Evet, neden böyle bir karar aldım bilemiyorum ama içimden öyle bir ses ‘paylaş bu sırları’ dedi. Aslında annemin yüzlerce sırrı var! Fakat bu üç sırrını Efece Haber’de paylaşacağım! Evet, bu üç sırrı paylaşmadan önce annemle ilgili daha önce Anayurt gazetesinde ve Efece Haber’de de bahsetmiş olduğum özelliklerini hep birlikte bir daha hatırlayalım diyorum..!
Tam 10 yıldır farklı hastalıklarla boğuşan ve yaşam mücadelesi veren annemizin tedavileri süresince doktorlar kesin bir teşhis koyamamışlardı. Kronik romatizma, gizli şeker, kemik erimesi, hipertansiyon ve onlarca hastalıkla mücadele ederek 2013 yılında biraz daha ağırlaşmış ve tedavileri için sürekli hastane-ev arasında mekik dokumuştuk.
|
|
Son dört ayında daha da ağırlaştı ve yoğun bakımda sürdü tedavileri. Zaman zaman iyileşme belirtileri görse de dört hastane değiştirerek annemizin iyileşmesi için gece-gündüz demeden uğraştık. Bilhassa kardeşim Şengül’ün 24 saat başından ayrılmaması, diğer kardeşlerim Mehmet ve Ahmet’in koşuşturmaları, Yeğenim Hüseyin’in günlerce annesi Şengül ile birlikte hastanede beklemesi ve benim defalarca Ankara-Konya yapmam da annemizi kurtarmaya yetmedi..!
Ölüm haktı, ölüm mutlaktı..! Ve ölüm her kapıyı çaldığı gibi bizim de kapımızı çalmıştı..! Ve Mübarek Ramazan Bayramı’nın daha ilk günü akşamı saat 19.00’da hakkın rahmetine kavuştu annemiz. Canımız, biricik annemizi uğurlamıştık ÖTE’ye..! Canımız-ciğerimiz, her şeyimiz, biricik annemiz bunca acı, çile, dertten sonra sessizce ayrıldı aramızdan. Artık Allah’tan rahmet diliyor ve dualar ediyoruz arkasından.
Son altı ay içinde ölüme bizi öyle hazırladı ki annemiz, öyle alıştırdı ki ölüme bizi, öyle hissettirdi ki ölümü bize..! Sanki evlatlarım fazla üzülmesinler, arkamdan yas tutmasınlar, acılarını hafifletsinler dercesine zaman zaman öldü öldü dirildi..! Bazen ümitsizliğe kapıldık bazen ümitlendik..! Ama son haftalar içinde artık bizler de bir şeyler hissetmeye başlamıştık..! Sanki annemizi ahrete/öteye uğurlayacağımız içimize doğmuştu… Ve hatta bu durumu ben iki hafta önce Anayurt’ta da yazmış olduğum ve Efece Haber’de de paylaşmıştım.
