Önce Kendimden Bahsetmek Sonra Da Edebiyat, Sanat, Kültür Üzerine Sizlerle Sohbet Etmek İstiyorum Ama Yazımın Akışı Bizi Nereye Götürür Bilemiyorum..!
Aslında çocukluğumdan bu yana çok okuyup-yazan bir insanım. Bugüne kadar yazmış olduğum makaleler, araştırmalar/incelemeler, denemeler, öyküler, şiirler onlarca kitap olurdu. Aynı zamanda yıllarca yapmış olduğum haberler de işin cabası… Asıl konuyu edebiyatçı ve sanatçı yönüme getirmek istiyorum. Şiirle, öykü ve resim ile ilk edebiyat merakım başlamıştı. Aynı zamanda spora da bir o kadar meraklıydım. Jimnastik başta olmak üzere futbol, voleybol, basketbol, atletizm, yüzme, tenis, ata binme vs. sporun her dalıyla uğraştım. Fakat ana sporum jimnastikti. Zaman içinde daha ilköğretim (ilk ve orta) yıllarında gazeteciliğe olan merakım daha ağır bastı. Ve daha çocuk denecek yaşta gazeteci oldum. İnanın gazetecilikte de ustam/hocam olmadı. Kendi kendime..! Önce muhabirlik derken gazeteciliğin her kademesini sindirdim. Yazarlık da ekstrası… Ve kendi gazete ve dergilerimi yayınladım yıllarca…
Ömrüm boyunca hiçbir gazetede maaşlı, sigortalı çalışmadım. Maaş aldığımı hiç hatırlamıyorum. Devletin hiçbir imkânından da yararlanmadım. Sarı basın kartı, ruhsatlı silah, basın mensubu olduğu için ayrıcalıklar, indirimler vs… Hiçbiri umurumda olmadı… Bunara ilgi ve alâka duymadım. Ara-sıra gazetecilikte verilen ödülleri de kabul etmedim. Bir ara araştırmacı-gazetecilikte yılın gazetecisi seçilmiştim de hiç oralı olmadım. Ödülü benim yerime başka bir gazeteci arkadaşım almıştı… Orta halli bir ailenin çocuğuyum. Kendi halinde mütevazı bir aile diyebilirim. Ama kök olarak asil bir soy..! Yörük/Türkmen, Kızıloğuz Türklerine dayanır… Ne de olsa Türklüğümle gurur duydum her zaman. Aynı zaman da Müslümanlığımla da... Dini bütün bir Müslüman olamadığım gibi dinsiz de olmadım..! İlkokul öncesi Allah, Peygamber ve din sevgisi ailem tarafından verilmişti. Yani, biricik annem ve babamdan ilk terbiyemi ve ilk eğitimimi aldım. Daha sonra da ilkokulda Atatürk sevgisi ile yoğruldum. Kurtuluş Savaşı gazisi dedemin hatıralarını dinleyerek büyüdüm. Vatan, millet, bayrak sevgisi de o zaman oluştu bende…
Ortaokulda ise sıra arkadaşımın okuduğu kitaplar ilgimi çekti. Sol ağırlıklıydı. Ve Karl Marks, Lenin, Engels, Mao’ya ilgim arttı. Artık kendimi solcu gibi hissediyordum. Aynı zamanda iyi bir Atatürkçü! Edebiyata olan merakım yüzünden hem Türk klasiklerini hem de dünya klasiklerini ilgim yoğunlaştı. Türk ve dünya klasiklerini okuyup-yutmuştum. Beni etkileyen arasında yerli yabancı olan dünyaca ünlü bir hayli yazar vardı. Dostoyevski, Wigtor Hugo, Tolstoy, Puşkin, Kafka, Albert Camus… Türk klasiklerini saymakla bitiremem… Ama ilk göz ağrım Ömer Seyfettin… Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halde Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin ve diğerleri… Orta ve Lise yıllarımda okumadığım yerli ve yabancı eser kalmadı. Lise yıllarımda Nazım Hikmet ve Necip Fazıl hayranlığı arttı. Bu arada psikoloji, felsefe ve tarih merakım da arttı. Aristo ve Gazali en dikkatimi çekenler arasındaydı. Zaman içinde Cemil Meriç, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil ve daha sayamayacağım kadar sol, sağ, İslam düşünceli birçok yazar…Zamanla siyasi kitaplar daha çok ilgimi çekmeye başladı. Okumadığım siyasi kitap da kalmadı diyebilirim. Okurken siyasi, kültürel, sanatsal ve sağ, sol, islâmcı ayırımı yapmıyordum.
