Geçen haftaki yazımın başlığından da vurguladığım gibi (Gezi Parkı Eylemleri’ne Derin Bakış) bugün ülkemizin içinde bulunduğu durumu izah ederken ne kadar zorlandığımı ve ne kadar üzüldüğümü ifade etmek isterim. Aynı zorluğu ve üzüntüyü şu andaki yazımda da hissediyorum. Ve yine zor bir yazı ile sizleri uğraştıracağım ve zamanınızı alacağım. Geçen haftaki yazımda Gezi Parkı Eylemleri’nin derinliğine giderek perde arkasını biraz olsun aralamaya çalışmıştım. Bu hafta (şu anda okumakta olduğunuz yazımda) ülkemizdeki olup-bitenlere, gelişmelere ve olaylara eylemcilerin ve iktidarın bir türlü görmek istemediği gerçekler üzerinden hareket ederek gidişatın akıbeti konusunda bazı ipuçları vereceğim. Gezi Parkı Eylemleri ile başlayan öfkenin bir anda isyana (halk ayaklanmasına) dönüşmesi sonucunda iktidarın önce görmezlikten gelip eylemcileri hafife alarak tahrik edici açıklamalar yapması ve bu nedenle de isyanın Türkiye’nin her yerine sıçraması üzerinde dururken her iki tarafın göremediği bazı gerçekleri gün yüzüne çıkartarak akla-mantığa ters gelecek olan düşüncelerimle (geçen hafta olduğu gibi) bu haftada yine kafanızı biraz karıştıracağım!..
Her şeye rağmen bu yazımdaki düşüncelerimden çok kendi duygu ve düşüncelerinizi önplâna alınız! Benim ki sadece farklı bir bakış, farklı bir yorum ve farklı bir gözlemdir! Bu yazımla gelişmelere ve olaylara bakarken illa ki ben daha doğru bakıyorum mantığı içinde egoistçe bir tutum-tavır sergileyemem! Asıl sizlerin bu olaylarla ilgili düşünceleriniz de en az benim ki kadar önemlidir! Bu düşünceleriniz öğrenebilmemin tek yolu yorumlarınızdır. Sadece benim yazdıklarımla kalmasın, yorumlarınızla da aydınlanmak isterim. Siz değerli Efece Haber yöneticileri ve okuyucularımın düşünce ve görüşleri de benim için o kadar önemli sayılır. Yazdıklarımda eksikliklerim, yanlış tespitlerim, yanlış yorumlarım varsa şayet eleştirilmeye de bir o kadar açığım. Karşılıklı olarak düşünce ve yorumlarımızı paylaşmalıyız ve istişare kapısını her zaman açık tutarak birbirlerimizin önünü aydınlatmalıyız diyorum.
Geçen haftaki yazımda biraz özelimden (özel hayatımdan) ve çok az kişinin bildiği ama okuyucularımın bilmesinde herhangi bir sakınca görmediğim geçmişimdeki zik-zaklı ama taviziz, kıvrımlı ama düz, çapraz ama dik, derin ama düşündürücü hayatımın bana kazandırmış olduğu doğruları sizlerle paylaşma zorunluluğu hissettim. Bu şekilde düşünmekteki amacımı ifade ederken bencil/egoist, bağnaz/dar duygu ve düşüncelerden arınarak daha bir şeffaf daha bir objektif ve daha bir tarafsız olmak istememden kaynaklandığını bütün samimiyetimle belirtmek istiyorum. Doğrular kimsenin tekelinde değildir. Doğrular evrenseldir. Doğrular insani ve vicdani değerler bütünüdür. İşte içinde bulunduğumuz günlerde ülkemizde cereyan eden gelişme ve olaylara da doğrular üzerinden bakmalıyız diyorum.
Türkiye’de Gezi Parkı Eylemleri ile patlak veren isyanın nereye doğru gittiğinin altını çizerek, olması muhtemel korkunç olaylar zuhur etmeden alınabilecek tedbirler/önlemler ile bu gidişata bir son verilmesi konusunda hem iktidarı hem de eylemcileri uyarıyorum! Nasıl ki iktidar eylemleri hafife aldı, eylemcileri küçümsedi, önemsemedi ve hatta onlarla alay
edercesine tahrik eden söylemler sarfederek eylemlerin tırmanmasına, Türkiye geneline yayılmasına sebep oldu, aynı şekilde eylemciler de her geçen gün güçlerine güç kattıkça kontrolü zor duygu ve düşüncelerle eylemlerin akıbetini tehlikeye soktuklarına şahit oluyorum! Yani, eylemlerde aşırı gidilmekte olunduğunu, yağmalama, vurup-kırma, kamu mallarına zarar verme, güvenlik güçlerine saldırma (ki güvenlik güçleri de orantısız güç kullanıyor!) ve akla-hayale gelmedik çılgınlıklar ile asıl amaçtan sapmaya doğru yol aldıklarını görmeye başladım! Kısaca, eylemciler iktidarın düştüğü hataya düşmemesi ve iyi niyetle başlatılan eylemlerin amaca giderken raydan çıkmaması gerektiğine inandığım için eylemcileri de uyarmak zorunda kalıyorum!