“ANA GİBİ YAR VATAN GİBİ DİYAR..!” başlıklı yazımda öyle bu durum açık/aleni bir şekilde şu cümlelerle ifade etmiştim: “Bugünlerde her gece kâbusla uyanıyorum. Bir yanda özelim diğer yanda genelim! Özelimde aylardır hasta yatağında iyileşmesini beklediğimiz biricik annemin durumu, genelimde ülkemizin ve milletimizin içinde bulunduğu ahval! Özelim ve genelim birbirine karışmış ve adeta zaman içinde zaman yolculuğuna çıkıyorum! Ya anneme bir şey olacak ya da ülkeme diye üzüntüden kahroluyorum. Ana gibi yar vatan gibi diyar bulunmaz sözünü hatırladıkça annem ve ülkem arasında gelip-gidiyorum. Kâbuslarım geçmiyor, her an her saniye bir şey olacakmış gibi irkiliyorum çoğu zaman. Hislerimde yanıldığım çok olmuştur! Şeytani vesveselerden uzak durarak Rahmani duyarlılığımla gerekli tedbirleri alıyorum. Böyle yapmakla biraz teselli olsam da içimdeki ürperti geçmiyor. Her geçen daha da bir yoğunlaşan duygularımla acıyı yüreğime bastırıp kendi kendimi teselli etmeye çalışıyorum…. Ve halâ irkiliyorum ve ürperiyorum..! Bugünlerde ya anneme bir şey olacak ya da ülkeme! Annemin akıbeti ve ülkemin akıbetini daha şimdiden görür gibiyim! Ve bütün gücümle dua ediyorum Yüce Rabbe… Ne anneme bir şey olsun ne de ülkeme… Anneme bir şey olursa takdir-i ilâhi derim, sineme çekerim, acılarımla yaşamaya gayret ederim; ya ülkeme bir şey olursa işte o zaman eyvah derim, yandık derim..! Toprak vatan, toprak ana, ana vatan..! Anne ve vatan aynı anda yüreğimde kavruluyor! Acısı yüreğimi dağlıyor! Sanki birine bir şey olursa diğerine de birşey olacakmış gibi ürperiyorum, korkuyorum ve çıldırıyorum! Ne anneme bir şey olsun, ne de ülkeme diyerek gece-gündüz dua ediyorum Yüce Rabbe… Geceleri rüyalarım, gündüzleri kâbuslarım bırakmıyor peşimi, bırakmıyor gölgemi..! Her an her dakika, her saniye sanki bir şey olacakmış gibi irkiliyor ve ürperiyorum. Gözlerimi kapatsam rüyalarım, gözlerimi açsam kâbuslarım yakamı bırakmıyor! Bazen Azrail’in soluğunu hissediyorum ensemde! Azrail yanıbaşımda bir şeyler fısıldıyor kulağıma ama anlayamıyorum! Bir şeyler kopartılacak benden, candan, ciğerden! Ben ömrümce iki şeye sevdalıydım birisi anam, diğeri vatan… Şu anda her ikisinin de başı dertte! İkisinden birisine zarar gelecek diye korkuyorum. Her ikisinin başına da bir şey gelmesin diye dua ediyorum her daim Yüce Rabbe… Evet, kulaklarım çınlıyor, sanki bugün-yarın bir şeyler olacakmış gibi..!”Ve yine Anayurt’ta yazdığım ki Efece Haber’de paylaştığım “Ömrüm boyunca üç sevdam oldu: inançlarım, vatanım ve annem!” başlıklı yazımda öyle ifadeler kullanmıştım ki sanki yakında annemi kaybedeceğim..! Evet işte o ifadeler: “ Ben bu yazıyı Cumartesi’yi Pazar’a bağlayan gecenin sabahında (ezanlar okunurken) yazıyorum. Belki siz bu yazıyı okuduğunuzda annemizi kaybetmiş olacağız! Amma hiçbir zaman Allah(cc)’dan ümit kesmedik ve zerre umutla da olsa bir mucize olur diye bekliyoruz. Özel Medline Konya Hastanesi’nde acil ve gerekli tüm müdahaleler yapıldı ve kesin teşhis konulabilmesi için de 72 saatlik süreyi beklemek zorundayız. …ve dualarınızı bekliyorum…”
