Ölüm haktır, yaşamak hakikat..! Olaylar, gelişmeler, nedenler mutlaktır! Başlangıçlar, sebepler, sonuçlar yaşamaktır! Ve asıl önemli olan ise insan öncelikli bir hayatın mutlak doğrularını kuşanmaktır..!
Yazıma başlamadan önce uzun süre ara vermemden dolayı siz değerli Efece Haber İnternet Gazetesi İmtiyaz Sahibi Yahya Efe’den, değerli Efece Haber yöneticilerinden ve tüm okuyucularımızdan özür dileyerek yeniden MERHABA diyerek bugünkü yazımla tekrar aranızda olduğumu söylemek istiyorum.
Gaflet mi dalalet mi tembellik mi desem bilemiyorum ama ara-sıra olan bu durum beni bir hayli rahatsız ediyordu. Şu anda okumakta olduğunuz bu haftaki yazımı sizlerle paylaşıyorum.
.
Öncelikle değerli Yahya Efe’nin değerli kardeşi Mehmet Aslan Efe’yi kaybetmiş olmanın üzüntüsü içinde Yahya Efe ağabeyime, merhumun değerli ailesine, yakınlarına, sevdiklerine ve tüm Efece Haber ailesine başsağlığı dileyerek acılarını paylaşıyor ve Allah’tan sabır ve metanet temenni ediyorum.
Ölüm haktır, bir gün gelip hepimizin kapısın çalacaktır! Ölüm, hepimizin evinden canlarımız, yakınlarımızı, sevdiklerimizi almıştır. Ama yine de hayat devam ediyor. Ölümden kurtuluş yoktur. Dünyada çaresi bulunmayan tek şey ölümdür. O yüzden her ölüm bizi hayata yeniden bağlar ve yaşamımıza çeki-düzen vermemizi sağlar. Ölümün gerçekliği şuuru içinde hayata sımsıkı tutunmazın yolu doğruluktan, dürüstlükten geçtiğinin altını çizmek isterim. Bir şairin o güzel sözünü hatırladım: “ Ölüm bize ne yapsın biz ölümsüzlüğü tattık..” sözü ölüm ötesi bir hayatın ne kadar gerçek olduğunun sinyalini vermektedir. Ölüm üzerine kurgulanan o kadar çok sanat eseri vardır ki (şiir, öykü, roman, sinema, tiyatro, belgesel vs.) her bir eser ölümün apaçık gerçek olduğunu ve asla ölümden kaçamadığımızı anlatır. Artık ölümle içli-dışlı olduğumuz hayatın tüm güzelliklerini ihmal etmeden, hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışacağımızı vurgusunu yapan kutsal sözlerin gölgesi altında insan öncelikli barış, huzur ve kardeşlik amacıyla yaşamımızı şekillendirmemizden başka da yapılacak bir şey yoktur.
Ölüm dedim de aklıma daha kısa bir zaman önce yaşanmış bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum. Çok sevip-saydığım, değer verdiğim ve kendimden bir parça gibi gördüğüm bir candaş dostumun(!) başına gelen bir olaydan bahsedeceğim. Dostumuz iki yıldır oturmuş olduğu evin satılması nedeniyle yeni bir ev tutar. Fakat maddi sorunlar nedeniyle yeni evin kirasını ödeyemez..! Ev sahibi dindar bir aile..! Dostumuzun muhatap olduğu aile babası aynı zamanda rahatsız/hasta..! Sürekli hastanelerle boğuşuyor. Maalesef ev sahibinin oğlu ve yanındaki arkadaşları ile dostumuzun evine kadar gelip her türlü tehditleri savuruyor! Sonunda dostumuz fazla dayanamıyor bayramın ilk günü evden çıkmak zorunda kalıyor. Yani, birkaç ay kirayı gecikmeden dolayı geçen Ramazan ayının ilk günü zoraki baskılar sonucunda evden çıkıyor. Fakat dostumuz ödenmeyen kiralar nedeniyle hasta ev sahibi ve oğluyla irtibatını kesmez. Bu arada ev sahibinin bir devlet dairesinde memur olan oğlu ev kirasını alabilmek için dostumuzu her türlü tehdit yoldan tehdit eder. Ağzından kul hakkı, ahrette hesaplaşırız vs. sözlerini de eksik etmez. Ev sahibinin oğlu kafasına göre parayı alabilmek için mafya tipi insan arayışına da girer. Dolaylı-dolaysız sağda-solda bahseder. Nihayetinde ev sahibi ve oğlu dostumuzu ofisinde ziyaret ederek son defa uyarırlar. Daha sonra uyarılar telefonla devam eder. Ki dostumuz zaten ödemem demiyor ve ödeyebilmek için her çareye başvurup onları sürekli teskin ediyor. Fakat ev sahibinin oğlu hasta babası ölürse şayet bunun vebalinin kiracısı olacağın söylüyor. Yani ev kirasını dert edindiği için ölebileceği imasını veriyor. Nihayetinde ev sahibi rahmetli oluyor ve faturası da dostumuza çıkartılıyor. Yani zaten yıllardır hasta olan ve sürekli hastanelerde olan ev sahibi birkaç aylık kirayı alamadığı için öldüğü gibi bir inançla dostumuzun üzerine gidiliyor. Haşa hasta ev sahibini Allah değil de sanki dostumuz öldürmüş gibi bir psikoloji içinde varyansın ediliyor..!