Gezi Parkı Eylemleri’nden önce isterseniz Türkiye’nin 100 yıllık tarihi süreç içindeki benzer eylemleri hatırlayarak gelmiş-geçmiş iktidarların başına gelenleri ve AK Parti’nin kuruluş öncesi ve kuruluş sonrası serüvenini ve asıl amacını, amacından nasıl saptırıldığı üzerinde durarak emperyalist küresel güçlerin Türkiye üzerindeki oyunlarının perde arkasına bir bakalım diyorum. Gerçi Şer Üçgeni ‘Derin Dünya Devleti’ kitabımda bu konuyu tarihi, siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel bütün yönleriyle izah ettim ama kaç kişi bu kitabımı okudu ki! O yüzden günümüzdeki gelişmelere ve olaylara aynı mantık ve perspektiften bakarak gelecekte neler olabileceği konusunda ön fikrimiz olsun istedim.
Türkiye üzerinde oynanan oyunlar her zaman seçimler öncesine denk getirilir! Yine üç seçimin birarada yapılması muhtemel bir zaman diliminin yaklaşması ile küresel derin güçler harekete geçti ve Türkiye üzerinde yine oynamaya başladılar! (10 yıl önce AK Parti’yi iktidara getirmek için her türlü yola başvurdukları gibi..!) Ve küresel derin güçlerin açmış olduğu tünele gönüllü bir şekilde giren AK Parti iktidarı, üzerine düşeni 10 yıl gibi kısa bir süre içinde yerine getirdi! Amaç Büyük Ortadoğu Projesi’nin gerçekleşmesiydi! Bu nedenle Başbakan Erdoğan’a BOP Eşbaşkanlığı verilerek ödüllendirildi. Türkiye’nin AB’ye AK Parti ile girme garantisi verilerek toz-pembe vaatler verildi. Emperyalist küresel derin güçler 10 yıllık kısa bir süre içinde AK Parti iktidarı sayesinde tüm amaçlarına ulaştılar. Sıra AK Parti’ye devre dışı bırakmaya gelmişti. AK Parti iktidarının derdest etmek ve iç ve dış politikada yanlış yola sapmasını kolaylaştırmak için hazırlamış oldukları plân ve programı tatbikata koydular…
AK Parti iktidarı miladını doldurmuş, küresel emperyalist güçlerin yegâne amacı olan Büyük Ortadoğu Projesi’nin tatbik etmek için biçmiş oldukları rolü başarıyla oynamış ve Ortadoğu’da onlara en güzel zeminin hazırlanmasında üzerine düşen görevi layıkıyla yerine getirmiştir! Nasıl ki Türkiye’de gelmiş-geçmiş tüm iktidarlara kısa süreli de olsa roller verilerek ülkenin ilerlemesini, gelişmesini, yükselmesini sekteye uğrattılar! Nasıl ki Türkiye’yi 70 yıllık bir süre içinde bazen darbelerle, bazen anarşi ve terörle, bazen de terör örgütleriyle Türkiye’nin hep geri kalmasını (yerinde saymasını) sağladılar! Nasıl ki Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bu millete vasiyeti olan siyasi, ekonomik ve sosyal yönden müreffeh ülkeler seviyesine çıkmamasının önünü kesmeyi, cehalet, gaflet ve dalalet içinde olan iktidarlar sayesinde başardılar! Nasıl ki Osmanlı’yı parçalayarak bu milleti şehit kanlarıyla sulanmış bir avuç toprak parçasına mahkûm ettiler; ve aynen, bütün bunlara paralel yeni senaryo ve plânlarla da AK Parti’yi iktidara getirip toz-pembe hayallerle sırtını sıvazlayıp (ki her türlü desteği vererek) kendi amaçları doğrultusunda kullandılar! Halâ da kullanmaya devam ediyorlar…
Emperyalist küresel güçlerin 100 yıl önce ekmiş oldukları tohumlar zaten yeşermişti! Türkiye’nin NATO’ya girmesini sağladılar ve devletin tüm askeri ve sivil kurumlarına sızmayı böylelikle başardılar. Emperyalist küresel güçler, Türkiye’nin NATO’ya girmesinden
sonra ABD kontrolünde derin bir güç oluşturdular! Bu gücün kontrolünü de askere vermişlerdi!