Ömrüm boyunca beni en çok etkileyen kitaplar arasında başta Kur’an geldi! Daha sonra da dünyaca ünlü Çinli filozof Sun Tzu’nun iki binbeşyüz yıl önce yazmış olduğu Savaş Sanatı kitabı… Savaş Sanatı aslında bir strateji kitabıdır. Sun Tzu’nun Sanat Savaşı kitabı nasıl ki dünyanın gelip-geçmiş bütün liderlerin başucu kitabı oldu, benimde başucu kitabım oldu yıllarca. Dünya klasiklerine girmiş romancılardan Dostoyevski, Wigtor Hugo, Kafka ve Albert Camu de çok etkiledi bir zamanlar. Kafka ve Albert Camu yüzünden bir dönem bunalımlı bir hayat yaşadım. Bunalım takılmayı sevmiştim! Kim bunalım takılmayı sever ki?! Gençlik heyecanı işte… Ömer Hayyam ve Neyzen Teyfik de bir hayli dikkatimi çekmişti. Zaman içinde İslâm’ a olan ilgim arttı. Necip Fazıl beni çok etkiledi. Başta Elmalı Hamdi Yazar olmak üzere yakın dönemin dünyaca ünlü tefsircileri Seyyid Kutup, Mevdudi’nin günümüz diliyle Türkçe’ye çevrilmiş eserlerini bir çırpıda okuyup yuttum. Çağdaş yazarlardan da uzak kalmadım. Atilla İlhan, Ferid Edgü, Salah Birsel, Uğur Mumcu, Aziz Nesin vs. daha sayamayacağım kadar günümüz yazarlarını okudum. Ve çağdaş şairleri… Bu yaşıma geldim o kadar çok yazarın kitabını okudum ki hangi birini sayayım…
Ve zaman içinde anladım ki okuyup-yazmaktan çok icraat çok önemli. Kuru bilgi, kültürlü olmak, sadece bilmek de işe yaramıyordu. Öğrendiklerimizi, bildiklerimizi, sindirdiklerimizi tatbik etmek gerekiyordu! İşte bu yüzden bunca ömrümü icraata adadım. İnançlarım, ülkem, vatanım, devletim, bayrağım, ahlakım, kültürüm, geleneğim DAVAM oldu..! Her şeyimi bu yola adadım. Mal-mülk, şan-şöhret, makam-mevki, evlilik-çoluk-çocuk, hayatı/yaşamı ilgilendiren ne varsa elimin tersiyle itip kefeni giyip böylesine kutlu bir davanın neferi olarak ömrüm boyunca nefes alıp verdim ve mücadele ettim. Eh, geçimini neyle sağladın diyenler olacak. Tabi ki mesleğim olan gazetecilik ve yazarlıkla..! O da yetecek kadar zor şartlar altında..! Fazla parada-pulda gözümüz yoktu… Rızkımız kadarıyla yetinmesini biliyorduk…
Şimdi sözü getirmek istiyorum ülkemin, milletimin durumuna… Yani, şu andaki siyasi atmosfer, gelişmeler ve olaylar beni o kadar çok üzüyor ki… Yıllarca gazetecilik-yazarlık yapıyorum hiçbir zaman taraf olmadım! Her zaman bitaraf (tarafsız) olup objektif, şeffaf olmaya çalıştım. Ama ne yazık ki ben tarafsız, objektif ve şeffaf olmaya çalıştıkça yazdıklarım, yaptıklarım, icraatlarım maalesef beni esrarengiz ve gizemli bir insan/yazar/gazeteci olarak yansıttı! Çünkü hakkımda çok az şey biliniyordu. İnternet ortamında bile bir tek resmim vardı o da topsakallı halim. Aynı zamanda özgeçmişim ile ilgili de çok fazla bir şey yoktu. Hakkımda araştırma yapanlar fazla bir şey bulamıyorlardı. Anayurt gazetesindeki yazılarım ve haberlerimden dolayı bazen gündeme gelsem de asıl özel hayatım merak ediliyordu. Ortada geniş/çaplı bir bilgi olmayınca da kimi bana kâhin yazar, kimi esrarengiz yazar, kimi de her şeyi bilen adam dedi. Oysa ki ben acizane, kendi halinde mütevazı bir yazardım…
Ömrüm boyunca 100’e yakın kitap yazdım ama (inanın) yayınlayacak zamanım olmadı. Ancak daha iki yıl önce Derin Dünya Devletini ve Oratdoğu ve Kuzey Afrika’daki İsyanların Perde Arkasını Anlatan ŞER ÜÇGENİ kitabımı yayınlayabildim. Arkasından (iki yıl geçtikten sonra da) 2013’ün Mart ayı içinde ikinci kitabım olan Yılanların Öfkesi (BİZ: Hem Devletiz Hem Millet) romanımı yayınladım.