Oysaki sadece dostumuz değil toplumda binlerce, yüzbinlerce ev sahibi ve kiracı sorunu yaşanıyor. Bu bahsettiğimiz ev sahibi ailece sözde dini-bütün insanlar! Yani, dindar insanlar..! Evet, böyle bir olay, böyle bir düşünce ve böyle bir neden/sebep dinin hangi yerinde vardır sormak isterim. İnsani, vicdani boyutta bile hasta birinin ölümünün faturası sırf kirayı ödeyemediği için öldüğü düşüncesi bırakın İslâm’ı başka hangi dinde yeri vardır diye soruyorum. Ya da akla, mantığa vicdani ölçülere uyan bir yanı veya yönü var mıdır? Ödenecek miktar iki-üç aylık kira..! Ev sahibinin oğlu devlet maaşlı devlet memuru..! Şayet ev kirası miktarı çok yüksek olsaydı, gerçekten aileyi mağdur edecek boyutta olsaydı ve o nedenle vefat etmiş olsaydı biraz hak verilebilirdi. Fakat merhum daha hasta iken merhumun oğlu “Şayet babamız ölürse sizin yüzünüzden ölecek..” gibi kendilerini paye çıkartan böylesi ev sahiplerinin olduğunu hayal etmek bile imkansız iken maalesef bu tür olaylar oluyor ülkemizde.. Bütün bunlara rağmen ev kirasını ödeyemediğinden dolayı, ki ev sahibinin kirayı alamadığından dolayı dertlenip öldüğü anlayışı karşısında tüylerim diken diken oldu..! Yine de, bütün bunlara rağmen dostumuzun ev sahibinin ölümüne üzüldüğünü ve ev kirasını ödeyebilmek için nasıl çırpındığına şahit oldum ve ben de bu olaydan dolayı çok üzüldüm. Asıl önemlisi ölümün gerekçesi ve sebebinin neye dayandırıldığı konusu..! Hem de dini-bütün dindar bir ev sahibi olmaları da o kadar garip ve manidar..!
Ve bütün bahaneler dinle endeksli kılınıp dinde olmayan bir anlayışın duygusallıkla örtüştürüp ‘din’ haline getirilmesinin çarpıklığını da nasıl izah edebiliriz diye soruyorum. Toplumda kendi hatalarının, kendi çıkmazlarının, kendi yanlış düşünce ve duygularının dine yamandırılması kadar korkunç bir hastalık yoktur. Dünyalık hatalarının faturasını dahi dinden çıkartan bir nesil olup çıktık. Dinle uzaktan-yakından alâkası olmayan ama dine saygılı, helal ve haram sınırlarını Yüce Yaratıcısı arasında mukayese eden o kadar çok insan tanıyorum ki..! İnsani, vicdani tutum ve davranışları ile birlikte hakkı, adaleti, insani değerleri gözeten çok insan bu tür dindar insanlara kıyasla ne kadar ‘dindar’ olduklarını söylesem hata yapmam değil mi?
