Evrensel, İdeolojiler ve Partilerüstü Düşünen, Milliyetçi ve Ulusalcı Olduğu Kadar Ümmetçi, Dindar ve Atatürkçü Olan; Tuhaf, Garip ve Sıra Dışı Bir Gazeteci-Yazar’ın Gezi Parkı Eylemleri Hakkında Neler Düşündüğünü Hiç Merak Ettiniz Mi?!
(Yıllarca Anayurt gazetesinde köşe yazarlığı yapan, iki yıldır da hafta bir de olsa Efece Haber’de yazan Muhsin Akıl’ın özgeçmişini, çok özel dünyasını, nasıl yetiştiğini, nasıl bir yaşam mücadelesi içinde nasıl bir süreçten geçerek bugünlere geldiğini, bugünkü ruh dünyasına ve bilgi birikimine nasıl ulaştığını, neden sert bir üslupla gözü kara yazılar yazdığını, neden isyankar ve cesur olduğunu, neden yıllarca olayların üzerine gözü kara bir şekilde gittiğini, neden olayları çok önceden sezip(bilip!) yazdığı için hakkında ‘kahin’, ‘müneccim’, ‘her şeyi bilen adam’ dendiğini, neden o kadar sansasyonel olay yazmasına rağmen hakkında hiçbir dava açılmadığını, Muhsin Akıl’dan neden korkulduğunu, ona neden istihbaratçı ve derin devletin adamı dendiğini (oysaki uzaktan ve yakından hiçbir alakası yok), neden bir ara Ergenekon kapsamı içine alındığını, neden telefonlarının ikibuçuk yıl dinlendiğini ve teknik takibe uğradığını, neden bu yüzde Ergenekon kapsamı içine alındığını, neden yazılarında bir tuhaflık, gariplik ve aykırı düşünceler sırıttığını izah etmek için biraz geçmişe, çocukluğuna, ilköğretim ve üniversite yıllarına giderek bir şeyler izah etmeye çalışacağım!
Gazeteci ve Yazar olarak çocukluğunda ailesinden İslâmi terbiye almış, daha Ortaokul yılların da dedesinden Kurtuluş Savaşı ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk anılarını dinleyerek büyümüş, yaşı ilerledikçe sol fikirlerle haşır-neşir olup kendisini solcu-komünist olarak hissetmiş ve daha sonra bu düşünceleri zaman içinde farklı düşüncelerle kaynaşmış ve çok okuyarak ufkunu açıp yeni fikirlere yönelmiş, lise yıllarında İslâmi görüşle tanışıp, siyasi ve edebi olarak bu görüşü benimsemiş, aynı zamanda Milliyetçi fikirlerle de bu görüşünün etrafını örmüş, Akıncılar, MTTB ve Milleyetçi/Ülükücü çevreler içinde bir süre bulunmuş, bir ara Milli Görüş’ü benimseyerek gençlik yıllarında Mili Gazete ve Yeni Devir’de yazmış, Erbakan ve Necip Fazıl Kısakürek hayranı, Edebiyatçı yönü ile de Mavera ve Diriliş gibi edebiyat dergilerini uzun süre takip etmiş (Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç ve çevresi, Nuri Pakdil ve Çevresi ile kendisini bağdaştırmış) ve aynı zamanda solun önde gelen yazarlarını, şairlerini okumaktan da uzak kalmamış, dünyadaki devrimlere olan sempatisi, Nazım Hikmet ve Che Guevara tutkunluğu, hurafelere ve tabulara olan öfkesi, ezilmişlerin, mazlumların, kimsesizlerin yanında olma arzusu, dünyanın neresinde olursa olsun etnik kimlik ve dini inanç ayırımı yapmadan bütün ezilenlerin, sömürülenlerin yanında tavır alışı, zamanla devletçi