Aslında her şey Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatıyla başlamıştı. Evet, Atatürk’ün vefatından sonra Türkiye’nin derinlerine sızmayı başardılar ve inanca, kültüre, ahlaka, milli ve ulvi değerlere yönelik korkunç bir dezenformasyonla korkunç bir plânı icraata koyup milletin en hassas ana damarına neşter atarak bir güç oluşumuna gittiler. İşte elde ettikleri bu derin güç ile de Türkiye’yi uzun yıllar perde arkasında yönettiler. Ne zamanki bu güç halkın gücü karşısında zafiyete uğramaya başlıyor işte o zaman darbe yoluna başvurarak milletin gücünü derdest etme yoluna gidiyorlardı! Merhum Adnan Menderes olayı bunun en bariz örneğidir. Ne zaman ki Türkiye anarşi, terör ve kaos ortamına sürüklendi yine askeri güç ile bertaraf etmeyi başarıyorlardı. Örnek mi 12 Eylül Darbesi! Ne zaman ki milletin içinden milli bir güç ortaya çıktı (merhum Turgut Özal gibi) yine bu derin dış uzantılı güç sahneye çıkıp bir şeyler yaptı: önce Özal’ı Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturtarak ANAP’ın gücünü zayıflatma yoluna gittiler daha sonra da (iddia edildiği gibi) Özal’ı zehirlediler!
Yukarıda örneklerini sıraladığımız gibi devletimizin ve milletimizin en kılcal damarlarına kadar sızmış emperyalist küresel derin güç, Türkiye’de Ordu/Asker ve Millet arasında derin bir uçurum yaratarak devletin kontrolünü onyıllarca perde arkasında askere yaptırmışlardı! Fakat asker ne zamanki bu gücün varlığını sezdi ve kendi içinde yenilemeye, yapılanmaya, milli bir çatı kurmaya karar verdi! Ve biraz da karşıtı doğu bloku (Rusya) ile temasa geçti, işe o anda emperyalist küresel güçler yeniden sahneye çıkarak bu sefer yıllarca baskı altında tuttukları, yıllarca ezdirdikleri, dışladıkları kesim içinden bir güç arayışına geçtiler! Ne korkunç bir gerçek ki aradıkları bu gücü dönemin Refah Partisi içinde buldular! Ve R. Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarını keşfettiler! Onların önünü açmak için de ABD ve AB ile arası çok iyi isimleri R. Tayyip Erdoğan’ın yanında görevlendirdiler! Ve artık 2000’li yılların arifesinde düğmeye basıldı, Refah Partisi içinden çıkan bir gurubun kurmuş olduğu AK Parti iktidara taşındı. Tabi ki ABD ve AB ile öncesinden anlaşmalar yapılarak, taahhütler (sözler) verilerek..! Tabi ki Türkiye’nin yönünü yenide batıya (ABD ve AB) çevrilmesi garantisi ile..!
Merhum Adnan Menderes ve Turgut Özal’dan sonra üçüncü bir kurban bulunmuştu nasıl olsa! Bu kurban şu andaki başbakan R. Tayyip Erdoğan’dan başkası değildi! Batıya kafa tutan askeri yapı, iktidara getirdikleri AK Parti ile derdest edilecek ve yeni bir örgüt adı ile (Ergenekon) asker halkın gözünde küçük düşürülecekti: gerekirse onlara anladıkları dilden konuşulacaktı! Nihayetinde Ergenekon Terör Örgütü hortladı! Operasyonlar, tutuklamalar, mahkemeler..! Ve arkasından Balyoz ve 28 Şubat süreci..! Tam 70 yıldır kullandıkları kendi derin yapıları üzerine AK Parti iktidarını musallat ederek en azından susturdular ve hatta ileri gelenlerini cezaevlerine göndererek etkisiz hale getirdiler. Ve böylece AK Parti iktidarının önünü açtılar, gaz verdiler, sırtını sıvazladılar, aferin dediler ve akıbeti meçhul bir bataklığın içine sokmakla kalmadılar ayna zamanda terör örgütü PKK’yı da AK Parti iktidarının başına bela ettiler.
Emperyalist küresel güçler AK Parti iktidarını bir süre PKK terör örgütüyle oyaladılar. AK Parti iktidarı terör örgütü PKK’yı etkisiz hale getirmek için uzun yıllar her yolu denedi. Akla-hayale gelmedik projeler geliştirerek terör örgütünün üzerine gitti. Terörle mücadelede uluslar arası mücadele yöntemlerinden de yararlanmaya kalkıştılarsa da kesin bir sonuç elde edemediler. Sonunda tek çıkar yol kalmıştı o da uzlaşma ve masaya oturma! Ve gün geldi halkın tepkisine rağmen bu düşünce icraata kondu. PKK terör örgütünü AK Parti sayesinde meşrulaştırarak kendi ana projelerini tatbik etmek için zemin hazırladılar! AK Parti iktidarını yanlış stratejilerle hem içerde hem de dışarıda yanıltarak korkunç bir senaryoyu tatbikata
koyarak halkı önce Kürt-Türk çatışmasının içine çekmek istediler ama başaramadılar bu seferde halkı iktidar-muhalefet, iktidar tabanı ve ötekiler olarak çatıştırmayı icraata koydular ve bunda maalesef başarılı oldular!
