Biraz içime mi kapandım ne?! Özel ve genel sorunlardan dolayı çevremden bir hayli uzak kaldım. Daha önce, hem de uzun bir süre Efece Haber ve Anayurt’ta (ara verip) yazamadığım gibi! Ne zaman ortadan kaybolsam hakkımdaki dedikodular başlıyor! Bazen psikolojimi bozmak ve huzursuz etmek istiyorlar! Bazen ortada olmadığım zamanlar nerede, ne yaptığımı merak ediyorlar! Bazen de meydanı boş bulup akla-hayale gelmedik yalanlarla hakkımda kafa ütüleyici iddialar ortaya atıyorlar! Yahu, kendi halinde sıradan bir gazeteci-yazar olarak yaşama hakkıma bile müdahale ediyorlar! Ama başaramıyorlar! Çamur at izi kalsın mantığı!
Birileri çıkar ortaya alternatif arayışlara girerek siyasi oluşumlardan söz eder! Birileri çıkar AK Parti’ye muhalif söylemlerle ülkeyi kurtarmak için kolları sıvar! Birileri çıkar mangalda kül bırakmayacak nutuklar çekerek büyük bir oluşum sürecini başlatır! Bu işin ucu size kadar uzanır! Önce hayıflanırsınız, inanır gibi yaparsınız, diyaloga açık bir şekilde muhatap olup dinlersiniz onları! Fakat öyle bir gün gelip-çatar ki bu insanları bunca zaman ciddiye alıp dinlediğinize bile pişman olursunuz! Görünen köy kılavuz istemiyordu! Her şey ortada, aleni ve şeffaf! Bu kaptan, bu tayfalar ve bu gemi ile yola çıkılmaz! Kısaca batarsınız! O yüzden daha gemiye binmeden kararınızı verip onlara ‘rastgele’ diyerek el sallarsınız..!
Siyaseti, toplum psikolojisini, ülkenin içinde bulunduğu şu anki durumu yatay, dikey ve derinlemesine analiz etmeden etrafına topladığı bazı siyasetçi, bürokrat ve akademisyenlerle kolları sıvayıp büyük denize dalmaya çalışırsa insan neyle karşılaşacağını bilemez ki! Siyaset/politika bataklığı kimleri boğmamış ki! İşte bu yüzden uyarmak istersiniz geminin kaptanını ve tayfalarını! Bu gemi daha yola çıkmadan su almaya başladığını söylersiniz! Tayfalar tecrübeli de olsa yüksek egoları yüzünden maceraya atıldıkları konusunda kaptanı uyarırsınız! Bırakın kaptanı ve tayfaları uyarmayı hakkınızda neler düşündüklerini öğrendiğiniz zaman mideniz bulanır! Ama çok biliyorlar ya, tecrübeliler ya! Yahu güldürtmeyin, ne bilmesi, ne tecrübesi! Bu kafayla bırakın ülkenin sorunlarına neşter atmayı bir arpa boyu yol dahi kat edemezler! Sizi ne kadar tanıyorlar ki?! Size ne kadar güveniyorlar ki?! Sizi ne kadar dinliyorlar ki?! Zaten ömrüm bu tür insanlara akıl vere vere geçti! Ve kendime yetecek akıl kaldı mı diye hep şüphe ederim! Soy isminiz ‘akıl’ ya! Her neyse… Acırsınız bu durumda olan insanlara… Bırakın ülkeyi kurtarmayı, içinde bulundukları atmosferden kendilerini bile kurtaramazlar! Çünkü ileriyi göremiyorlar!..
Son günlerde iktidarın icraatlarından rahatsız olanların sesi gür bir şekilde çıkmaya başladı. Çoğu akademisyenler siyasete bile soyundu. Bunca yıl AK Parti icraatlarını övenler bile manevra yapıp gerçekleri gördü ve veryansın etmeye başladılar. Ben bile çoğu zaman iktidarın doğrularına ‘doğru’ yanlışlarına ‘yanlış’ dediğim halde son günlerde gündeme bomba gibi düşen barış adıyla başlatılan ‘çözüm süreci’ masalına isyan ediyorum! Hem öyle bir isyan ediyorum ki hiç sormayın! Çünkü, yıllar öncesinden bugünleri görebiliyordum! Bu konuda o kadar çok yazdım ki..! Yazdıklarım, konuştuklarım ve iddialarım günü gelip gerçeğe dönüştükçe stratejimin, yolumun, çizgimin doğru olduğuna inandım. Ve gelecekte neler olabileceği hakkındaki düşüncelerim daha da netleşiyordu! O yüzden gelecekle ilgili düşüncelerimi her zaman okuyucularımla paylaştım. Fakat şu andaki gidişat iç açıcı ve iyi değil. Artık ülkemin ve milletimin geleceğinden iyice endişe etmeye başladım.
