Tarihin derinliklerinden süzülüp gelen aşk, sevgi ve muhabbet üzerine çekilen filmler, yazılan romanlar, öyküler ve şiirler insanın iç dehlizlerinde nasır tutmuş duyguları ne kadar incitip-acıtsa da yine de hüzünlü bir atmosferin oluşmasına engel olamazdı! İnsanın doğasında aşk olmasa umut ve hayal de olamazdı. Aşk umudun kapısı hayal ise anahtarı! Aşk insanı bazen umutsuzluğa iterek kötümser hayallerin kölesi bile yapar. Aşk kırbacı kimin elinde ise duygularının üzerine sürekli indirmek zorundadır. Yoksa duygular dinginlik, durgunluk ve monotonluk dinlemez. Duygular hareket ister. Duygular mıknatıs gibidir, iyiyi çeker kötüyü iter! İçgüdüsel dürtüler duyguları depreştirir ve çoğu zaman insanın önüne geçerek gözünü kör eder. Görmek ve bakmak arasındaki farkı atladığı için körü körüne bir bağlılıkla hayatını zehir bile edebilir! O yüzden aşkın gerçek doğasına sadık kalarak sevgiyi, umudu ve güzelliği kuşanmalıdır insan. Geçmişinden ders alıp yarınlara umutla bakmasını bilmeli…
Aşk esareti içinde yaşayan insanların kölelerden ne farkı var. Köleler; efendilerin emri altında bir ömür tutsak yaşarlar. Onlar ne derse onu yapar… Kendilerin ait hiçbir şeyleri yoktur. Düşünemezler, duygulanamazlar, sevinemezler! Efendileri ne düşünürse onu düşünürler, efendileri nasıl duygulanırsa onlar da o şekilde duygulanır, efendileri nelere sevinirse onlar da ona sevinir. Böyle bir aşkın kölesi olmaktansa intihar etmek en makbulüdür. Oysaki aşk sevgidir, umuttur, neşedir, güvendir, gelecektir, aydınlıktır, huzurdur. Aşk özgürlüktür. O yüzden ömrüm boyunca hiçbir zaman aşka teslim olmadım. Aşk beni yönlendiremez. Ben aşk yönlendiririm! Ne mutlu aşkın köleliğini değil de aşkın özgürlüğünü tadanlara…
İnsanın iç dünyasında esaret olması kadar kötü bir şey yoktur! İçekapanıklılık, insanlardan uzaklaşmak, gürültü ve patırtıdan kaçmak ne kadar pozitif sonuçlar doğursa da tersinden mantıkla negatif/olumsuz sonuçlara da doğurabilir! O yüzden insanın yaşamında özgüven, kendinden zuhur mutluluk ve geleceğe umutla bakmak çok önemlidir. Kalbini ve beynini tüm kötülüklerden uzak tuttuğu gibi mutluluğu önce kendi içinde yaşamalı insan. Sonra bu mutluluk bir yolunu bulup dışarı taşar ve başkalarının da mutlu olmasını sağlar. İğreti duygu ve düşüncelerin kölesi olmak insanı kendi iç dünyasına hapseder ve dış dünyanın tüm güzelliklerinden mahrum eder. İşte bu yüzden insan ne içine kapanıp dünyaya küsmeli ne de su böreği gibi dışa açılarak mahremiyetini sergilemeli. Mutlaka vasat/orta bir yol bularak yaşamının her anına dikkat ederek güncel hayatında otokontrol sağlamasını bilmeli insan.
Geçmişin acılarını, sancılarını, öfkesini/kinini içinde taşıyan insanlar her zaman tedirgin ve huzursuzdur. Geçmişin mutluluğunu, umutlarını ve güzelliklerini içinde taşıyan insanlar ise her zaman güven verici, neşeli ve mutludur. Her ikisi arasında olanların nerede ne yapacağı belli olmaz. Bazen çöldeki kum fırtınası gibi ortalığı toz-duman eder, bazen karadaki hortum gibi her şeyi önüne katıp savurur havaya, bazen de denizdeki kasırga gibi kendi kıyılarını yerle-bir eder! Duru, durgun, pasif, umursamaz, tepkisiz, suskun, yorgun insanlar ise kendilerini yaşamın kollarına salıvermişler, kaderlerine boyun eğmişler ve hayattan bezmişliğin vermiş olduğu ruh hali ile dervişane bir hayat yaşarlar. Onların siyasi, ekonomik, sosyal sorunları yoktur! Gündemden bihaberdirler. Sadece daracık dünyalarında küçücük hayallerle avunarak mikro bir hayat felsefesi içinde nefes alıp-vererek yaşamış oldukları hayatın elle tutulup gözle görülen boyutlarıyla ilgilenirler.
Ben yaşamım boyunca hem iç dünyama hem dış dünyama pozitif enerji vermeye çalıştım. Tüm negatif düşünce ve duygularımı da geridönüşüm potasında eriterek tekrar yaşamıma kazandırdım. Dış dünyadan bana yönelen tüm kötü düşünce ve duygular içinde reflekslerimden güçlü bir tepki mekanizması oluşturdum. Zaten kutsal buyrukların gölgesinde dinlenirken bu konularda ne yapmam gerektiğini Yüce Yaratıcı bir bir fısıldamıştı kulağıma!