Anayurt gazetesindeki sert yazılarımla bir hayli dikkati çektim. Gündemdeki olayları günler, aylar ve hatta yıllar öncesinden bilmem bir ara ortalığı karıştırdı ve yine medya yoluyla gündem konusu oldum. Reha Muhtar Vatan gazetesinde iki gün üst üste benden bahsetmesi ister-istemez yine gündeme taşındım! Konu CHP ve MHP kasetleri ile ilgili üç ay öncesinden yazmış olduğum yazılardı. Yani, CHP ile ilgili olarak Deniz Baykal’ın gideceğini ve yerine Kemal Kılıçdaroğlu’nun geleceğini üç ay öncesinden yazmış olmam. Arkasından da MHP için de aynı benzer bir olayın olabileceğini söylemem. Oysa ki ben CHP ve MHP’nin başına gelen olaylar ile ilgili yazılarımda kasetlerden bahsetmemiştim. Ama CHP ve MHP’nin başına bir şeyler geleceğinden söz etmiştim. Ne olduysa internet ortamında adım kahine, müneccime ve her şeyi bilen adama çıktı. Ne yazık ki ben ne kahindim, ne müneccim ne de her şeyi bilen adamdım. Aradan bir yıl kadar geçtikten sonra 24 Kasım 2011 tarihinde Emin Pazarcı imdadıma yetişerek beni bu şaibelerden ve ithamlardan kurtardı! Nasıl mı?! Yazmış olduğu yazısında öyle bir rapordan söz ediyordu ki benim Deniz Baykal’ın gidip yerine Kemal Kılıçdaroğlu’nun geleceği iddiamla ilgili yazımın yayınlandığı tarihten önce, yani 2008 yılında Amerikan Derin Devleti’nin kontrolünde olduğu iddia edilen John Hopkins Üniversitesi’ne bağlı Amerikan-İsveç merkezli Silkroad Enstitüsü tarafından hazırlanmış olan, 75 sayfalık raporda aynen benim de iddia ettiğim gibi Deniz Baykal’ın gideceğinden ve yerine Kemal Kılıçdaroğlu’nun geleceğinden söz edilmiş. Hem de raporun altında Syante E. Cornell ve Halil Magnus imzaları vardı. Çok şükür bu dertten, bu ithamlardan, bu şaibelerden de kurtulmuştum. Emin Pazarcı’nın yazısından sonra rahat bir nefes almıştım...