Asr-ı Saadetten bir örnek vermek isterim. Asr-ı Saadet derken Hz. Peygamber (s.a.v) döneminden.. Her türlü hileye kafası yatan, her türlü kurnazlıkla insanları alt etmeye çalışan, kafasında her türlü şeytanlık geçen bir Müslüman ile o dönemde yaşamış Yahudi biri arasında ticari bir anlaşmazlık çıkıyor. Yapılan ticarette Müslüman haksız ve Yahudi haklı..! Bu tartışma o kadar büyüyor ki sonunda hakim bulmak zorunda kalıyorlar. Yahudi hakim olarak Hz. Muhammed (s.a.v.) isterken Müslüman da Yahudilerin liderini istiyor...! Sonunda Yahudi’nin ısrarları doğrultusunda her ikisi de soluğu Hz. Muhammed (s.a.v) yanında alıyorlar. Her ikisi de kendisinin haklı olduğunu söyleyerek olayı başından sonuna kadar Peygambere anlatıyorlar. Ve sonunda Hz. Muhammed (s.a.v) Yahudi’yi haklı buluyor. Ve her ikisi de Peygamberin yanından ayrılıyorlar ama yolda tartışma devam ediyor..! Müslüman halâ haklı olduğunda ısrar ediyor. Yahudi “Yahu senin peygamberin hakemlik yaptı ve beni haklı çıkardı halâ mı inat ediyorsun” dese de Müslüman’ı bir türlü ikna edemiyor. Yolda tartışırlarken evinin önünde güneşlemekte olan Hz. Ömer (r.a.) ile karşılaşıyorlar. Müslüman durumu bir de Hz. Ömer(r.a.) soralım diyor. Yahudi dayanamıyor artık haydi soralım diyor. Hz. Ömer (r.a) her ikisini de dinliyor. Fakat bu arada Yahudi bir hatırlatma yapıyor. “Ya Ömer, bizim bu anlaşmazlığımızı biraz önce sizin peygamberiniz Hz. Muhammet’e hakim olması için anlattık..” deyince Hz. Ömer (r.a.) heyecan ve öfke ile Yahudi’ye dönüp “ Ne dedi Muhammet (s.a.v)” diye sorunca Yahudi “ Benim haklı olduğumu söyledi..” Hz. Ömer (r.a.) Müslüman’a dönüp “Doğru mu bunlar?” diye sorunca Müslüman kafası önünde biraz da korku içinde “Doğrudur ya Ömer..” diyor. Hz. Ömer (r.a.) onlara dönüp “ Durun, ben eve girip biraz düşünüp geleceğim ve kararımı bildireceğim size” der. Hz. Ömer (r.a.) eve öfkeyle girip kılıcını alıyor daha kapıya varır varmaz Müslüman’ın kellesini uçuruyor ve haykırıyor: “ Yüce Peygamber Hz. Muhammed(s.a.v)’in verdiği kararı kabul etmeyip benden cevap bekleyen Müslüman olamaz ve kellesi alınır..“ diyerek haykırıyor. Yahudi bu olay karşısında şaşkın..! Yanılmıyorsam sadece İslam’daki bu yüce adaleti gören Yahudi sonradan Müslüman oluyor..! Evet, İslâm böylesi adaletli bir din olmasına rağmen Müslüman’ız diyenlerin kendi heveslerine, şeytani dürtülerine uyarak İslâm’ı çarpıtmaları kadar korkunç bir şey yoktur..! O yüzdendir ‘Hz. Ömer’in Adaleti’ demeleri..! HZ. Ömer (r.a.) ile ilgili sadece bu olay değil daha yüzlerce örnek alınacak hadise/olay vardır Adaleti anlatan…
Günümüz Müslümanlarına bakıyoruz parça parça her kafadan bir ses… İslâm’ı parsellemişler herkes ‘ben doğruyum’ diyor. Cenneti tapulamışlar ‘cennet bizim’ ve kendilerini Allah’ın, Peygamber’in, İslâm’ın, Kur’an’ın yerine koyup da ahkâm kesen öyle topluluklar var ki hiç sormayın. Biliyorsunuz dünyaca ünlü İngiliz pop şarkıca Yusuf İslam (Cat Stevens) bile “İyi ki Müslümanlardan önce İslâm’ı tanımışım, şayet Müslümanları önce tanısaydım Müslüman olmazdım” diyebiliyor. Bakın Ortadoğu’ya birbiriyle savaşan Müslümanlar, birbirine zulmeden Müslümanlar, birbirinin hakaret eden, küfür eden, birbirini kafirlikle suçlayıp ölüme mahkum eden Müslümanlar..! Afganistan’da, Irak’ta, İran’da yaşandı bunlar..! Şimdi de Suriye’de yaşanıyor..! İçinde bulunduğumuz günlerde Müslüman olduklarını söyleyen İslam