bir çizgiye doğru adım atıp askere yakınlaşması ve yıllar sonra da ideolojiler ve partiler üstü düşünce ve fikirlere sahip olarak sadece ve sadece kırmızı çizgileri Allah, Peygamber, İslam, Kur’an, Vatan, Millet, Bayrak ve Devlet diyerek sınırlarını örmesine rağmen bütün görüş ve fikirlere, bütün inanç ve değerlere, bütün dini ve etnik yapılara tarafsız bir şekilde bakarak hiçbir ayırım yapmadan hepsini kucaklayan bir anlayışla bu ülke BİZİM, bu ülke HEPİMİZİN diyen, sağcısı, solcusu, ateisti, Türk’ü, Kürt’ü, Laz’ı, Çerkez’i, Arap’ı, Arnavut’u ile BİZ bir MİLLETİZ şuuru içinde siyasi, ideolojik, dini, etnik hiçbir ayırım yapmadan
BİZ bir DEVLETİZ bilinci içinde, AK Parti, CHP, MHP ve diğerleri ile birlikte hiçbir parti ayırımı yapmadan tüm siyasi partilere eşit mesafede yaklaşan, Ergenekoncu, Ulusalcı, Milliyetçi, Muhafazakar, Dindar vs. hepsine kucaklayıcı ve geniş bir açıdan bakan, yıllarca da asker ile haşır-neşir olduğu için askeri (TSK’yı/Ordu’yu) çok iyi tanıyan ki asker ve sivil hiçbir ayırım yapmadan BİZ bir MİLLETİZ ve BİZ bir DEVLETİZ şuuru/bilinci içinde bugüne kadar görüşlerini, fikirlerini, düşüncelerini açıklayan, daha da önemlisi içinizden biri olan mütevazı bir hayat yaşayan kendi halinde bir gazeteci ve yazardan, en önemlisi de AK Parti kurulduğu günlerde perde arkası da olsa bu partinin kuruluşunda büyük emeği geçen -arkadaşlarının AK Parti’nin amblemine, tüzüğüne, propagandasına, stratejisi ve yol haritasında emeğinin geçmesi..!- ve daha sonra yol arkadaşlarının emekleri üzerinden nemalanmaların olduğunu gördüğü için AK Parti’den uzaklaşarak gazeteci ve yazar olarak mücadelesini sürdüren bir zamanlar AK Parti ile de bir o kadar yakın temas içinde olan böylesi garip-tuhaf, absürt, sıra dışı bir gazeteci-yazarın Taksim Gezi Parkı eylemleri ile başlayıp tüm ülkeye yayılan EYLEMLER hakkında neler düşündüğünü hiç merak ettiniz mi?! İşte şimdi -biraz önce özgeçmişinden pasajlar okuduğunuz- böyle bir adamın Gezi Parkı Eylemleri hakkında neler düşündüğünü okuyacaksınız!..)
Bu millet tarih boyunca neler çekti neler?!.. Kaç bin yıllık tarihi derinliğindeki gerçekler incelendiğinde ne kadar büyük, ne kadar kahraman, ne kadar sabırlı, ne kadar azim ve gayretli bir millet olduğu anlaşılacaktır. Yıkılmış ama yılmamış, yeniden ayağa kalkmış. Ezilmiş ama ezmemiş, öfkesini sinesine çekip kendisini ezenleri bağışlamasını bilmiş ki affı ve hoşgörüyü adap ve edep bilmiş… Çoğu zaman hor görülmüş, dışlanmış, al-aşağı edilmiş ama hiçbir zaman hor görmemiş, dışlamamış, al-aşağı etmemiş… Tarih boyunca öcü gibi gösterilmiş, korkulan bir millet olmuş ama hiçbir zaman öcü olmadığını kanıtlamış, korkutmamış, tam aksine korkan milletlere kol-kanat gerip merhameteni, şefkatini esirgememiş…Böylesi bir milletin şu an düştüğü duruma bir bakar mısınız?! Hem de kaçıncı asırda..!
