Şu içinde bulunduğum yıl benim için adeta kâbus gibi geçiyor. Her ayım, her günüm, her saatim, her dakikam ve her saniyem acı, hüzün, hastalık, sıkıntı, kaza, belâ ve ölüm ile iç-içe yaşarken duygularımı frenlemek için öyle bir çırpınıyordum ki..! Öfkemi ise sineme çekmeye çalışsam da zaman zaman taşıyordu! Gazeteci ve yazar olarak ne kadar dışarıdan sert, gözü kara, sözünü esirgemeyen, tehditlere aldırmayan, eğilip-bükülmeyen biri olarak tanınıyorsam da aslında ne kadar duygusal, merhametli, anlayışlı ve önyargısız bir insan olduğumu itiraf etmek istiyorum. Bu da biraz edebiyatçı ve şair ruhlu olmamdan kaynaklanıyor olsagerek…
Gazeteci ve yazar olarak uzmanlık saham istihbarat, psikolojik harp, derin devlet, terör ve terörle mücadele, uluslar arası ilişkiler ve dış politika da olsa aynı zamanda siyasi, tarihi, kültürel, sosyal konular üzerine yazan biriyim. Ve dahası var; gizemli, derin, akla-mantığa ters gelen, sıra dışı, absürt, tuhaf/garip ve olması imkânsız ve tahmini bile zor olayları günler, aylar ve yıllar önce tahmin edip yazan biri olarak tanındığım için de adım yazılı, sözlü, görsel ve sosyal medyada kahine, müneccime, her şeyi bilen adama çıkmasından dolayı bir hayli sıkıntı çektim. Yazılarımda kahin, müneccim olmadığımı, her şeyi de bilmediğimi ne kadar söylesem de adım çıkmıştı bir kere..!
Yazıma başlarken bahsettiğim gibi 2013 yılı nasıl ki Türkiye’nin kader yılı oldu aynen benim de kader yılım oldu. Kişisel, ailevi, güncel, sosyal ve ekonomik sorunlarla uğraşırken tüm plânlarım alt-üst oldu. Bütün bunlardan dolayı ikinci kitabım Yılanların Öfkesi’ni zor şartlar altında baskıya ulaştırıp yayınlayabildim. Plânlarım arasında bir dizi film, iki sinema filmi üçte belgesel çekmek vardı ama sorunlar ve aksaklıklardan dolayı bir süre ertelemek zorunda kaldık. Bu yıl içinde birkaç yakınımı (akrabamı) kaybetmem, zaten hasta olan annemin aniden rahatsızlanması ve aylarca hastanede (çoğu zaman yoğun bakımda) kalması da beni derinden sarstı ve etkiledi… Bu durumlar nedeniyle yazmakta olduğum gazetem Anayurt’ta ve şu anda yazımı okumakta olduğunuz Efece Haber’de bile uzun bir süre yazılarımı yazamadm.
Gerçi paylaşılmasında mahsur görmediğim bir şey daha vardı! O da herkes gibi günü/vakti saati gelince ev tutma, taşınma gibi sorunlar..! Oturmuş olduğum evi aslında ben satın alacaktım. Şartlar/ortam müsait olmayıp da her şey ters gidince evi satın almaktan vazgeçip yine kiracı olarak oturmaya devam ettim. Ama ev miraslıydı. Mutlaka bir gün satılacaktı. Ve bunca problemle uğraşırken bir de oturduğum ev satılmasın mı?! Çok değerli ev sahibim Yavuz Ertunç ağabeyime ve her biri birbirinden değerli kardeşlerine de söz vermiştim ‘ev satıldığında hemen boşaltırım’ diye. Ve sonunda ev satıldı. Evi alan komşuma da sözüm vardı, satılır-satılmaz evi boşaltacaktım! Eh ne kadar da söz versek maalesef ev bulamadık. Tam üç eve baktık, beğendik ve tuttuk, tam taşınma anında her üç ev sahibi de bizden ve kendilerinden kaynaklanan sorunlar yüzünden evi bize vermekten vazgeçtiler.