Bir aydın, düşünür, gazeteci-yazar olarak ülkemin içinde bulunduğu şu anki durumu gördükçe kahroluyorum. İnanın isyan ediyorum. Binlerce tarihi derinliği olan, onlarca devlet kurmuş bir milletin torunları olarak, Osmanlı döneminde milyonlarca kilometrekare olan topraklarımızın parçalanması ile birlikte geriye kalan şehit kanlarıyla sulanmış bir avuç toprak parçası üzerinde Gazi Mustafa Kemal’in önderliğinde kurulmuş olan T.C. Devleti’ni de bölmek ve parçalamak için uğraşan emperyalist küresel güçlerin ülkemiz üzerinde oynadıkları oyunları gördükçe cinnet geçirmemek için kendimi zor tutuyorum! Haydi diyelim emperyalist küresel güçlerin amacı belli… Peki, ya sözkonusu emperyalist küresel güçlerin maşası, uşağı, hizmetçisi, taşeronu olanlara ne diyeceğiz?! Hele şu anki durumumuza bir bakın… 12 Eylül öncesi bu milletin evlatlarını sağ-sol diye ideolojik kamplara bölüp birbiriyle çatıştıran güçlerin daha sonra PKK terör örgütünü başımıza bela etmelerine ne dersiniz… Tam 27 yıldır kan döküp can alan, vatanı-bayrağı uğruna binlerce şehit verdiğimiz evlatlarımızın analarının daha gözyaşı kurumadan, acısı dinmeden, yaraları sarılmadan nasıl olur da terör örgütü ile masaya oturup barış adı altında bir çözüm süreci başlatarak bu devletin, bu milletin kaderiyle oynayabiliyorsunuz?!
Okumak-yazmak da yetmiyor. İllaki icraat ve karşı duruş gerek! Ülkemin bu halini gördükten sonra yazsam ne olur yazmasam ne olur?! Fakat elimden de bir şey gelmiyor ki?! Ancak yazarak deşarz oluyorum, yazarak rahatlıyorum, yazarak öfkemi kusabiliyorum. Yetiyor mu hayır!.. Çünkü ülkem şu anda tarihinin en korkunç dönemecinden geçiyor. Tarihinin en büyük sınavını veriyor. Tarihinin en akılalmaz oyunu ile karşı-karşıya! Birden aklıma Gazi Mustafa Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi geliyor… Gaflet, dalalet ve hatta ihanet içinde olanların vurdumduymazlığını gördükçe isyan ediyorum… Aslında öfkemi ve isyanımı dalga dalga büyütüp zulmün başına belâ olmak istiyorum… Fakat aniden elim-ayağım tutuluyor..! Yine de bir şeyler yapmam lazım: dilim lal değil bir şeyler söylemem lazım, ki elim-ayağım bağlı olsa (tutsak olsam), ki dilim lal olsa (konuşamasam) ki yüreğim var beee.. Hiç olmazsa buğz ederim diyeceğim ama halâ bir şeyler yapılabilir, mutlaka vardır bu gidişata bir dur demenin yolu, mutlaka vardır gaflet ve dalalet içinde olanları uyandırmanın bir yolu, elbet ki vardır zulmedenlere, ihanet içinde olanlara ve vurdumduymazlara haddini bildirmenin bir yolu..!
Aslında yazıma başlarken siz çok değerli Efece Haber okuyucularımla Edebiyat, Sanat, Kültür üzerine dertleşmek, sohbet etmek istemiştim. Fakat gerçekler, yaşananlar, gelişmeler ve olaylar o kadar acı veriyordu ki yüreğimiz cız etmekte… O yüzden hasbıhal ile başlayıp konuyu nerelere getirdik. Ne yapsak çare değil. Demek ki bizlere; sanata, kültüre, edebiyata zaman ayırmayı bile çok görüyorlar! Maalesef yine söz döndü dolaştı ülkemizin içinde bulunduğu içler acısı duruma geldi… Hele gündemi kasıp-kavuran Çözüm Süreci varken nasıl sanattan, edebiyattan, kültürden bahsedebilirdik ki… Maalesef bizi rahat bırakmıyorlar…
Gündemdeki Çözüm Süreci ile ilgili çok şeyler söylemek isterdim. Fakat fazlası sıkıcı olur diyorum. Son bir cümleyle noktayı koymak istiyorum. Ama bu konudaki düşüncelerimi merak eden Efece Haber okuyucularım için Anayurt gazetesinde bir hafta sürecek olan yazı dizimi okumalarını öneririm. Hiç olmazsa kaldığımız yerden Anayurt’ta devam etmiş oluruz… Yani, gündemdeki Çözüm Süreci ile ilgili çarpıcı ve ilginizi çekecek yorum, analiz ve düşüncelerimi 22 Nisan 2013 ile 27 Nisan 2013 tarihleri arasında Anayurt gazetesinden okuyabilirsiniz demek istiyorum…
|