Aradan fazla bir zaman geçmedi, bu ifadeleri kullandığım tarih 29 Temmuz 2013’tü, iki hafta sonra Ramazan Bayramı’nın ilk günü akşamı annemiz kaybettik. O hakkın rahmetine kavuştu. O gün onun için vuslat/kavuşma günü oldu Rabbiyle. Biz Ramazan Bayramı’nı kutlarken annemin bayramı da Ramazan Bayramı’nın ilk günü oldu. Yıllarca özlediği, hasret gittiği ve kavuşmak istediği Rabbine kavuşmuştu. O öyle bir kadındı ki nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Zaten daha önceki Anayurt gazetesinde ve Efece haberde izah etmiştim şu cümlelerle: “Daha biz doğarken kulağımıza fısıldanan ezan sesiyle bilinçaltımıza yerleşmişti yaratılışımızın gereği! Çocukluğumuzda Allah-Peygamber sevgisi ile nakış nakış işlenmişti yüreğimize inançlarımızın motifleri! Gençliğimizde ailemizden aldığımız terbiye ile salınmıştık sokağa! Ve kırmızı çizgilerimiz doğuştan, emekleyişimizden, çocukluğumuzdan yüreklerimize çizilmişti! Allah(cc), Peygamber(s.a.v), İslâm, Vatan, Bayrak sevgisi ile el-bebek gül-bebek ninnilerle büyütüldük! Ve büyüdük koca koca adamlar olduk. Sokak, çevre, okul bizleri dosdoğru çizgimizden saptıramadı! İnandığımız değerlerden asla ve asla taviz vermedik ama ne inandığımız gibi tam yaşayabildik ne de yaşadığımız gibi inanabildik! Her ikisi arasında bunca zaman gelip-gittik! Yine de şükür dedik ve yolumuza devam ettik…” O öyle bir kadındı ki “Daha çocukluğumuzda annemizin dualarıyla ısınmıştı yüreklerimiz. Onun şefkatli kollarında yüreğimize ılık ılık akan annemizin dualı nefesi ile soluk alıp-verdik yaşamımız boyunca. Umutlarımızı biledik gelecek için! Yarınlarımızı garantiye alıp dosdoğru yoldan taviz vermeden bir ömrü kefen yaptık ve adam gibi yaşamak için gerektiğinde kelleyi koltuğa alıp diklendik zulme karşı! Kırıldık ama eğilmedik, ezildik ama ezmedik, direndik ama çökmedik! Ve yıllarca ayakta durmayı başarsak da bir türlü inandığımız gibi tam yaşayamadık! Kutlu davamız uğruna çoğu zaman bu canı feda etme pahasına her türlü riske girdik! Milletimizin ve devletimizin geleceği için gerektiğinde ölümü bile göze alıp her türlü batıklığa daldık! Yıllarca yılanlarla, çıyanlarla, akreplerle aynı bataklıkta nefes-alıp verdik! Ve onlarla mücadele ederek tarihimizi, kültürümüzü ve inançlarımızı soluduk yeryüzüne..!” O öyle bir kadındı ki “O öyle bir kadındı ki, o öyle bir anaydı ki, o öyle bir insandı ki ne kelimeler, ne cümleler ne de sayfalar anlatmaya yeter..!
Okuma-yazma bilmez, ümmi idi! Ama çoğu okumuşa taş çıkartan duyguları, düşünceleri ve nasihatleri ile (hani deriz ya Osmanlı kadın!) bizlere yol gösterdi, ufkumuzu açtı ve annelik görevini fazlasıyla yerine getirdi. Biz ona evlatlık görevimizi tam yapabildik mi bilemiyorum! O yüzden kahroluyoruz, üzülüyoruz ve için için eriyoruz..! Yine de takdir Yüce Rabbimizindir. Daha çocukluğumuzda Allah, peygamber sevgisini kulaklarımıza fısıldamıştı. Helal-haram sınırlarını bize göstermişti. Doğru ve yanlışı daha çocukluğumuzda ondan öğrenmiştik. Vatan ve millet sevgisini yüreklerimize işlemişti.” İşte biz böyle bir kadını, böyle bir anneyi kaybettik…
Yine Efece Haber’deki annemle ilgili iki hafta önce yazmış olduğum uzunca bir yazımda bu yıl yayınlanan Yılanların Öfkesi romanımla ilgili birkaç sırrı da ilk defa ifşa etmiştim. Yani, Yılanların Öfkesi romanımı yazmama sebep de annemdi. Bu durumu izah ederken Efece Haber’de iki hafta önce yayınlanan yazımın başlığı da aynen şöyleydi: “Üç Sevda Bana Bu Romanı Yazdırttı: İnançlarım, Vatanım ve Annem..!”