Geçen hafta içinde birçok yerde bazı özel ve genel toplantılara katıldım. Toplantılarda asıl ana konular konuşulduktan sonra söz geliyordu gündemdeki‘çözüm süreci’ ve ‘barış’ mevzularına. Toplantılardan birisi yeni siyasi oluşum aşamasında olan bir grubun daha işin başında ‘çözüm süreci’ ve ‘barış’ konularında garip, enteresan ve ilginç şeyler söylendi. Söz bana geldiğinde bütün dikkatler üzerimdeydi. AK Parti’ye verip-veriştireceğimi zannettiler! Tarafsız ve objektif bir şekilde önce AK Parti’nin iktidara geldiği günden bu yana yapmış olduğu pozitif/olumlu ve takdire değer icraatlarından bahsettim (sen misin böyle konuşan!) daha sonra da dış politikadaki yanlışlarından ve şu anda ‘barış’ amacıyla başlatmış olduğu ‘çözüm süreci’ üzerine sert eleştirilerde bulundum. Maalesef öyle bir tepki gördüm ki sonunda AK Parti yanlısı gibi algılandım muhataplarımın beklenmedik tepkisiyle karşılaştım!
Diğer yandan yine başka bir yerde (bir vakıftı) eski milletvekilleri, akademisyenler, bürokratlar, iş adamları ve medya mensuplarının da olduğu bir toplantıda yine son günlerde yoğun bir şekilde tartışılan ‘çözüm süreci’ üzerinde duruldu. Yine söz bana geldiğinde bir hayli sert açıklamalar yaparak mevzubahis çözüm sürecinin perde arkasındaki acı gerçekleri izah ettim. Gidişatın iyi olmadığını ve Türkiye üzerinde büyük oyunlar oynandığını söyledim. AK Parti yanlısı olan akademisyenler ve eski milletvekilleri sözlerim karşısında o kadar tepkiliydiler ki ben bile inanamadım! Kendilerinden emin iktidarı göklere çıkardılar. Hatta söz emperyaliszm ve siyonizmden açıldığı zaman bunların safsata olduğunu, yıllardır bu tür şeylerle beyinlerin yıkandığını, gerçeklerle alakası olmadığını, her taşın altından ‘emperyalizm ve siyonizm’ arandığını duyduğumda kulaklarıma inanamadım..!
Üçüncü gitmiş olduğum toplantı yerinde ise kökenleri Türk, Kürt, Çerkez, Arap bir grup siyasi, akademik, sivil insanlarla aynı konu üzerinde saatlerce konuştuk. Toplantı çok sert ve gergin geçmesine rağmen herkes birbirine saygılıydı. Söz bana geldiği zaman hiç değişmeyen üslubumla bir şeyler söyledim. Konuşmam bittikten sonra görüşlerime katılan da oldu katılmayan da… Bu toplantıda herkesi siyasi görüşü ve fikri farklı olsa da nezaket kuralları çiğnenmemiş, saygı ve hoş görü sınırları geçilmemiş ve karşılıklı anlayışlar zuhur etmişti… Keşke mecliste, siyasi arenada, sivil toplum örgütlerinde aynı düzey, aynı seviye ve aynı havada olsa bütün toplantılar, bütün tartışmalar ve bütün konuşmalar…
Bir ara çok sevip-saydığım, yılların dostu gerçek Çeçen davasının yılmaz savunucusu, mücahit, dava adamı bir o kadar Türkiye sevdalısı ve Çeçenistan İçkerya Cumhuriyeti’nin Türkiye fahri konsolosu Medet Ünlü ile kendi ofisinde önce hasret giderip sonra da Çeçenistan’ı konuştuk. Uzun süre Çeçen direnişi üzerinde sohbet ettik. Bu arada bazı ortak dostlarımızın da kulağını çınlattık. İnanın bana Türkiye’de gerçek Çeçen, dava adamı, bir o kadar cesur örnek bir adam gösterin deseler ben hemen Medet Ünlü’yü gösteririm. Dürüst, kişilikli, cesur, basiret ve feraset sahibi güzel insan… Aynı zamanda gerçek bir dost… İşte böyle bir dost ile görüşemediğimiz zamanların acısını çıkartırcasına derin bir sohbetimiz oldu. Vakti saati geldiğinde görüşmek temennisi ile müsaade isteyip ayrıldım.
Bütün bu toplantılar bir haftalık süre içinde olmuştu. Bu arada ben hızlı tren ve şehirlerarası otobüsle üç sefer Konya-Ankara arası yolculuk yapmıştım. Hakkını asla ödeyemeyeceğimiz ve çok değerli elleri öpülesi annemizin ağır hasta olması nedeniyle bu yolculukları yapmıştım. Ara boşluklarda randevularıma sadık kalıp toplantılara katılmıştım.