Bu milletin özünde ahlak, edep/haya, merhamet/şefkat, cesaret/kahramanlık ve ilim/bilim vardı ki binlerce yıldır ayakta durmasını bilip ta bugünlere kadar varlığını sürdürmüş. Bu milletin gözünde geçmişten ders çıkartıp ileriyi görmek, geleceğe hep umutla bakmak, yarınlara ışık tutmak vardı ki tarihi boyunca da öyle yapmış… Bu milletin yüreğinde asalet ve irfan vardı ve asırlarca öyle de kalmasını bilmiş ve bugünlere gelmiştir. Bu milletin adı Türk diye anılırdı ama içinde Kürt’ü, Laz’ı, Çerkez’i, Arap’ı, Gürcü’sü, Arnavut’u vs. her millet vardı ve yüzyıllarca da var olmaya da devam etmiştir. Ne zaman ki İslâm ile şereflendi daha da güçlendi ve İslâm’ın duyulmasında, yücelmesinde nice zaferlerin altına imzasını atmış bir millettir. Derken Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti…
Emperyalist küresel derin güçler, tüm diğer dinler ve milletler biraya gelip maalesef yüzyıl önce koskoca Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamayı başardılar. Onların kini, öfkesi ve hırsı İslâm’a ki Türkiye’ydi! Osmanlı’yı parçaladılar ama geriye kalan şehit kanlarıyla sulanmış bir avuç toprak parçasında Gazi Mustafa Kemal’in önderliğinde kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti ile bu millet yeniden dirildi, yeniden ayağa kalktı ve yeniden şahlandı ve tam bir asra yakındır da adını Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak bütün dünyaya tescil ettirdi. Her yıkılış bir şeyleri de beraberinde götürür! Her diriliş yanında bir şeyleri de beraberinde getirir! Hatalarıyla, günahlarıyla, eksiklikleriyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuranlara ne kadar teşekkür etsek azdır. Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarına.. Sonra da Kurtuluş Savaşı’nda destan yazan şehitlerimize ve gazilerimize.. O günlerden kaç gazi kaldı ki geriye?!
Evet, böyle bir milletin, böyle bir devletin kurulması, büyümesi ve çağdaş muasır devletler seviyesine doğru yükselmesi maalesef emperyalist küresel güçleri rahatsız etmiştir! Daha kurulma safhasında (baktılar ki cephede yok edemediler!) kin, öfke ve ihtirasla devletimizin ve milletimizin kılcal damarlarına kadar sirayet ederek yıllarca hegemonya altında tutmuşlar ve kendi doğrultularında zoraki her istediklerini yaptırmayı başarmışlardır. Önce ahlaki, sonra kültürel, daha sonra tarihi ve sonunda da etnik ve dini ayrımcılığa yol açabilecek ne kadar fitne var ise içimize sokmuşlar ve bu milleti birbirine düşman etmişlerdir. Önce din ve tarih düşmanlığını hortlatıp sonra da kendi inançlarına, kendi kültürüne, kendi tarihine küfredecek kadar değişime-dönüşüme uğratıp bambaşka bir neslin yetişmesinde başarılı olmuşlardır. T.C Devleti’nin kurulduğu yıllar! Her 10 yılda bir gerçekleşen darbeler! İrtica, yobaz, gerici vs. söz ve kavramlarla psikolojik harp sonucunda büyük bir etkileşim/değişim!
12 Eylül öncesi sağ-sol diye kamplaşmalar, daha sonra etnik ve dini ayrışmalar ve sonunda Ordu ve Millet arasında fitne! Batı Çalışma Gurubu, Ergenekon, Balyoz ve 28 Şubat..! Ne zamanki NATO’ya girdik, ne zamanki ABD ile haşır-neşir olduk, ne zamanki İsrail ile siyasi, ekonomik, askeri, istihbari ilişkiler içine girdik işte o zaman özümüzü, kimliğimizi, asıl benliğimizi kaybetmeye başladık! Emperyalist küresel güçler içimize öyle bir sızdılar ki hem de kılcal damarlarımıza kadar! Bu milletin özüyle, gönlüyle, gözüyle ve sözüyle oynadılar..!
Zaten bir asra yakın ahlakımızı, tarihimizi, kültürümüzü tarumar ettiler, yarım asra yakın bağımsızlığımıza müdahale ettiler, çeyrek asır üzeri de PKK terör örgütünü başımıza bela ettiler ve sonunda ülkemiz insanını ideolojik, kültürel, sosyal kamplara bölüp birbirine düşman ettiler. Tek partili dönemden çok partili döneme geçişte yaşananları araştırıp-öğrendiğimiz zaman bu milletin ne gibi badireler atlattığını apaçık görürüz! Çok partili dönemden daha çok partili dönemlere geçişte yaşananlar hatırlanacak olunursa gerçekleri daha iyi anlarız! Siyasi kamplaşmalarla ekilen fesat ve fitne tohumları zamanla yeşerdi ve bu milleti paramparça etti. Medeniyet diye medeniyetsizliği aşıladılar ve bu milleti kendi öz kimliğinden ettiler! Bu milleti kendi özgeçmişinden, inanç ve kültür değerlerinden soğuttular ve benliğine, asli kimliğine düşman ettiler!..