Yaşamımın her anında kutlu buyrukları hatırlayarak nefes alıp-verdim bunca yıl. Kararan dünyamda kutlu buyrukları tutarak aydınlanıyordum. İçimdeki korkuları kutlu buyruklar sayesinde yok ediyordum. Nefsimi de kutlu buyruklar ile kontrol ediyordum. Her insanın içinde güneşi, ayı ve yıldızları olmalıdır derim! Benim güneşim kutlu buyrukların kaynağıydı, benim ayım kutlu buyrukların aynasıydı, benim yıldızlarım kutlu buyrukların her bir sayfasıydı. Yaşamda tesadüflere yer yoktu. Yaşamın yol göstericisi ve anahtarıydı kutlu buyruklar! Yaratılışımızın sırrına ışık tutuyordu kutlu buyruklar! Ki bu sırra sadık yaşamak..!
İçindeki korkuları büyüten insanların tedirginliklerini anlamak o kadar zor değil! Korku tapınağında bir ömür geçirmiş insanlardan ne beklenebilir?! Özgürlük varken korkunun kollarına sığınmak olur mu?! Yok edin içinizdeki tüm korkuları. Yıkın içinizdeki korku tapınağını. Özgürlüğü benimseyin, özgür düşünün! Özgürlüğe yol alsın bindiğiniz hayat gemisi. Özgür sularda özgürce yol alsın Özgürlüğün uçsuz-bucaksın sularında, özgürlüğün sınırsız ummanına açılsın. Düşüncelerinizi ve duygularını sınırlamayın. Kaldırın tüm sınır kapılarını özgürcü uçsun gökyüzüne doğru… Hayata dair pasaportlarınız ve vizeleriniz olmasın! Özgürlüğe giden yol üzerinde hiçbir trafik levhası olmasın. Kırmızı, yeşil ve sarı renkler özgürlüğünüzün gökkuşağı içinde erisin ve öyle bir dönsün ki sonunda temizliğin, berraklığın, şeffaflığın beyaz rengi olarak tüm hayatınızı kuşatsın.
Kıtalar üzerinde düşünüyorum da Amerika ve Avrupa deyince aklıma sömürge ve tokluk geliyor! Afrika deyince de kölelik ve açlık..! Kıtalara bile anlam yükleyebiliyoruz. Afrikamsı duygular depreşir bazen içimde. Açlıktan derisi kemiğine yapışmış siyah insanların içinde yaşamak isterdim. Onların derdiyle dertlenmek; onları anlamak ve onları dinlemek… Madem ki insanım sorumluyum tüm insanlıktan! O yüzden duygu ve düşüncelerime önüne set kuramazdım; özgürce aksın dedim… Ve Ortadoğu deyince aklıma önce Filistin gelirdi! Direnişin sembolüydü Filistin! Ortadoğu deyince aklıma sonra İsrail geliyordu: zulüm, baskı, şiddet, ölüm, kin ve nefret..! Şimdi Ortadoğu’yu genişlettiler! İsrail ile birlikte emperyalist küresel diğer güçleri de hatırlamaya başladık. Unutulmadı Irak işgali! Şimdi de Suriye’de isyan! Halkı Müslüman ama birbirine kırdırtıyorlar! Ortadoğu deyince düşmanı bile unutuyor insan… Artık düşman dışarıda aramamıza gerek yok, düşman içimizde cirit atıyor.
Ve benim güzel ülkem Türkiye’m. Dört yanı denizlerle çevrili, yerin altı ve yerin üstü hazinelerle dolu güzel ülkem Türkiye’m. Tarihin binlerce derinliğinden gelen güzellikleri arasında çiçek çiçek açmış insanları kaç asır dünyaya barış, huzur ve güven aşılamış bir milletin torunları olarak şu an içinde yaşadığımız duruma bakın hele. Rahat bırakmıyor düşmanlar, kaşıyor yaralarımızı, deşiyor iç organlarımızı, akıtıyorlar kanımızı, incitiyorlar canımızı. Yine de ders almıyoruz, kendi kendimizle uğraşıyoruz. Özgürlüğü, umudu, aşkı, mutluluğu, barışı, huzuru, güveni kendimize çok mu görüyoruz? Renkli bir bahçemiz var! Rengarenk çiçekler… Her birinin kokusu bir o kadar güzel. Ama koklatmıyorlar! Bahçemiz tel örgüyle çevrili, sadece uzaktan seyrediyoruz. Bizleri evimize hapsetmişler sadece pencereden bakabiliyoruz! Oysaki Türkiye’m hapishane değil. Özgürlüğü, barışı, huzuru, güveni, umudu, mutluluğu hak etmiş bir ülkedir Türkiye’m! O halde hala niçin köleyim ben?!
Duygu ve düşüncelerim aşk ateşi ile alevlendi, özgürlük ve barışı kuşandı, umuda doğru kanatlandı ve yarınlara kanat çırptı özgürce gökyüzünde… Karanlığın üzerinden geçerken hatırladı acıyı, öfkeyi ve nefreti… Artık hepsi geride kaldı artık.. Özgürce uçmak vardı yarınlara… Geçmişi unutmadan, gelecekten korkmadan özgürlüğe giden yolda havadan, karadan, denizden ve derinden gitmek var… Duygu ve düşüncelerimizi salıverdik gökyüzüne, özgürce uçsunlar diye… Bir sabah nasıl olsa güneşle birlikte uyanacağız ve dilimizde barış, adalet ve özgürlük şarkıları… İşte o gün bayram, işte o gün özgür Türkiye’m…
|