Yeni çıkan ‘Yılanların Öfkesi’ kitabım bir hayli kafaları karıştırmış! Bu konuda çok sorular geliyor. Bilhassa ‘derin devlet’ konularına merak saranlar yöneltiyor soruları. Ben de gerektiği şekilde ve usulüne uygun olarak cevaplıyorum. Demek ki bu milletin ve bu devletin derinliğindeki gerçeklerden haberi olmayan çok insanımız var! Derin Devlet diye bize yutturdukları emperyalist güçlerin Türkiye’deki uzantılarına olan inanç artık tarihe karışıyor. Gerçek derin devletin varlığı, nefes alış-verişi ve yeryüzüne zuhur etmesi Emperyalist ve Siyonist güçleri rahatsız etmeye başladı! Yani, Türkiye’deki işbirlikçilerine uykusuz günler yaşatıyor olsa gerek! Yılanların Öfkesi her geçen gün büyüyor! Yalanların güftesi de artık ‘barış’ ve ‘çözüm süreci’ adıyla beste olup şarkı olarak koro halinde söyleniyor! Yılanlar ve yalanlar..! İki ayaklı yılanlar memleketi kasıp-kavururken gerçek sürüngen yılanların suçu ne?! O yüzden mi yılanlar çok öfkeli?!
Ve hiç ummadığınız bir gün (hasta yatağında kıvranan annenizle ilgilenirken) telefonunuz çalar! İstanbul’dan arıyorlar. Büyük bir televizyon kanalı adına aradıklarını söylüyorlar. Sizinle röportaj yapmak istediklerini açıklıyorlar. İçinde bulunduğunuz durumu izah ediyorsunuz. Ama onlar ısrarla röportaj için Ankara’ya gelmek istediklerini söylüyorlar. Siz ise Ankara’da olmadığınızı beyan ediyorsunuz. Ve sonunda her nedense bu röportaj teklifine ‘evet’ demek zorunda kalıyorsunuz. Ve aradan iki-üç gün geçmeden Ankara’ya döndüğünüzde, sözkonusu televizyon kanalının stüdyosunda röportajı gerçekleştiriyorsunuz. Fakat içinizde bir uhde kalıyor! Sizinle röportaj yapanların sessizliği, aceleciliği ve isimlerini, telefonlarını vermeyişleri sizi kuşkulandırıyor! Bu röportaj akıbeti meçhul! Hele bir yayınlansın altından ne çıkacak?! Yine de meslektaşlarım diyerek bu konuyu da sinenize çekiyor ve unutuyorsunuz. Ama tedbiri de elden bırakmamıştınız!..
Efece Haber’deki tüm yazılarımda kendi kendime konuşuyor (ya da okuyucularımla sohbet ediyor) gibi yapıyorsunuz. Aynı zamanda bugüne kadar Efece Haber için hep özel yazdınız! Psikolojik, sosyal, sanatsal, kültürel ve hasbıhal şeklinde konular işlediniz. Neden mi?! Çünkü Efece Haber’in yöneticileri ve okuyucuları da bir o kadar özel olduğu için! Aslında ara-sıra siyasi konulara da girmek istiyorsunuz. Sıkıcı olur düşüncesindeyim ama..! İnşallah bu konuda karar verirsem, ilerdeki haftalarda çok ilginç siyasi konulara değinebilirim! Siyasi arenanın perde arkasına neşter atabilirim! Tabi ki günlük siyasi gazetedeki köşe yazılarına benzemeden! Biraz daha kapsamlı ve geniş bir şekilde konuları araştırıp-irdeleyerek…
Yahu şu kırmızıçizgilerim olmasaydı, şu içimdeki Allah, Peygamber, İslâm, Kur’an, Mustafa Kemal, Devlet, Millet, Bayrak aşkı olmasaydı, kefeni giyip yola çıkarak şu koskoca bir ömrü feda eder miydim?! Tarihimiz, kültürümüz, ahlâkımız ayaklar altında olmasaydı bunca yıl bu uğurda mücadele eder miydim?! Dünyada ezenler, sömürenler, hak-hukuk çiğneyenler olmasaydı; ezilenlerin, sömürülenlerin, hak-hukuk çiğneyenlerin hakkını kim arayacaktı ve onlar için kim savaşacaktı?! Hak ve Batıl, İyi ve Kötü, Doğru ve Yanlış diye dünyada iki yol olmasaydı varlığımızın (yaratılışımızın) bir anlamı kalır mıydı?! Yahu, mesleğim gazetecilik ve yazarlık olmasaydı bunca yıl mücadelemi nasıl ve neyle yapardım?! Bütün bu serzenişler, kuşkular/şüpheler, duygular, düşünceler ve sorular bir inanç ve bir amaç içindi! Ve her şey şu küçücük dünyada İNSAN ve İNSANLIK içindi!. Evet, İnanç ve amaç olmasaydı hayatın/(yaşamın) bir anlamı kalır mıydı?!
|