Emperyalist küresel derin güçler devletimizin ve milletimizin içine sızarken kendi kültürlerini, kendi düşüncelerini, kendi hissiyatlarını katarak bu devletin ve bu milletin asaletiyle, azametiyle ve akıbeti ile oynayarak bambaşka bir millet yapmayı da başardılar! Teslimiyetçi bir zihniyetle onlarca yıldır zoraki ayakta duran T.C. Devleti direnebildiği kadar direndi ve ayakta durmayı başardı. Fakat devlet kurumlarımıza, askeriyemize, kurumlarımıza ektikleri tohumlar zaman içinde yeşerip dal-budak salınca bu sefer bambaşka bir nesille karşılaştık! Tarihine, kültürüne, inançlarına, ahlakına, milli ve ulvi değerlerine yabancılaşmış, kendisini tanımakta zorluk çeken bir acayip Millet olup çıktık sonunda..!
Devlet ve Millet arasındaki uçurum zaman içinde düşmanlık derecesine geldi. İnanan halkımızın bir kısmına yobaz, gerici, irtica diyerek hor gördük, dışladık ve lânetledik! İnanan bir kısım insanımıza da Atatürk’ü ve devleti ilâhlaştırarak düşman yaptık; deccal ve kâfir diyecek kadar ileri gittik! Böylece derinlerde birbirine düşman iki millet olmamıza rağmen resmiyette sanki tek millet gibi göründük! Bu milleti parçaladıkça parçalara böldüler, böldükçe böldüler ve birbirine düşman ettiler! Bu milletin içinden çıkmış bir insanı (Merhum Adnan Menderes) ve üç arkadaşını sehpaya gönderen bir devlet olduk! Bu milletin içinden çıkmış bir insana (Merhum Turgut Özal’a) bile tahammül edemeyerek zehirleyecek kadar canileştik! Ve yine bu milletin içinden çıkmış bir insanı (Şu andaki iktidarın başı Başbakan Erdoğan’a) bile tahammül edemeyecek kadar ileri gidip her türlü hakareti kendimize cevaz gördük!.. Evet, nasıl bir millet olduk öyle?! Biz böyle bir millet miydik ki?!
Evet, bundan 12 yıl önce AK Parti sandıktan çıktı ve iktidar koltuğuna oturdu. Onca seçime rağmen hep AK Parti sandıktan çıktı. Gerek yerel gerek genel seçimlerde hep önde giden bir parti oldu. En son seçimlerde de R. Tayyip Erdoğan, kişiliği, karakteri, karizması ile halka kendisini sevdirdi ve yüzde 50’ye yakın bir oy alarak yeniden iktidara gelip üçüncü döneme büyük bir aşk ve şevk ile girmiş oldu. İlk dönem çıraklık, ikinci dönem kalfalık, üçüncü dönem de ustalık dönemi..!
Fakat ellerindeki iktidar gücüne güvenerek önce geçmişin hırsı ve öfkesi ile halkın bir kısmına tepeden bakmaya başladılar! Kendi inandıkları gibi inanmayanları, kendi düşündükleri gibi düşünmeyenleri, kendi yaşadıkları gibi yayamayanları dışladılar, küçük gördüler, alay ettiler..! O dışladıkları, ötekileştirdikleri, hor gördükleri halkın bir kesiminin öfkesini kazanıyorlardı! Onların düşünce ve görüşlerine saygısızlık yapılmakla birlikte tamamen dışlayıcı, hor görücü bir politika izleyerek zaman içinde o dışladıkları ve beğenmedikleri halkın bir kesimin düşmanlığını kazanıyorlardı!