Ve yine bu yazımda da annemle ilgili bugüne kadar hiç kimsenin bilmediği yüzlerce sırrından sadece birkaçını anlatacağım. İster inanılır ister inanılmaz! Bizler evlatları olarak yaşadık ve şahit olduk…
SIR 1) Yıllar önce (tam yılını ve ayını hatırlayamıyorum ve o yıllarda mesleğimi İstanbul’da devam ettiriyordum.) ailemi ziyarete (birkaç günlüğüne) Konya’ya gelmiştim. Meram Kalfalar Mahallesi’deki annemin evindeyim. Bahçede güneşleniyorum. Annem abdest alıyordu evimizin bahçesindeki küçük havuzlu çeşmede. Kapı çalındı. Kapıyı ben açtım. Yaşlı bir kadın! Elinde bir adres kağıdı ve bana “Oğlum ben Ayşe Akıl’ı arıyorum, doğru adrese geldim değil mi?” diye sordu. Ve elindeki kağıdıı okumam için uzattı. Baktım kağıda acemice çivi yazısı gibi ve irice yazılmıştı. Kadına “Evet teyze doğru adres, ben de oğluyum, buyurun annem içerde, bakın bahçede abdest alıyor.” Dediğimde kadın yüzüme bakıp “Oğlum biz Hacc’da beraberdik annen ile. Annen benim Hac arkadaşım. O sırada bu adresi yazıp vermişti.” deyince tüylerim diken diken oldu ve yaşlı teyzeye “Teyze siz yanılıyorsunuz, annem ömründe Hac’ca gitmedi ve annemin okuma-yazması yok, ümmi.” dediğinde kadın biraz tebessümlü bir şekilde beni azarlayarak “Oğlum bu yaşta ben yalan mı söyleyeceğim, bu annenin yazısı, annen, arkadaşım Ayşe yazıp-verdi bana..” Hacc’dan dönüşte görüşürüz diye..” Kafam karıştı ve Fesübhanellah diyerek yaşlı teyzeyi içeriye aldım. Annemde tam abdestini bitirmek üzereydi. Annem görmüştü yaşlı teyzeyi ve ona doğru gelmeye başladı. Annem ve bu kadın öyle bir sarıldılar ki bana sadece seyretmek düşmüştü.. Ve annemin kendisine ait özel odasına birlikte çekildiler. Saatlerce çıkmadılar ve sohbet ettiler. Ve saatler sonrasında annem yaşlı teyzeyi uğurluyordu. Ben hala şaşkın şaşkın onlara bakıyordum. Annemin yanına gelip birlikte uğurladık. Dilim tutulmuş hiçbir şey konuşamıyordum. Kafamdaki sorulara cevap bulamıyordum. Annemin arkadaşı yaşlı teyzeyi uğurladıktan sonra içime bir kurt düştü. Anneme bir yalan uydurup yaşlı teyzeyi takip ettim. Uzunca bir takip oldu. Konya’nın Aziziye Cami yakınındaki pasaja girdi kadın. Arkasından ben de girdim. İkinci kattaki Av. Ömer Işık yazan ofise girdi. Bir süre koridorda izledim. Yaşlı teyze ofisten yanında genç biriyle çıktı ve gitti. Arkasından ben girdim Av. Ömer Işık’ın ofisine. Bir dava için geldiğimi bahane edip biraz önceki gelen kadını sorduğumda, Av. Ömer Işık bu kadının annesi olduğunu söyledi. Ben de daha sonra dava için geleceğimi söyleyip ayrıldım ofisten. Ve eve nasıl gittiğimi bile hatırlayamıyorum. Yıllar sonra Av. Ömer Işık ile başka bir nedenden dolayı tanıştık ve arkadaş olduk. Aynı zamanda hemşerimizmiş. Ve yıllarca bu sırrı kendisine bile bahsetmedim. Oysaki Av. Ömer Işık ile halâ dostluğum devam etmekte. Zaman zaman Konya’ya gidersem ziyaret eder sohbet ederim.