ülkelerinin zulüm ve esaret altında olmalarının sebeplerini uzakta aramaya gerek yok hepsi kendi hataları yüzündendir. İslam’ı çarpıtmalarından ve İslam’ı dosdoğru yaşamadıklarından dolayıdır.. Kur’an-i hükümlerden uzaklaşmaları, Kur’an-i yaşam tarzlarından uzak durmaları ve halâ cahiliye dönemi gibi yaşamalarından kaynaklanıyor bütün bunlar. Bir de dönün Türkiye’ye bir bakın. Yahu, bugün dünyada İslam’ın örnek yaşandığı tek ülke Türkiye görülebilir. Türkiye’deki İslami anlayış diğer tüm İslâm/Müslüman ülkelerden çok çok daha doğru ve daha iyidir. Bizler kendi İslami anlayışımızı terk edip halâ Arap’ın, falanın, filanın İsalım anlayışının peşinde koşuyoruz.. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e bile Kâfir, Deccal diyebilecek kadar bir acayip tuhaf toplum olduk… Atatürk de hatalı ve günahkâr olabilir ama ne hakla Kafir ve Deccal deniliyor onu anlayamıyoruz.. Mustafa Kemal Atatürk’ün Elmalı Hamdi Yazır’a yazdırtmış olduğu o büyük Kur’an tefsirini, Mehmet Akif Ersoy yazdırtmış olduğu İstiklal Marşı’nı ne çabuk unuttu bu insanlar. Atatürk’ün İslam hakkındaki düşüncelerini nasıl inkar ederler.. Maalesef böylesi garip, tuhaf ve bir acayip millet olduk… Kendi tarihine, kendi kültürüne, kendi inançlarına, kendi törelerine, kendi örf ve adetlerine sırtını dönmüş başkalarının dayatmalarına boyun eğmiş ve başkalarından medet uman bir millet olmanın faturasını bugün çok pahalı ödemekte olduğumuzun farkında mıyız?!
Görüyorsunuz değerli Yaya Efe ağabeyin kardeşinin vefatı ile başlayan yazımız ta nerelere kadar uzandı. Ölümle bir örnek vermek istedik yazımızda neler bahsediyoruz?! Konu konuyu açar derler ya aynen öyle oldu. O yüzden biz insanlar yaşamımızda nelere dikkat edeceğini önce aynanın karşısına geçip kendimizden başlayarak sorgulamalıyız! Önce kendimizi eleştirip kendimizi muhasebeye çekmeliyiz. Sonra nasıl olsa gelir başkasına sıra..! Kendisine yapılmasını istemediğini başkasına yapmaktan çekinmeyen insanları gördükçe midemiz bulanıyor..! At gözlüğü ile kendi çarpık zihniyetlerini İslâm’a yamandırıp Müslüman geçinen bir zihniyet ile de karşı-karşıyayız bugün..! Kendi duygu ve düşüncelerini İslam’a aitmiş gibi savunan ve öyle iddia eden bir zihniyet ile yüz-yüzeyiz bugün..! Cennetin sadece kendilerine ait olduğunu savunan bir nesilden bahsediyorum..! Rahmetli Necip Fazıl Kısakürek’in dediği gibi “ Ham yobaz..” Müslümanlardan bahsederken inanın utanıyorum. Bazen Ömer Hayyam’a, bazen Neyzen Teyfik’e, bazen Aziz Nesin’e hak veriyorum..! Ünlü aktör Yılmaz Güney, ünlü şarkıca Ahmet Kaya ve daha nicelerine bazen hak veriyorum..! İnanın bazen öyle bir psikolojik boyutta düşüncelerimi harmanlıyorum ki bir zamanlar illegal örgüt lideri olarak suçlanan tam 16 yıldır cezaevinde yatmakta olan, ilk tutuklandığı yıllarda fiziki her türlü işkenceye tabi tutulan ve sonunda TELEGRAM denen işkencenin en korkuncu bile uygulanan İBDA fikriyatı mimarı, düşünce, kültür, sanat adamı Salih Mirzabeyoğlu’na da bile hak veriyorum.. Dün terörist dediklerimizin bugün demokrat olmaları, dün iyi dediklerimizin bugün kötü olmaları, dün kötü/şer dediklerimizin bugün iyi olmaları… Yahu biz nasıl bir MİLLET olduk böyle… Ya da nasıl bir DEVLET olduk böyle..! Neyin DOĞRU neyin YANLIŞ olduğu konusunda bile tereddütlüyüz, şüpheliyiz..! Evet, DEVLET ve MİLLET olarak NE ZAMAN ADAM OLACAĞIZ diye kendime sormadan edemiyorum…
|