Aynen bunun gibi Türkiye’nin ağzına bir parça bal sürerek biraz ilerlemesi, gelişmesi ve yükselmesi AK Parti iktidarı sayesinde sağlanarak asıl amaçlarına gitmek için her türlü yola başvurmaktan çekinmediler. ABD ile BOP ortaklığı (Eşbaşkanlık), AB’ye girme vaatleri ve Türkiye’nin Ortadoğu liderliği gibi ödüllendirmeler ile maalesef Türkiye’nin bugünlere gelmesi sağlanmıştı! Yani, emperyalist küresel güçlerin 100 yıllık Türkiye’yi bölme-parçalama plânı içinde olmak şartıyla tüm Ortadoğu ve Kuzey Afrika sınırlarının (geçmişte İngiltere’nin cetvelle çizdiği gibi) yeniden (bu sefer ABD cetveliyle!) çizilmesi için düğmeye basılmış ve hedefe iyice yaklaşılmıştı! İşte AK Parti emperyalistlerin bu oyununa geldi!
Fakat kısa bir süre içinde emperyalist küresel güçler tarafından nasıl bir oyuna getirildiklerini anlayan AK Parti iktidarı bu gidişata dur diyebilmek için milli bir strateji ile yola devam kararı aldı ama çok geç kalmışlardı. Artık iş işten geçmiş ve yolun sonuna gelinmişti. Küresel derin güçler buna asla fırsat vermezlerdi, zaten öyle de yaptılar ve AK Parti ve Başbakan Erdoğan’ın defterini dürme kararı aldılar! İşte Türkiye’de olup-bitenlerin perde arkasındaki gerçeklerin kısaca özeti buydu..!
Bundan tam iki yıl önce 9 Haziran 2011 tarihinde Anayurt gazetesinde “AKP’yi gözden çıkardılar ya CHP ya da MHP!..” başlıklı bir yazı yazmıştım. O günlerde küresel güçlerin seçimler öncesi Türkiye üzerinde oynadıkları sinsi oyunun perde arkasını aralayarak sonuçta ne olabileceği hakkında düşüncelerimi yazmıştım. Gerek iktidarın gerekse muhalefetin bile aklına-hayaline gelemeyecek bir şekilde seçimlerin üzerine gölge düşürmek amacıyla halk üzerinde tahrik edici bir oyunun sergileneceğini iddia etmiştim. Bu ülkenin birlik-beraberliğini bozmak, iktidar ve muhalefet arasında derin bir uçurum yaratmak ve haklin içine fitne sokarak seçimlere yönelik büyük provokasyonların olabileceği üzerine çok hassas ve önemli tespitlerde bulunmuştum.
İşte 9 Haziran 2011 tarihinde yazmış olduğum yazı: “Türkiye, tarihinin hiçbir döneminde böylesine bir 'seçim' yaşamamış olacak! 12 Haziran seçimleri Türkiye için korkunç bir sınav olacak! Türkiye'nin kaderi bu seçimlerin sonucuna bağlı demiyorum tam aksine bu seçimleri provoka, manipüle edilebilir! Küresel derinliklerden gizli bir el Türkiye'nin üzerine gölge gibi düştü! Bu küresel derin gizli el önce partileri istediği şekilde dizayn etmek istedi. Seçim atmosferini bulandırmak ve istediği bir şekilde partileri dizayn edebilmek için her türlü provokasyon yapıldı! Devletin ve milletin kafasın bulandırıldı! İktidar bile ne yapacağını şaşırdı! İşte asıl beni üzen şey herkes birbirini suçladı. Maalesef birlikte olup asıl suçluyu aramadılar...
Siyasi partiler 12 Haziran 2011 seçimleri için kıyasıya yarışıyorlar. Üç büyük parti liderine bakıyorum da birbirlerine hakaret etmekten başka bir şey yapmıyorlar. Hakaret, iftira, karalama ne varsa saldırıyorlar. Doğru-yanlış demeden her gün birbirlerini en alçaltıcı ve aşağılayıcı bir şekilde suçluyorlar. Gerçi seçim yarışı diyeceğiz ama Türkiye böylesine ilk defa şahit oluyor. Bu nasıl bir seçim yarışı ise... Belden aşağı dahil her türlü küfür, hakaret ve sözlü saldırı seçim yatırımı olarak kullanılıyor. Küfürlerin illa açık olmasına gerek yok; imalı, dolaylı, vurgulu olması da yeterli... Ayıp, çok ayıp efendiler... Sizlere yakışmıyor... Milyonların karşısında hiç mi utanmıyorsunuz...