SIR 2): Yine yıllar önceydi. Filistin Kurtuluş Örgütü Lideri Yaser Arafat hasta ve tedavi görmekteydi. Yine İstanbul’dan Konya’ya ailemi ziyarete gelmiştim. Ailemle birlikte olduğum günlerin birinde gece yarısı annem beni uyandırdı. Hem öyle bir uyandırması vardı ki “ Oğlum kalksana, oğlum kalk diyorum sana.. Kalk çok önemli..”. Ben uyku sersemliği ile uyandım. Ve annem halâ bir şeyler söylüyordu ama anlayamıyordum. Ve gözlerimi ovuşturdum kulağımı anneme verdim. “Oğlum çabuk kalk, sen bahsederdin Filistinli arkadaşların vardı Ankara’da.. Çabuk onları ara Filistin’e haber versinler.. Yaser Arafat Fransa’ya tedavi için gidecekmiş. Söyle onlar sakın gitmesin. Çünkü Arafat’ı zehirleyecekler. Giderse kurtulamayacak.. Çabuk kalk nereden telefon açacaksan aç ve bildir.. Haydi oyalanma..” Evet, annem aynen öyle dedi. Ve ben inanıyordum anneme. Gece yarısı telefon açacağım bir yer bulup Ankara’daki Filistin Kurtuluş Örgütü’ne ulaşabilecek Filistinli bir arkadaşımı aradım ve durumu bildirdim. O önce beni gırgıra aldı. Gecenin yarısında olur mu böyle şey diyerek. Fakat ısrar edince ne kadar ciddi olduğumu anladı. Daha sonra beni arayarak Filistin’i arayıp durumu ilettiğini söyledi. Annemin bu durumu rüyasında gördüğünü ve aleni bir şekilde de kulağına fısıldandığını bana daha sonradan söylemişti…
SIR 3) Yine yıllar önce.. Annemin o dönemde de sık sık hastalandığı günler.. Ayakları tutmuyordu. Sürekli doktorlara götürüyorduk. Kronik Romatizma teşhisi konmuştu… Ve bir ara yatağa öyle düştü ki aylarca ayağa kalkamadı. Ara-sıra hastaneye götürsek de genellikle evde yatıyordu. Artık yürüyemeyecek hale gelmişti. Sadece yatağından doğrulabiliyordu. Yiyip-içebiliyor, konuşabiliyor ama ağrılarından çok acı çekiyordu. Ağrıları ilerlemişti ve daha da çok acı çektiği günlerdeydi. Artık belini bile doğrultamaz olmuştu. İşte böylesi yatalak olduğu bir günün ertesi annemin ayağa kalkıp, yemek yaptığını, evi temizlediğini, dışarı girip-çıktığına şahit olduk evlatları olarak. Yahu aylarca yatalak olan bir hasta bir günde nasıl ayağa kalkıp iyileşebilirdi ki.. Bizler şaşkındık.. Ve bu durumu annem defalarca sorsak dahi annem tebessüm edip geçiştiriyordu… Annemin kız kardeşim Şengül’de kaldığı günler.. Ve ayakta, sağlığı iyi, yürüyebiliyor… Ben de yine ailemi ziyaret için Konya’dayım.. Arkadaş ziyaretindeyim.. Yine Ramazan ay’ı… Ve Kadir Gecesi.. Annem çocukların yanında bir köşede Kadir Gecesi olduğu için namaz kılıp dua ediyor.. Elinde tespih çekiyor.. Kız kardeşim ve yeğenlerim de yanında.. Bir ara kendini duaya kaptırmış… Elleri semada… Ve öyle bir dua edişi varmış ki.. Evdekiler de fark etmiş bu durumu.. Derken, dua anında sağ avucuna bir ışık düşüyor gökten… Kız kardeşim, yeğenlerim de fark ediyor.. Bu ışık içinde küçük küçük altın sarısı toz