Duygular üzerinden kalbimize doğru uzanan uzun-ince bir yolun üzerinde kurulan aşk, hüzün, acı/dert ve mutluluk köprülerinden geçerken ruhumuzda oluşan dalgalarda sörf yapmak bizi alıp götürüyordu içimizin uçsuz-bucaksız engin derinliklerine… Gerçek hayatın acımasız izdüşümlerine karşı kendi iç dünyamızda inzivaya çekilerek ruhumuzu dinlendirip yeniden mutluluğu kuşanmak için vermiş olduğumuz mücadele ile adeta ‘hayat’ buluyorduk. Artık dışımızda oluşan tüm psikolojik travmalardan ve çıkmazlardan, bizi üzücü her şeyden uzak bir atmosfer içinde yaşamın bir ucundan tutunarak yola devam diyorduk… Yılmadan, bıkmadan ve geri adım atmadan, yeniden ve yeniden nefes alarak hayata dönüşümüzün mutluluğunu kutluyorduk tüm sevdiklerimizle…
Güncel hayatın tüm sıkıntılarından, kalabalıkların boğucu atmosferinden, karşılaşmış olduğumuz çözümsüz gibi görünen sorunların bunaltılarından kaçarak yalnızlığımızın bir köşesine çekilip hatalarımızı/yanlışlarımızı sorgulayarak, benliğimizi yargılayarak, içimizdeki çocuğun sesini dinleyip yeni bir çıkış kapısını aralayarak kendi kendimizi yenileyip umuda koşarcasına tutunuyorduk hayatın bir ucundan… Bazen insan kendi o kadar yalnız hisseder ki sanki ıssız bir çölde, sanki okyanusun derinliklerinde, sanki insanın ayak basmadığı ıssız bir adada imiş gibi bir ruh haliyle içine kapanır..! Bir sanatçı, bir yazar, bir şair ruhuyla iç gezegeninde gezintiye çıkar… Yazmış olduğu romanların, öykülerin, makalelerin ta ötesine taşıyarak duygularını yıkar apak eder ve tertemiz/yeni düşlerle yeni bir sabahta uyanır hayata tutunmak için..! Bazen de fırçasından damlayan rengarenk boyaların gizemli dünyasına dalar, sınır ötesi hayaller kurarak yaratıcı umutlarla yeni yapacağı eserin muştusu ile kendine gelir…
İnsan bazen çıkarın/menfaatin, paranın-pulun, makamın-şöhretin olmadığı bir dünya arar kendi iç dünyasında. Ne kadar ararsa arasın, maalesef böyle bir dünyanın gerçek hayatla örtüşmediğini anladığı andan itibaren yeniden düşlerine, hayallerine dönerek tutunmaya çalışır yaşamın kenarından-kıyısından..! Umuda yakılan meşaleler sönmediği sürece, erdemliğin, dostluğun, kardeşliğin mayası bozulmadığı sürece, barışın, huzurun ve mutluluğun kapısı kapanmadığı sürece, paylaşma, cömertlik, yardımlaşma ve merhamet gibi duygular var olduğu sürece; kısaca, insani değerler yeryüzünde kaybolmadığı sürece ‘yaşamak’ yine de güzeldir… İnsanı yaşama bağlayan değerlerden söz ediyorum. İnsanı ‘insan’ yapan değerlerden… Evet, bu değerleri ne pahasına olursa olsun korumalıyız ve yaşatmalıyız..! Yaşamanın tüm sırrı bu değerlerdedir..!
Eğer ki dünyada kimsesiz ve yoksul çocuklar varsa halâ, eğer ki her zulüm her yanımızda esip-gürlüyorsa halâ, eğer ki toplumlarda merhametsizlik, sömürü ve işkence rüzgârı estiriyorsa halâ, demek ki insani değerler ayak altında ve halâ medeniyet yakalamış bir toplum değiliz. Ülkemizde ve dünyanın herhangi bir yerinde halâ kan akıyorsa, insanlar ölüyorsa ve savaşlar devam ediyorsa, insanlık halâ mükemmel medeniyeti yakalamış değildir. Dünyaya, ülkelere ve toplumlara yön veren liderler, siyasetçiler, bilge ve akil insanlar, sanatçılar, yazarlar ve şairler bütün bunları bilmesine rağmen yine dünyada barış/huzur sağlanamamışsa insanlık halâ ‘insanlıktan’ nasibini almamış demektir..! İnsan öncelikli değerlerden bahsediyorum, insanı ‘insan’ yapan değerlerden..! Dinler, kültürler, ideolojiler ve rejimler/sistemler, gelenek ve töreler zaten insani değerlerin pişmesi, olgunlaşması ve mükemmel olması için vardır yaratılıştın bu yana..! Maalesef şu anda dünya bu halde… Öyleyse bizler yine kendi iç dünyamıza çekilerek (sanatçı isek sanatımızı, yazar isek roman öykü ve makalelerimizi, şair isek şiirlerimizi) insani değerlerden uzaklaşmadan ve kopmadan yapmaya, yazmaya ve çizmeye devam etmek zorundayız. Bir ülkenin, bir toplumun ve bir kitlenin geleceğine ancak bilge insanlar, sanatçılar, yazarlar ve şairler ışık tutar. Onların eserleri aydınlatır dünyayı, ülkeleri ve toplumları…
|