12 Haziran 2011 Seçimleri öncesi Türkiye içerden ve dışarıdan kuşatma altına alındı! İstihbari, psikolojik, sosyolojik ve siyasi kuşatma altında seçime girilmesi çok kötü sonuçlar doğurabilir! Dünyayı yöneten küresel güçler AKP'yi gözden çıkardılar. AKP yalnızlaştı. AKP bugün ne ABD'nin, ne AB'nin ne İngiltere'nin ne de İsrail'in umurunda! Şer Güçler AKP'nin defterini dürmek için 12 Haziran 2011 seçimlerine hazırlık yapmışlardı. Fakat biraz hayal kırıklığına uğradılar. Evdeki hesap pazara uymadı. Açık verdiler! Hem de büyük açık! Belki iktidarı ve muhalefet partilerini kafaya alıp yanıltabilirlerdi ama Türkiye'nin gerçek derin devletini yanıltamadılar. Karşılarında Türkiye'nin gerçek 'derin devleti'ni buldular ve büyük bir şoka uğradılar...
Türkiye üzerindeki plânları az-çok açığa çıktı! Şu andaki AKP üzerindeki bertaraf etme plânları da deşifre oldu. Aynı şekilde CHP ve MHP üzerindeki plânları domura uğradı. Batı artık AKP'yi istemiyor. AKP iktidarı küresel güçlerin yörüngesinden saptığı için hedef tahtasına oturtuldu. Küresel güçler şimdi CHP ve MHP üzerinde duruyor! Amaçları CHP'yi tek başına iktidara getirmekti. Olmadı MHP'ye ganca attılar. MHP'yi de tek başına iktidara getirmek için uğraştılar. Fakat onlar için en uygunu CHP idi. Şayet CHP başaramazsa MHP ile koalisyon yapabilirdi. Dış güçlerin hesabı-kitabı böyle! İç güçlerin hesabı-kitabı da böyle! İşbirlikçiler demek istiyorum! En çok üzüldüğüm CHP ve MHP olarak bütün bu oyunları göremeyişimiz!
Dış güçlerin Türkiye üzerindeki hesabı tutmazsa şayet Türkiye'yi Türk-Kürt çatışmasına sokacaklar. Zaten bunca zaman kıvamına getirdiler. İmralı-Kandil-Ankara üçgeni üzerinde büyük bir beklenti var! Mevcut AKP iktidarına süre verildi: 15 Haziran! Yani, ya dediklerimizi yaparsınız ya da Türkiye'yi kan gölüne çeviririz demek istiyorlar. Zaten her an her şey olabilir. Olaylar ufak ufak kıvılcım halinde başlayacak. Allah göstermesin bir anda Türkiye'yi alev alev saracak! Zaten şu anda kıpırdamalar başladı. Seçim gününe kadar herhangi bir şey olmazsa daha da tehlikeli bir durum var demektir! İnşallah ne seçim gününe kadar ne de seçim gününden sonra Türkiye'de bir şey olur.
İktidarın da, muhalefet partilerinin de unuttukları bir şey var! Bu millet sahipsiz değil! Bu milletin içinde devletini ve milletini gözetleyen, koruyan ve sürekli uyaran zinde güçler var! Tarihin binlerce yıllık derinliğinden süzülüp gelmiş ve mecburen bugün yeryüzüne hafifçe başını uzatıp her şeyi gözetleyen derin bir milli güç var! Onlar sadece uyarırlar! Müdahale etmezler! Onların görevi uyarmak ve doğruyu göstermektir. Yoksa müdehale etmek değil! Onların uyarılarını iktidar ve muhalefet partileri dikkate aldığı gün Türkiye şaha kalkar! Türkiye'yi kimse tutamaz. Onlar şu içinde bulunduğumuz günlerde yine uyarıyorlar! İktidar ve muhalefet partileri onların uyarılarına biraz olsun kulak versinler! Bilhassa şu içinde bulunduğumuz seçim arifesinde..!”