parçaları annemin avucuna dökülüyormuş.. Herkes hayret ve dehşet içinde bu anı seyrediyor.. Evin içine de öyle bir güzel koku yayılmış ki bu ışık içindeki tozlar annemin avucuna dökülürken… Ve ışık kayboluyor.. Annem evdekilerin şaşkın bakışlarına aldırmadan temiz bir tülbent istiyor.. Ve onlara dönüp bakın diyor iyi bakın.. Bu tozlar bana cennetten Hz. Fatıma anamızdan hediye.. Şimdi çabuk temiz bir tülbent getirin diyor.. Evdekiler hala avucundaki sarı tozlara bakıyorlarmış.. Işıl ışıl ve türül türül kokuyormuş.. Neyse ki beyaz temiz bir bez parçası getiriyorlar. Annem bu güzel kokulu bir avuç tozu beyaz temiz bez parçası içine yerleştiriyor. Tabi ben eve geldiğimde heyecanla anlattılar bu olayı.. Önce inanmak istemedim. Daha sonra hepsi birden anlatınca anneme sordum. Annem doğruladı. Ve hatta beyaz temiz bez parçasını açıp gösterdi bana.. Hayretler içinde kaldım, evet doğruymuş.. Altın sarısı tozlar ve nasıl da güzel kokuyordu… Bu olaya hepimiz şahit olduk.. Peki ya bu olayın sırrı..! Annemin anlatması için o kadar ısrar ettik ki, hem de günlerce… Ve sonunda annem bu olayın sırrını bize açıkladı.. Meğer annemin hasta olduğu, hem de yatalakken aniden iyileşmesi ile bu olayın bir bağlantısı varmış. Ve anlatıyordu annem.. “ Hani ben uzun süre hasta yatmıştım ve aylarca ayağa kalkamamıştım ve bir gün aniden ayağa kalkıp iyileşmiştim ya.. İşte o günün gecesi rüyamda Hz. Fatıma annemizi görmüştüm. Elinde süpürge ile bütün vücudumu sıvazlamış ve Ayşe kızım artık
iyileştin. Ayağa kalkabilirsin demişti. Ben de ayağa iyileşip ayağa kalmıştım.” İşte ani ayağa kalkmamın sırrı buydu. Peki, bu tozlarda neyin nesiydi diye soruyorsunuz. Hani o hasta yatağımda yatarken iyileşmeme sebep olan süpürgenin tozlarıydı bunlar.. Çünkü bu tozlardan sonra ertesi gün Hz. Fatıma anamız yine rüyama girmişti ve Ayşe kızım sana hatıra olarak cennetten seni iyileştiren süpürgenin tozlarını gönderdim dünya gözüyle göresin diye demişti..” Evet, bütün bunlar kafanızı karıştırıyor, inanılmaz şeyler diyorsunuz ama bizler yaşadık ve şahit olduk.. Hatta bu olayın devamında annem bana “Oğlum Muhsin senin eski arkadaşlarından birisi Mevlana müzesi müdürü olsa gerek.. Bir araştır.. Onu bul ve cennetten gelen tozları Mevlana Müzesi’ne koyalım.. Hayırlı olur.. “ Ve gerçekten araştırdığımda eski arkadaşım/ağabeyim Abdülsettar Yarar Kültür ve Turizm Müdürü imiş. Ben de o zaman öğrendim. Ve kendisinin yanına gittim, olayı anlattım ve annemin de selamın söyledim. Abdülsettar ağabey geçmişten tanıdığım, itikadı, akidesi, inançları ile güvendiğim sevip-saydığım birisiydi. Bana inandı fakat işin resmi yönü vardı. Bana dedi ki böyle bir olay aile içinde sır kalsın.. Ve bu emaneti aile olar, evlatları olarak siz saklarsanız daha iyi olur. Yoksa devir çok değişti, kimse inanmaz, Allah