Üç yıl önce yayınlanan Şer Üçgeni (Derin Dünya Devleti) ve bir ay önce piyasaya çıkan kitabım Yılanların Ökesi (BİZ: Hem Devletiz Hem Millet) kitaplarımı tanıtmak amacıyla kitap fuarlarına katlıma programı yapmıştım, maalesef bütün bu sorunlardan dolayı bir tek Ankara Kültür Merkezi’nde düzenlenen Kitap Fuarı dışında hiçbirine katılamadım. Şer Üçgeni ve Yılanların Öfkesi kitaplarımın medyada da tanıtımı ve reklamını da yapamadım.
Şu içinde bulunduğum günlerde her an yine bir olay yaşayacağım, yine ters giden bir şey olacak, yine başıma bir kaza-belâ gelecek, yine bir kâbus yaşayacağım endişeleri içinde günlerimi geçirirken bir de baktım yıllardır tanıdığım (aşağı-yukarı 15 yıl) çok değerli dostum, kardeşim, öz ağabeyim gibi sevdiğim Medet Ünlü (kendisi iş adamı olmakla birlikte Çeçen Cumhuriyeti İçkerya Türkiye Fahri Konsolosu idi) geçen hafta korkunç bir suikastte hayatını kaybetti ve şehit oldu. Oysaki bir ay içinde üç-dört kez görüşmüş, hasret giderip uzunca sohbetlerimiz olmuştu. Hatta suikaste uğramadan bir hafta önce de Balgat’ta Çetin Emeç bulvarındaki ofisinde görüşmüştük. Bu görüşmemizde önce hasbıhal ettik, daha sonra (her zaman olduğu gibi) sözü Çeçenistan’a getirirdik. Çeçenistan’daki savaşı konuşurken sohbetimizi Çeçenlerin çektiği sıkıntılar ve acılar üzerinde yoğunlaşırdık. Bahsetmiş olduğum son görüşmemizde bana Çeçen lider Kadirov’un adamları tarafından tehdit edildiğini söylemişti. Ama bu tehditlerin umurunda olmadığını, korkmadığını, tam aksine bilendiğini ve kader de şehit olmak var ise zaten şehitliğin en büyük özlemi olduğuna dair çok sözler etmişti. Ne yazık ki bu görüşmeden bir hafta geçmemişti ki aynen söylediği gibi suikaste uğrayarak şehit olmuştu. Olayı duyduğumda önce dedim ki biri bana bunun bir yalan olduğunu, rüya olduğunu, hayal olduğunu söylesin! Fakat olay gerçekti! Ve olan olmuştu…
Daha da üzücü olanı Medet Ünlü ağabeyim ile son görüştüğümde sohbet ederken maziye gidip yıllar önce 2000 yılının Mayıs ayında Ayda bir çıkartmış olduğumuz Haber-Yorum dergisi olan Türkiye’de RAPOR’da “Çeçenistan Kan Ağlıyor Türkiye Balkondan bakıyor!” haber-yorum yazısından bahsederken, bana dönüp “Muhsin’im elinde bu dergiden kaldı mı? Hattabenden de bahsetmiştin. Benim bir açıklamamı yazmıştın” diye hatırlattığında ben de “Evet, Medet abi kütüphanemde birkaç adet kalmıştı, dergide senden de bahsetmiştim.” Demiştim. En kısa zamanda kendisine ulaştırmamı rica etmişti. Son görüşmemde yanımda yardımcım İshak Uyanık da vardı. Ben İshak’a dönüp “Aman İshak bana unutturma Medet abinin dergisini” diyerek tembih etmiştim. Ve suiksatten bir gün önce yardımcım İshak Uyanık kardeşim, Medet Ünlü’ye vereceğimiz dergiyi Balgat’taki Çetin Emeç bulvarı üzenindeki ofisine gidip bırakmıştı. Hatta Medet Ünlü’nün selamını da getirmişti bana.