Evet, Anayurt gazetesinde 9 Haziran 2011 tarihindeki düşüncelerimin değişmediğini ifade etmek için girilen yeni süreçte de aynı plânın tatbik edilmekte olduğunun da altını çiziyorum. Bu tarihteki yazım şu an da aynen geçerlidir. Oyun yine aynı, tezgah yine aynı, plân yine aynı.. Oyun kurucular, oyuncular ve figürasyonlar da aynı..! Değişen hiçbir şey yok! Nasıl olsa PKK terör örgütünün de önü açıldı, PKK terör örgütü siyasallaşma yönünden iktidara rağmen kazançlı çıktı. İktidar partisi ile masaya oturup istediklerini sözde de olsa elde etti, o halde geriye ne kalmış olabilirdi?! 9 Haziran 2011 tarihten sonra yeni seçim tarihi beklendi! Yerel seçimler, genel seçim ve Cumhurbaşkanlığı seçimi! Türk-Kürt çatışmasının zemini hazırlanmıştı! Bu durumu gören ve geri adım atmak zorunda kalan AK Parti iktidarı Oslo görüşmesiyle başlattığı süreci devam ettirdi ve PKK ile masaya oturarak Kürt-Türk çatışmasının önüne geçti! Bu duruma öfkelenen emperyalist küresel güçler bu sefer AK Parti
tabanı ile ötekileştirilen muhalif kanat ve milli/ulusalcı tabanı karşı karşıya getirme plânını tatbikata koydular. Yani, AK Parti’nin iktidardan gitmesi ve Başbakan R. Tayyip Erdoğan’ın da ipinin çekildiği mesajı halka verilmeliydi!..
İşte bugün Gezi Parkı Eylemleri’nin perde arkasında acaba böyle bir oyun mu var diye çok endişelenmeye başladım. Oysaki sokağa çıkan, isyan eden, ayağa kalkan halkın bir kesiminin samimiyetinden şüphem yoktu! Şayet perde arkasında böyle bir plân var ise dahi bu milletin saf/temiz, akıllı, uyanık ve dirençli genç nesli bu oyunu mutlaka bozacaktır ümidini taşımaktayım. Keşke AK Parti iktidarı ve Başbakan Erdoğan Taksim’de Gezi Parkı eylemleri ile ayağa kalkan gençlerin sesine kulak verip onları anlayıp-dinleyebilseydi! Ama iktidar ve Başbakan Erdoğan onları anlama ve dinleme yolunu değil tam aksine iktidarda olmanın vermiş olduğu güce güvenerek rest çekti, geri adım atmadı, inadına üzerlerine gitmeyi tercih etti. Oysaki Gezi Parkı Eylemleri’ni başlatan gençleri dinlemiş olsaydı belki hep birlikte emperyalist küresel güçlerin Türkiye üzerindeki oyunları bozulacaktı diyorum..! Maalesef her geçen gün eylemler büyüyor ve Türkiye iç savaşa doğru sürükleniyor..!
Şimdi 9 Haziran 2011 tarihindeki yazımdaki ana düşünceyi ve masajı değiştirmeden sadece tarihini değiştirerek yeniden bir daha okumanızı öneriyor ve tekrar üzerinde derinlemesine düşünmenizi istiyorum:
VE DİYORUM Kİ:
Türkiye, tarihinin hiçbir döneminde böylesine bir 'seçim' yaşamamış olacak! Önümüzdeki seçimler Türkiye için korkunç bir sınav olacak! Türkiye'nin kaderi bu seçimlerin sonucuna bağlı demiyorum tam aksine bu seçimleri provoka, manipüle edilebilir! Küresel derinliklerden gizli bir el Türkiye'nin üzerine gölge gibi düştü! Bu küresel derin gizli el önce partileri istediği şekilde dizayn etmek istedi. Seçim atmosferini bulandırmak ve istediği bir şekilde partileri dizayn edebilmek için her türlü provokasyon yapıldı! Devletin ve milletin kafasın bulandırıldı! İktidar bile ne yapacağını şaşırdı! İşte asıl beni üzen şey herkes birbirini suçladı. Maalesef birlikte olup asıl suçluyu aramadılar...
Önümüzde yapılacak üç seçim öncesi (yerel, genel ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri) Taksim Gezi Parkı’nda başlayan isyan Türkiye’nin her yerine sıçradı ve tam 20 gündür halk sokaklara döküldü. Gezi Parkı Eylemleri nedeniyle üç büyük partinin liderine bakıyorum da birbirlerine hakaret etmekten başka bir şey yapmıyorlar. Hakaret, iftira, karalama ne varsa saldırıyorlar. Doğru-yanlış demeden her gün birbirlerini en alçaltıcı ve aşağılayıcı bir şekilde suçluyorlar.
Önümüzdeki yerel, genel ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi Türkiye içerden ve dışarıdan kuşatma altına alındı! İstihbari, psikolojik, sosyolojik ve siyasi kuşatma altında seçime girilmesi çok kötü sonuçlar doğurabilir! Dünyayı yöneten küresel güçler AKP'yi gözden çıkardılar. AKP yalnızlaştı. AKP bugün ne ABD'nin, ne AB'nin ne İngiltere'nin ne de İsrail'in umurunda! Şer Güçler AKP'nin defterini dürmek için yerel, genel ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırlık yapmışlardı. Fakat biraz hayal kırıklığına uğradılar. Evdeki hesap pazara uymadı. Açık verdiler! Hem de büyük açık! Belki iktidarı ve muhalefet partilerini kafaya alıp yanıltabilirlerdi ama bugüne kadar dikkate almadıkları, umursamadıkları, üzerinde bile durmadıkları genç nüfusu hiç hesaba katmamışlardı! Ve Gezi Parkı Eylemleri ile hem emperyalist küresel güçler hem de mevcut iktidar büyük bir şoka uğradılar...