göstermesin dalga geçerler.. “ demişti bana. Ben de bu durumu anneme izah ettim. Annem kabullendi hayırlısı dedi. Ve bu cennet tozlarını annem yıllarca temiz beyaz bez parçasında ve Kur’an içinde sakladı.. Fakat şu anda akıbeti meçhul..! Annemin vefat etmeden bu tozları sorduğumuzda hep tebessüm edip susmuştu! Ve nerede olduğunu söylemedi. Hatta bir ara bizim ısrarlarımıza rağmen belki kaybolmuştur diyerek tebessüm etmişti. Anladık ki bu cennetten gelen toz da annem ile birlikte sır olup gitti…
SON SIR: Aslında bu pek sır değil, annem vefat etmiş ve biz annemi Medline hastanesinden almaya gitmiştik kardeşlerim Mehmet, Ahmet, yeğenim Hüseyin ve kardeşimin kayını Ahmet Tutar ile birlikte. Annemi Morg’tan aldık ve Meram Kalfalar Mahallesi’ndeki evimize en yakın Kavaklı Camii’ne yakınması için getirdik. Annemin cenazesini Camii’nin yıkama yerine bıraktık. Yıkanmadan önce teyzelerim ve anne dayımızın kızı annemizin cenazesinin başındalardı. Son defa dünya gözüyle annemizi görmemiz bizi içeri çağırdılar. Ben, kardeşim Mehmet, Şengül, Ahmet, İbrahim ve yeğenim Hüseyin ile birlikte tek tek girdik cenaze yıkama yerine annemizin yanına. Hepimizin gördüğü bir gerçeği yine burada açıklıyorum. Evet, annemiz sanki ölmemişti, yüzünde öyle bir beyazlık öyle bir nur vardı ki… Annemiz gülüyordu, hem de aleni bir şekilde gülüyordu… Yanaklarındaki gamzeden anlıyorduk güldüğünü.. Yani tebessüm ediyordu… Hem öyle bir tebessüm ediyordu ki nasıl anlatabiliriz ki… Bu durumu tüm kardeşlerim, teyzelerim ve dayı kızlarım da görmüştü… Evet, annemiz Rabbine kavuşurken öyle bir sevinç duymuş ki son hali bu olsa gerekti.. Evet, Rabbine sevinerek gitmişti… Ve bu sevinci son haline yansımış ve öyle kalmıştı…
Evet, annemin vefatının sıcağı sıcağına siz değerli Efece Haber okuyucularına ilk defa paylaşmış oldum annemin sırlarını.. Zaten Yılanların Öfkesi kitabımda annemle ilgili bazı sırların ipuçlarını vermiştim.. Fakat asıl sırlarını ilk defa Efece Haber’de paylaşmış oldum. Yine de annemin tüm sıralarının ipucu Yılanların Öfkesi kitabımda gizlidir!.. Oysa ki annemle ilgili daha yüzlerce sır var..! Fakat ben bu sırlardan sadece üçünü sizlerle paylaştım… Paylaşmakla iyi mi ettim kötü mü ettim bilemiyorum ama hislerim, içgüdüm ve kalbim paylaşmamdan yana ben kamçıladı… Ve bu sırları ilk defa Efece Haber’de paylaşmış oldum…
Canım, biricik anneciğim, hepsini değil, sırlarından sadece birkaçını paylaştığım için beni affeder misin?!
Canım bircik anneciğim artık sen Rabbine kavuştun ve kurtuldun..! Rabbine gittiğinde bizlerin affını ister misin? Orada Hz. Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v) i gördüğünde bizlere de şefaat diler misin?!
Şimdi sen yoksun ama ebediyen, sen ölmedin sen artık yüreğimizde yaşıyorsun..! Ve seni hep YAŞATACAĞIZ..!
|