Bu arada Ergenekon, Balyoz ve 28 Şubat davaları sürecinde askeri de karşılarına alıp ıslah etmeye çalıştılar! Türk Silahlı Kuvvetler’in adını rencide edecek derecede kirli bir propagandaya girişerek kendilerine yeni bir düşman sınıf yaratmakta gecikmediler!.. Azdılar, şımardılar ve kendileri dışındaki herkese tepeden bakıp kınamaya, aşağılamaya başladılar!
Aynı zamanda AK Parti iktidara geldiği günden bu yana yandaşlarını milyarder yaparken ötekilerin üzerinde korku rüzgarları estirmesi, özelleştirmeler ile devletin altın yumurtlayan tavuklarının bir bir satması, bir avuç yandaşın refah düzeyi yükselirken halkın büyük bir kesiminin vergiler ile, tüketime özendirme ile borçlandırılması da birikmekte olan gazın patlama derecesine getirmişti! Batı ile haşır-neşir olurken ahlaki yapının yavaş yavaş çökmesi karşısındaki duyarsızlık ve vurdumduymazlık ise işin cabasıydı! Aslında başı-boş, sessiz, kendi halinde, internet odaklı, zevk ve eğlenceye düşkün, siyasetten uzak genç bir nesil yetiştiriyoruz zannettikleri o genç neslin hiçte öyle düşündükleri gibi başıboş ve kendi halinde olmadığı Gezi Parkı Eylemleri ile ispatlanmıştır!..
AK Parti iktidarı ile köklü değişimler, yenilikler, gelişmeler, akıl-almaz ilerlemeler kaydedildi. Türkiye siyasi ve ekonomik yönden dünyadaki yerini alarak uluslar arası arenada sözü geçen, takdir edilen, önemsenen, ciddiye alınan, her geçen gün saygınlığı artan bir ülke konumuna yükseldi. Ama iktidara gelenlerin ellerindeki güce güvenip geçmişin öfkesini, kinini kusması, halkın bir kısmını ötekiler diye ayırması, ötekiler üzerinde korku imparatorluğu oluşturması maalesef Gezi Parkı eylemlerini hortlatmıştır! Gezi Parkı Eylemleri öylesine kendi kendine zuhur etmemiştir! Yılların birikimi, yılların sabrı, yılların metaneti ile biriken gaz sonunda dışa vurmuş ve Taksim Gezi Parkı’da patlamıştır. Gezi Parkı ile Türkiye yeniden iki kutba ayrılırken korkulası bir iç çatışmanın da sinyallerini vermeye başlamıştır..! Taksim’de başlayan halk isyanı aniden ülkenin her yanına sıçramıştır…
Kısa bir süre öncesine kadar terörle mücadele de büyük bir başarı gösteren AK Parti iktidarına ne oldu ki sözkonusu terör örgütü PKK ile masaya oturup uzlaşmaya kalkışarak halkın büyük bir kesiminin nefretini üzerine çekti?! Ne oldu ki barış adıyla, emperyalist küresel güçlerin Türkiye’deki uzantısı PKK’ya zeytin dalı uzatıp binlerce şehidimizin ruhlarını sızlattı?! Ne oldu ki terörle mücadelede kendi canların pahasına başarı göstermiş gazilerimizin şah damarına neşter atarak onları derinden üzüp-yaraladı?! Ne oldu da bunca yıl mücadele ettiği terör örgütü PKK ile kucaklaşarak şehit ana-babalarının yüreğine kezzap suyu döktü?! Evet, şimdi de, ne oldu da ötekiler diye dışladığı halk bir anda şaha kalktı ve Taksim Gezi Parkı eylemleri ile bir anda tüm ülkede sesini duyurdu?! Bir söz var: ne ekersen onu biçersin! Madem ki ektiklerini biçiyorsun neden şikayet ediyorsun?!