Türkiye üzerindeki plânları az-çok açığa çıktı! Şu andaki AKP üzerindeki bertaraf etme plânları da deşifre oldu. Aynı şekilde CHP ve MHP üzerindeki plânları dumura uğradı. Batı artık AKP'yi istemiyor. AKP iktidarı küresel güçlerin yörüngesinden saptığı için hedef
tahtasına oturtuldu. Küresel güçler şimdi CHP ve MHP üzerinde duruyor! Amaçları CHP'yi tek başına iktidara getirmekti. Olmadı MHP'ye ganca attılar. MHP'yi de tek başına iktidara getirmek için uğraştılar. Fakat onlar için en uygunu CHP idi. Şayet CHP başaramazsa MHP ile koalisyon yapabilirdi. Dış güçlerin hesabı-kitabı böyle! İç güçlerin hesabı-kitabı da böyle! İşbirlikçiler demek istiyorum! En çok üzüldüğüm CHP ve MHP olarak bütün bu oyunların derinliğindeki yatan gerçekleri göremeyişi! CHP dolu-dizgin gidiyor ama MHP hiç olmazsa biraz temkinli!..
Dış güçlerin Türkiye üzerindeki hesabı tutmayınca halk üzerinde oynama yolunu tercih etler! Amaçlar Türk-Kürt çatışması çıkartmaktı. Başaramadılar! Zaten bunca zaman kıvamına getirmek için uğraştılar! İmralı-Kandil-Ankara üçgeni üzerinde büyük bir beklenti var! Mevcut AKP iktidarına süre verildi! Sonunda AK Parti iktidarı ve PKK masaya oturarak bir anlaşmaya vardılar. Silahlar sustu, PKK geri çekilme garantisi verdi! Aslında PKK terör örgütünün mesajı; ya dediklerimizi yaparsınız ya da Türkiye'yi kan gölüne çeviririz demekti! (Zaten her an her şey olabilirdi! Olaylar ufak ufak kıvılcım halinde başlayabilirdi! Allah göstermesin bir anda Türkiye'yi alev alev sarabilirdi! Zaten şu anda varılan anlaşma gereği her iki taraf da suskunluğu, itidal olmayı tercih etmişti! Şayet önümüzdeki seçimlere kadar bu konuda kesim adımlar atılmaz ve PKK ikna edilmez ise seçim gününe kadar çok daha tehlikeli şeyler olabilirdi. İnşallah ne seçim gününe kadar ne de seçim gününden sonra Türkiye'de bir şey olur!)
Türkiye’de tehlikeli süreç PKK ve İktidar arasında anlaşmazlıktan kaynaklanacak bir Türk-Kürt savaşı beklenirken maalesef asıl tehlike hiç kimsenin tahmin edemeyeceği bir şekilde hem de kendi halinde Taksim’de Gezi Parkı Eylemleri ile başladı! Eylemler ilk başladığında “Bir avuç çapulcu” denmişti! Fakat zaman geçtikçe o bir avuç çapulcu dedikleri güç tüm Türkiye’ye yayıldı ve bin avuç çapulcu oldu. (Tarihin tekerrürü müydü ne! Özal rahmetli de PKK hortladığında ‘bir avuç eşkıya demişti’ de zaman geçtikçe o bir avuç eşkıya bin avuç, onbin avuç, yüzbin avuç olmuştu da tam 30 yıl boyunca onbinlerce şehidimize ve milyarlarca dolar milli servetimize mal olmuştu!) Bu vahim örnek ile şimdi ben AK Parti iktidarını uyarıyorum! Bir avuç çapulcu dediniz, gördünüz ki hiç de öyle değilmiş ve bu bir avuç çapulcu dediğiniz halk kitlesi dalga dalga Türkiye’nin her yerine (hem de bir ay gibi kısa bir sürede) yayıldı ve baş edemeyeceğiniz bir güce dönüştü! Keşke Gezi Parkı Eylemleri’ni daha başında ciddiye alıp da eylemcilerle görüşerek onları dinlemiş olsaydınız acaba bugünkü durumlar yaşanır mıydı diyorum?!
Şimdi mevcut AK parti iktidarını önemli ata sözleri ile uyarmak istiyorum: Tarih tekerrürden mi ibaret! Gülme komşuna gelir başına! Ateşin üzerine benzinle gitme! Komşudaki yangın size de sıçrayabilir! Evdeki hesap pazara uymadı! Öfkeyle kalkan zararla oturur! Bir de belki bir gün atasözü olabilir diyerek, karışma komşunun içine/işine karışır bir gün içine/işine! Şimdi mevcut AK Parti iktidarını bu ata sözleri ile uyararak kendine gelmesini istiyorum.