İşte yılların dostu ve ağabeyi, büyük dava adamı, kişiliği, karakteri ve dürüstlüğü ile gönüllerimizi feth etmiş çok değerli Medet Ünlü ağabeyimi kaybetmenin üzüntüsünü yaşıyorum halâ… Halâ bu suikastin etkisinden kurtulamadım. Halâ şoktayım. Ve halâ da inanamıyorum! Nasıl olabilirdi ki?! Daha bir hafta önce beraberdik, hatta son görüştüğümüzde Çeçen Mücadelesi ve Çeçenlerin Dramı ile ilgili Anayurt gazetesi için röportaj sözü vermişti bana… Bu röportajı aynı gün yapacaktık da misafirlerinin geleceğini söylemesi nedeniyle ertelenmişti. Birilerinin telefon açtığını, Çeçenistan’dan geldiğini, herhalde sorunları olduğunu söylemişti. Şimdi düşünüyorum da bizim röportaj yapmamızı engelleyen misafirleri ona suikast yapacak olanlar mıydı acaba?!
Suikastten sonra Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi olayı araştırırken masasındaki notlardan suikastı yapanın ipuçlarını bulmuştu. Bu ipuçlarından yola çıkarak sonunda suikasti yapan Çeçen uyruklu Ruslan Kemal olduğu anlaşıldı. Aslında iki kişilermiş. Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı terörle mücadele ve istihbarat şubeleri Medet Ünlü’ye suikasti düzenleyenleri bulmak/yakalamak için yoğun bir şekilde çalışmaktalar. İnşallah katiller yakalanır da hak/adalet tecelli eder.
Çeçen Cumhuriyeti İçkerya Türkiye Temsilcisi ve İş adamı Medet Ünlü öyle bir insandı ki nasıl anlatsam… O yılların dostu, arkadaşı, dert ortağı, ağabeyi bir insandı. Kolay mı tam 15 yıl… Bu geçen 15 yıl içinde öyle güzel anılarımız vardı ki… Mücadeleci, korkusuz, imanlı bir dava adamıydı. Medet Ünlü yıllarca Türkiye’ye gelen sığınmacı Çeçenlerin dertleriyle uğraştı. Ömrünü onlara adamıştı. O’nun şahadeti ile birlikte Türkiye’ye gelen sığınmacı Çeçenler de artık yetim kalmıştı.
O Ruslara kök söktüren ve yıllarca Ruslarla savaşan Şeyh Şamil’in torunuydu. O bir Müslüman ve Çeçendi. Çeçenler de bizim öz kardeşimiz gibiydi. Evet, biz böyle güzel bir insanı kaybettik. O artık yok… Onu çok özleyeceğiz. O en çok arzuladığı, özlediği, istediği şehit makamına ulaştı. O artık ŞEHİT… O’nu hiçbir zaman unutmayacağız…
Daha önce de söylediğim gibi 2013 yılı benim için kâbus yılı oldu. Hastalıklar, dertler, sıkıntılar ve ölümler bir hayli üzdü ve yordu beni. Yine sabredip şükür demekten başka çare yoktu. Ölüm asla kaçamadığımız bir şeydi! Ölüm bir haktı! Hepimiz sonunda toprak olacağız. O’ndan geldik öne tekrar döneceğiz.
İşte bu ölümler bana yıllar önce yazmış olduğum bir yazıyı hatırlattı. Bir yerlerde yayınlanmıştı. Belki de Anayurt gazetesinde… Çok aradım o yazıyı… Ve sonunda aramalarım sonuç verdi ve o yazının orijinalini buldum. Şimdi bu sizlerle paylaşıyorum.
Ölüm ve Ötesi!