Bu nasıl bir anlayış, bu nasıl bir zihniyet, bu nasıl bir gidişattı ki bugüne kadar mücadele ettikleri dış güçlerin taşeronu terör örgütü ile aynı masaya oturup anlaştılar?! İktidarın ani bir manevra ile terör örgütü PKK’yı ciddiye alıp muhatap olması karşısında halkın şaşkına dönmesi doğal mıdır sizce?! Elbet ki halk bu hususta çıldırır, kendinden geçer ve iktidara diş biler! İktidarın halk üzerindeki baskısı, despotizmi ve zamanla da korku imparatorluğu oluşturması içten-içe derin bir kine, husumete ve öfkeye dönüşüyordu da iktidar bunun farkında değildi. Sonunda biriken bu kin ve bu öfke gazı Taksim Gezi Parkı’nda patladı..! Patlayan gaza biber gazıyla karşılık vermek miydi cevabı! Peki, neydi biber gazının macerası?! Halkın içine tuz-biber ektiniz, tuzlu-biberli bir isyanı da hak ettiniz..!
Taksim’de başlayan Gezi Parkı Eylemleri hızla ülkenin her yerine sıçraması ve her gün protesto ve gösterilerle daha çok kitleleri yanına çekmesi, olayların Üniversite ve hatta İlköğretime bile sıçraması, uyuyan halkı kendine getirip uyandırması boş ve anlamsız gelişmeler değildir? Ne ekersen onu biçersin! Sen halkın bir kesimini küçük görüp dışlarsan, elindeki devlet gücünü halkın üzeninde kullanırsan, seni sevmese de sana karşı gelse de fikri-zikri ayrı da olsa sen halkın bir kesimini görmezlikten gelerek dışlayıp onlara üvey evlat muamelesi yaparsan, onların üzerinde korku imparatorluğu oluşturursan, onların inançlarıyla alay edersen, onların düşüncelerine karşı yandaş medyanı kışkırtırsan, onların hak arayışlarını, onların, umutlarını, onların sesini görmezlikten ve duymazlıktan gelirsen elbet ki gün gelir bu beğenmediğin, önemsemediğin, ötekiler diye ayrım yaptığın halkın bir kısmı nihayetinde patlar ve sokaklara taşar..! Sonra da ne oldu bu halka diye veryansın edersin?! Olayları dindirmek yerine, sözlü açıklamalar ile olayları daha da körüklersin! Olayların üzerine tazyikli su ve biber gazı ile gidersen, karşılığında öfke, nefret ve kin biçersin! Sıkılan bu su ve biber gazı ne ülkeyi saran yangını söndürdü, ne de halkın birikmiş gazına çere oldu! Halk bir kere patladı ve sokağa çıktı, ardı-arkası kesilmedi, sokaklar, caddeler ve meydanlar daha da kalabalıklaştı, protestolar, gösteriler, eylemler daha da yoğunlaştı…
Gezi Parkı Eylemleri’nin ana gerekçeleri arasında daha sayamayacağımız kadar şeyler var ama biz elle tutulan, gözle görülen, dışa vurmuş gerçekler üzerinde durmaya çalıştık. Asıl korkumuz şayet iktidar halkı tahrik edici söylemlerinde, tedbir diye almış olduğu kışkırtıcı önlemlerinde(!), uzlaşma/yakınlaşma değil de ıraklaşma, uzaklaşmayı sürdürdükçe bu eylemler devam edecek ve bu halk susmayacaktır. İktidar hiçbir ayırım yapmadan ‘devlet’ olduğunu göstermedikçe, iktidar hiçbir ayarım yapmadan kendi yandaşları ile ötekileştirdiği halkın bir kesimini tehdit etmekten (korkutmaktan) vazgeçmedikçe, iktidar sen-ben, biz-siz ayrımını terk etmedikçe ne sokaklarda bu eylemler, ne bu protesto ve gösteriler sona erer…
Düşmanlar, dış güçler, yabancı mihraklar bulanık, kaoslu ve karışık havayı sever! Nihayetinde Taksim’de başlayan Gezi Parkı Eylemleri de havayı/atmosferi bulandırmaya başlayınca elbet ki provokatörler de iş başı diyerek milleti birbirine düşürecekti! Zaten öyle de oldu! Bu arada illegal örgütler de ara-sıra ortalığı karıştırarak, eylemcileri tahrik ederek, yakıp-yıkarak, vurup-kırarak, yağmalayarak samimi, dürüst, haklı eylemcilerin eylemlerine de gölge düşürmüştür! Maalesef Gezi Parkı Eylemcileri dış mihraklı yabancı otları aralarından ayıklayamamanın faturasını da ödemek zorunda kaldılar! İktidarın bu konudaki şikayetine ne diyeceğiz?! Eylemcileri haklı iken haksız konuma düşmekten kim kurtaracaktı?! O yüzden eylemcilerin dikkatli olmaları zorunluydu! Eylemlerdeki amacın dışına çıkılmamalıydı! Ama tahrik, kışkırtma, fitne ortalığı toz-duman edip halkı birbirine düşürebiliyordu!