Yani, merhum Adan Menderes dönemini hatırlatarak bu gidişat hayra değil şerre sinyal veriyor, iktidar bir an önce içinde bulunduğu gaflet ve dalaletten kurtularak Gezi Parkı Eylemleri’nin ciddiyetini kavramasını ve bir an önce gururu, kibri, elindeki güvendiği gücü bir kenara atarak eylemcilerle görüşüp ülkenin huzuru, güvenliği için akıllıca bir adım atmasını tavsiye ediyorum..! Ki bugün sokağa çıkan, haykıran, bağıran, isyan eden halk aslında dışladığımız, önemsemediğimiz, ciddiye almadığımız ÖTEKİLEŞTİRDİKLERİMİZDİR! Ve tarihin tekerrür etmemesi için mevcut iktidarın zararın neredesinden dönerse o kadar karlı çıkacağının mesajını veriyorum. İktidarlar gelip-geçicidir, kalıcı olan devlet ve millettir!
Gülme komşuna gelir başına ve komşudaki yangın size de sıçrayabilir derken, Suriye’nin iç işlerine karıştık ve Suriye’deki yangın ne kadar da ülkemize sıçramadıysa benzer bir ayaklanma, isyan baş gösterdi ve Türkiye’nin her yerine yangın misali sıçradı. Şimdi Suriye Lideri Esat içten içe gülüyordur diyorum! Hatta ve hatta belki de Esat ABD, AB ülkeleri ile bile anlaşmış olabilir! Esat’a gün doğdu! Baksanıza Suriye’de muhalifleri bastırıyor, kaybettiği şehirleri her geçen gün geri alıyor. Türkiye’nin nasıl da batının (ABD ve AB’nin) oyununa gelerek (onların gazıyla) Suriye’nin iç işlerine karışarak “Suriye bizim iç sorunumuzdur” açıklaması adeta buharlaştı ve bulut oldu! Ve o güvendiğimiz ABD, o güvendiğimiz AB ülkeleri şimdi Türkiye’yi uyarıyorlar ve eylemcilerin haklı olduğu konusunda beyanat veriyorlar! Hatta bazen o kadar sertleşiyorlar ki iktidarı sık sık ikaz ediyorlar! Görüldüğü gibi komşumuzun işine karıştık, komşumuzdaki yangın bize sıçramadıysa dahi içimde çıktı benzer bir yangın ve şu anda tüm Türkiye’yi yakıp-kavuruyor!
Gezi Parkı Eylemleri’nin başlangıcında iktidar umursamaz davrandı, önemsemedi, bir avuç çapulcu dedi ama eylemler o gün gün büyüdü ve Türkiye’nin büyük şehirleri dahil her yerine sıçradı. AK Parti iktidarı ve Başbakan Erdoğan eylemcileri ciddiye (muhatap olarak) alması gerekirken tam aksine ‘onlar bir avuç çapulcu’ diyerek üzerlerine gitmeyi tercih etti! Baskı, şiddet, korku oluşturmak için her türlü tahrik edici sözler sarfetti. Sonuç ne oldu dersiniz?! Olan hem eylemcilere, hem AK Parti iktidarına hem, ülkeye oluyordu! Olan devlete ve millete oluyordu. Olan Türkiye’ye oluyordu.
İktidar bu gerçeği de mi göremiyordu. Nedir bu öfke, nedir bu şiddet, nedir bu hırs?! Ve öfkeyle kalkan iktidarın zararla oturacağı günler içine de girildi gibi geliyor! Aynı uyarım eylemciler içinde geçerli: öfkenizi kontrol edin, kamu mallarına zarar vermeyin, provokasyonlara gelmeyin, aşırı tahriklerden sakının, macera aramayın, yine aşırı küfürlerden de sakının diyorum. Uyarılarım hem AK Parti iktidarı hem de Gezi Parkı Eylemcileri içindir! Bu baskı ve şiddetten, bu eylemlerden kimse kazançlı çıkmayacaktır. Kaybeden devlet olacak, kaybeden millet olacak, kaybeden Türkiye olacak..!
Maalesef şu anda hem AK Parti iktidarı hem de Gezi Parkı Eylemcileri raydan çıktı! Her iki taraf da çılgınca yollara başvuruyor! İktidar hala elindeki devlet gücüne ve siyasi tabanına güveniyor! Eylemciler de ülkenin her yerinde ayaklananlara ve yurt dışından gelen desteğe güveniyor! Tarafsız bir gazeteci-yazar olarak her iki tarafı da itidal ve sağduyuya çağırmaya devam ediyorum. Tekrar ediyorum, sonunda kazan olmayacak, kaybeden Türkiye olacak..!
|