Ölüm sessizliğinde gelen gerçekleri göremeyişimizin faturasını bir gün gelip çok pahalı ödüyoruz. Her ölümün mayınlı tarlasında geziniyoruz da bir türlü anlamıyoruz. Ölümün kılcal damarlarımızdaki basıncını hissettiğimiz halde ne kadar vurdumduymaz davranabiliyoruz. Hiç ölmeyecek gibi yaşıyoruz.
Bir gün gelip öleceğimizin bilinci içinde yaşamasını bir türlü öğrenemedik.
Yaşam arenasında her an ölümle sarmaşdolaş dans ettiğimizin farkında mıyız?! Azrail bize gölgemizden daha yakıdı! Yanıbaşımızda… Ensemizde.. Her nefesimizde… Biliyorsunuz, ölüme halâ çare bulunamadı! Bazen birilerine ölüm öpücüğü göndeririz! O birileri de bize ölüm öpücüğü gönderir..! Bazılarına gönderdiğimiz ölüm öpücüklerini ve bazılarının da bize göndermiş olduğu ölüp öpücüklerini ne çabuk unutuyoruz?!
Hiç ölümle şakalaştığınız oldu mu?! Bazen ben şakalaşırım da..!
Hayatta çaresi bulunamayan yegane gerçek ölüm değil mi?! Geresi yalan mı?!
Bütün dünya hazinelerini size verseler de ölümden asla kaçamazsınız. Bütün dünya hazinelerini vereceklerine ÖLÜMSÜZLÜĞÜ verselerdi ne kadar iyi olurdu..!
Ölüm ve ötesi! Ölümün ötesi var mı dersiniz?! Ölüm bir yokluk mu?! Yoksa bir göçüş mü?! Binlerce yıldır hiç ÖTE’ye gidip dönen olmuş mudur? Fakat ÖTE’den haberdar edildiğimizi biliyoruz! Ölümün ötesindeki yegane GERÇEK HAYAT insanlığı ne kadar ilgilendiriyor?! Böyle bir GERÇEK HAYAT var mıdır?! Ya da kim ne kadar inanıyor buna?!
Yaşarken ölümsüzlüğü tadanlar gördünüz mü hiç?! İster inanın ister inanmayın ben gördüm! Ölüme düğüne gider gibi gidenleri de, ölüme öylesine sevdalı olanları da görüp şahit oldum…
Bu insanlar yaşadıkları dünyaya inandıkları kadar ÖTE’ye de inanıyorlardı. O yüzden ölümden korkmuyorlardı…
Ölümün gerçekliği karşısında ne yapabiliyoruz?! Ölüme hazırlığımız var mı?! Ölüm geldiği zaman ne yapacağız?!
Her ÖLÜM arkasında o kadar çok şey bırakıyor ki!.. Evet, ölen insan canından başka ne götürüyor ÖTE’ye?! Ya geride kalanların hali?! Ölüm ne zaman hatırlanıyor? Ailenizden, yakınlarınızdan veya çok sevip-saydığınız bir dostunuz öldüğü zaman mı?!
Doğum ve ölüm arasındaki “AN” karşımıza çıkarsa ne yapacağız?! ÖTE var ise şayet sorgulanmamak olur mu?! Her nefes alış-verişimizin hesabını yapabildik mi?! Ölüm bir kaçış mıdır?! Ölüm bir göçüş müdür? Ölüm bir kurtuluş mudur? Evet, ölüm sizce nedir?!
Yoksa ÖLÜM yeniden bir DİRİLİŞ midir? ÖLÜM ve ÖTE ne kadar gerçek?! Ölüm her ne ise de ya ÖTE gerçek ise..! ÖTE gerçek değil ise ölenlerin yaşamı boyunca yaptıkları her şey unutulur gider! Ya ÖTE gerçek ise ölenlerin hali ÖTE de ne olur?! İşte o zaman ÖTE’ye inananlar kurtuluyor! Ya ÖTE’ye inanmayanların hali ne olur?!
ÖLÜM ve ÖTE arasındaki bu ince çizgi üzerinde gidip-gelmek kadar zor bir şey yoktur
|