oynadıkları tarlaya.. Kendisinden önce gelenler olmuştu. Biraz sonra arkadaşları da tek tek damlarlar nasıl olsa. Onlar gelinceye kadar top oynayan çocuklarla bir antrenman… Bir süre tek kale maç yaptılar. Arkadaşları da gelince iki takım olup kıran-kırana bir maç ortaya çıktı. Muhlis’in bugünkü futbolu çok daha farklıydı. Sahanın her yerinde panter gibi koşuyordu. Geride, orta sahada, ilerde adeta canavar kesilmişti. Hatta üç de gol atmıştı. Muhlis zaten çok güzel futbol oynardı fakat bu seferki bambaşkaydı… Muhlis fırtına gibi maçın kaderini değiştirmiş ve çok gülle galip gelmişlerdi. Maç bittiğinde yenilen taraf bakkala koşar gazoz ve bisküvi alırdı. Yine öyle oldu.. Hava kararınca da artık her biri evinin yolunu tuttu…
Eve vardığında ilk işi bahçedeki havuzun kenarındaki muslukla elini-yüzünü, ayağını yıkayarak terlerinden kurtulmak olmuştu. Sonra da daha önceden hazırlanmış sofraya geçip yemeğini bir güzel yedi. Bir süre kardeşleriyle şakalaştı. Ders çalışma bahanesi ile alel-acele bahçedeki dedesine ve ninesine ait evdeki odasına geçti. Defter, kitap, kalem, silgi ne varsa masaya çıkarttı. Fakat kafası başka yerdeydi. O halâ Gönül’ü düşünüyordu. Gönül’ün hayali kalbinin her yanını kuşatmıştı. Onun sıcaklığı yüreğini kasıp-kavurmuştu. Yüreğine düşen bu ateş onu uçuruyordu. Yine derin hayallere dalıp gitti. Bir anda ilham gelmişti. Zaten çoğu zaman şiir yazardı. Ama bu sefer bir başkaydı hali. Açtı özel defterine ve öyle bir şiir yazdı ki… İlk defa aşk şiiri yazmıştı. İlk defa yüreğini kelimelere dökmüştü… İlk defa aşkını kendi kendisine şiirle itiraf etmişti. Ve şiirle aşkını adeta ölümsüzleştirmişti…
Bu aşk Muhlis’i çok değiştirmişti. O hırçın, yaramaz, çılgın Muhlis gitmiş sanki yerine sakin, sessiz, içine kapanık bir Muhlis gelmişti. Annesi, babası, arkadaşları, hatta öğretmenleri bile ondaki bu değişikliği görebiliyordu. Fakat sırrını birkaç kişiden başkası bilmiyordu. Onlar da Jimnastik takımındaki arkadaşları. Hatta unutmuşlardı bile o gün. Onların unutması Muhlis’i rahatlatmıştı. Gönül konusunda kendisine en büyük desteği sınıf arkadaşı Yaşar veriyordu. Gönül’le ilgili düşüncelerini bir tek onunla paylaşıyordu. Hatta Yaşar aşk konusunda biraz da tecrübeliydi ki Muhlis’e taktikler vermeye başlamıştı. İlk önerdiği de mektup yaz demesiydi. Yaşar demeye dedi ama Muhlis yazmasına rağmen bir türlü ulaştıramadı. Hatta Gönül’e vermek için her gün bir mektup yazıyor veremeyince de akşamları yırtıp atıyordu. Aşağı-yukarı her gün bir mektup… Muhlis’in de Gönül’ün yaptıkları tek şey bakışmaktı. Bir türlü konuşmayı başaramadılar. Her ikisi de konuşmak istiyor ama konuşamıyorlardı. Ha bugün ha yarın diyerek günler gelip-geçiyordu. Aralarındaki aşk öyle bir derinleşmişti ki… Bakışlar yalan söylemezdi… Ama bir türlü konuşamadılar… Birbirlerini gördüklerinde öyle bakışıyorlardı ki… Her ikisinde de heyecan doruk noktaya çıkıyordu… Aralarındaki aşk her ikisinin yüreğini de kasıp kavuruyordu. Ama her ikisi de utangaç, çekingen ve içekapanıktı… Muhlis çok güzel resim de yaptığı için her gün Gönül’ün kara kalemle portresini çizer ve bir kenara kordu. Artık Gönül hakkında yazmış olduğu şiirleri de yırtıp-atmıyordu. Onları da biriktiriyordu. Evde onları hiç kimsenin bulamayacağı bir yere saklıyor akşamları geldiğinde hem şiirleri tekrar tekrar okuyor hem de resimlere saatlerce bakıyordu. Fakat dersleri aksamaya başlamıştı. Bilhassa Matematik, Fen… Türkçe her neyse… Beden Eğitimi, Din Dersi ve Resimde de sorun yoktu ama Matematik ve Fen sorun olmuştu. Fransızcası da fena değildi… Ama notları düşmüştü…
(Yılanların Öfkesi -roman- kitabından: Sayfa 77-81- Muhsin AKIL)
|