Gezi Parkı Eylemleri başladığı günden bu yana Başbakan Erdoğan’ın tutarsız ve tahrik edici açıklamaları eylemcileri iyice öfkelendirmiş ve yeniden hem de her gün sokaklara dökmüştür. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün sağduyu çağrıları biraz ortalığı yatıştırsa da maalesef Başbakan Erdoğan’ın birbiri ardına yapmış olduğu açıklamaları ortalığı iyice kızıştırmıştır! Başbakan Erdoğan’a yakışan tedbir ve önlem almakla birlikte ortamı yatıştırmak değil miydi?! Peki, ne oldu da sürekli eylemcileri tahrik eden açıklamalar yapıyor, yüzde 50 ile tehdit ediyor, çapulcular sözünden geri dönmediği gibi tekrar tekrar telaffuz ediyor ve ateşe benzin ile gidiyor?! Bu gidişatın sonucu vahim! Allah göstermesin halk birbirine düşer ve olaylar sokaklarda sıcak çatışmalara dönüşürse ne olur o zaman ülkenin hali?! Bunun sorumlusu ve vebali Başbakan Erdoğan ve iktidarı olmaz mı?!
Her şeye rağmen biz yine de taraf tutmaksızın hem Başbakan Erdoğan ve mevcut iktidarını hem de Gezi Parkı Eylemcileri’ni itidal, sağduyuya davet ediyor her iki tarafında ortak bir noktada buluşup ülkeyi felakete götürmekten bir an önce vazgeçmelerini tavsiye ediyoruz. Başbakan Erdoğan ve iktidarı demokratik seçimlerle sandıktan çıkmış ve bu işin çözüm yolu yine (sokaklar değil) sandıktır diyoruz! Öte yandan demokrasilerde haklılıklarını sokaklarda haykırarak aramanın da bir HAK olduğunu düşünerek Başbakan Erdoğan’ın ve iktidarın sokaklara çıkıp hakkını arayan halkın bir kesimine kulak vermelerini öneriyoruz! Her iki taraf da aklını başına toplayarak, elini vicdanına koyarak, itina ve itidal elden bırakılmadan kine, öfkeye, kavgaya bir an önce son verip sağduyu çağrıları ile birlik-bütünlük, kardeşlik, dayanışma, uzlaşma ve barışma yoluna gitmeliler diyorum. Yoksa bu gidişat hiç de hayra işaret etmiyor! Buram buram şer kokuyor! Önümüzdeki günlerde akla-hayale gelmeyecek olaylara gebe diyor! Bu ayrışma, bu didişme, bu kavga, bu öfke, bu kin, bu kamplaşma devam ederse şayet kaybeden MİLLET olacak, kaybeden DEVLET olacak, kaybeden TÜRKİYE olacak..! O halde bu gidişata, bu kamplaşmaya ve bu düşmanlığa acilen son verilmeli! Ne yapıp-edip birlik-beraberlik, huzur ve istikrar, kaynaşma ve kardeşlik bir an önce sağlanmalı! İktidara sesleniyorum; bu sokağa ÖTEKİLER dediğiniz halkın bir kesimi uzlaşıp-barıştığınız PKK kadar da mı değerleri yok?!
Gezi Parkı Eylemcileri’ne sesleniyorum; bu iktidar gökten zembille inmedi, demokratik yollardan sandıktan halkın oylarıyla çıktı, demokrasiye inancınız var ise bu kavgayı sokakta değil sandıkta oylarınızla veriniz! Ve her iki taraf sesleniyorum; bu kavga, bu öfke, bu sürtüşme kimseye yaramayacaktır! Kaybeden ne eylemciler, ne iktidar olacak kaybeden MİLLET ve DEVLET olacak..!
KAYBEDEN TÜRKİYE OLACAK..!
|