Gece... İki hece. Şiir gibi. Veya içinin doldurulmasını bekleyen bir hikaye gibi. Veyakaranlığa boğulan derin sonsuzluk… Dili olmayan ama konuşan sessizlik… Binlerce defa yaşansa da hiç eskimeyen, tükenmeyen,her defasında yinelenen karanlık… Sabaha doğru yol alıyorken bir sessizlik hâkim evimin içinde. İçerden duyulmuyordu ama dış dünyayı bulunduğum yerden biraz algılayabiliyordum. Geceye yakışan kocaman bir sessizliktirmuhtemelen… Hani derler ya “ in cin top oynuyor.”
Bütün düşüncelerimden arınmış sessizce oturuyorum yerimde. Önümde boş bir sayfa. Uyuyanve ruhumu ele geçiren gecenin içinde tüm evlerde uykuda gibi. Bazıları uyumuyorsa buradan duymam imkânsızdı zaten. Yanıp sönen sokak lambalarından bazıları görünürde…Bazıları isesarı, yeşil, turuncu ve mavimsi renklerde.
Yaşamımızın nasıl olacağını tasavvur etmem mümkün değil. Hakikati Allah biliyor. Ama insanların bazıları işte böyle gece gibi karanlık… Kiminin geçmişi mesela, kiminin geleceği… Kiminin de yaşadığı anları karanlıktır şartları gereği… Bazıları ise gündüz kadar aydınlık, parlak bir yaşamı, tesellisidünyaya şanslı gelmesidir sadece…
Yüreğimde sessiz, tıpkı karanlığa gömülen kelimelerin sessizliği gibi.Yarı uyur halde uyandırılmayı bekleyen gibi... Bu yazının nereye varacağını şimdiden kestiremiyorum, akışına bıraktım geceden geceye. İç dünyamı zorlamak istemiyorum belki de ama akışında gidiyorgene dakikalar ilerledikçe. Zihnim ara ara en derinlere dalmak istese de,yüreğim hepkıyıda yüzüyor. Bu mükemmel andan başka anı beklemenin de, gereği yok. Şimdilik. Mükemmellik ve güzellik yüreğimde her zaman. Leziz çikolataların eşliğinde anı yaşamaya ve değerlendirmeye çalışıyorumgece vakti… Yalnızlığım ve ben, bir de dört duvar arasında dolaşan gizemli hava… O eşsiz kabına sığmayan gece gibi… Loş ışık altında… Dışarısını gözlemlemem zor oluyor yoksa…
Yerimden kalkıp pencereye doğru yürüyorum. Sessizlik beynimde sesleniyor, kulaklarıma doğru garip bir baskı hissediyorum. Az sonra o eşsiz kara örtünün yerini açık griye doğru terk ettiğini görüyorum… Biraz sonra gökyüzü aydınlanacak ve yağmurlu veya az bulutlu bir nisan gününe merhaba diyecek…
Dün ablamla geçen anı anımsıyorum şimdi. Şehirde artan dilenciler çok kötü görünüm sergiliyordu.Daha öncede şehre akın etmişlerdi ama bir kısım insanlarınvaliliğe şikâyeti üzerine hepsini toplayarak yaşadıkları kampa geri götürmüşlerdi. Gene geldiler ve her köşe başında çoluk çocuk inadına dileniyorlardı. Ablamla beraber öğle yemeğindeyken sokakta kaldırım üzerine bir karton parçasını serip bebeğiyle beraber oturan bir Suriyeli kadın dikkatimi çekti. Battaniyeye sarılı bebeği, bulunduğu ortamdan rahatsız olmuştuki kadın bir öne doğru çeviriyordu bir yana doğru. Sızlanıp mızmızlanıyordu besbelli. Siyah örtüsünün altına alarak kimseye belli etmeden emzirdi bir müddet. Yağmurda ara ara soğuk çiseliyordu. Mevsim bahar olsa da iklimde bir tuhaflık vardı bu günlerde. Kış gibiydisanki; nisan günü…
Ablama dönerek bu çocuğu o kadından isteyeceğim dedim. Ablam yüzüme bakarak önemsemeden gülümsedi sadece. Şaka yaptığımı sandı öncelikle. Yemeğimizi bitirip dışarıda kadına doğru yöneldik. Ablam cüzdanından para çıkarıp kadına verirken bende işaret parmağımla bebeği göstererek, “o çocuğu bana ver,” “Ben ona senden daha iyi bakarım” dedim. Oldukça esmer bir bebekti. Küçücük bir insan yavrusu. Renginin, dilinin, inancının, mezhebinin ne önemi vardı ki benim için. Allah katında eşittik hepimiz. Küçücük ellerine dokundum üşümüşmü diye. Ve sıcacık olması beni mutlu etti o anda. En azından bu soğuk havada üşümüyordu annesinin kucağında… Kadın bana siyahımsı haliyle,sevgiyle, bir anne yüreği ile baktı önce. Kılık kıyafeti oldukça berbattı.Fakir fukara hali, memleketinden uzak yaşayan sokak insanı gibi pejmürdegörünümlü olsa da, besbelli bir annenin güzelliği vardı yüzünde. Oda temiz gözlerle çocuğa baktı önce. Ardından işaret parmağı ile “bir tane” olduğunu ima ederek veremeyeceğini belli eden kafasını sağa sola doğru salladı acıyla, bebeği kucağından alırım korkusu da vardı gözlerinde…Bu soğuk havada yüreğini ısıtan güneşi idikimbilir! Tek dünyası oymuş gibi göğsüne doğru yapıştırdı yavrucağı. İki kez tekrar ettim isteğimi ama her ikisinde de hayır cevabını belli eden hareketiyle karşılaştım. Bu durum beni üzdü; bu şartlarda çocuk dünyaya getirmeyi çok doğru bulmuyordum çünkü. Yaşanan savaşın sıkıntılarıyla el memleketinde mülteci konumundayken bunları çocuklara çektirmeye hakkımız yoktu bizim. Ama olan olmuştu bu çocuk dünyaya gelip zalim insanların eliyle bu sıkıntılar ona yaşatılacaktı demekki.
Ama beni memnun eden bir duruş sergiledi Suriyeli kadın. Her ne olursa olsun o bir anne ve çocuğundan ayrılmak istememesi o kadının yüce bir ruhu taşıdığını kanıtlıyordu gözümde…
Ablamla beraber, durumu aciz ama yüreği büyük olan annenin yanından ayrılarak yavaş adımlarla yürüyorduk. Belki fikrini değiştirir arkamızdan gelir bize çocuğu verir diye adımlarımızı hızlandırmıyordum… Ablam bana kâh şaşkın bakışlarla kâh gülümseyerek “sahiden, kadın verseydi alacak mıydın çocuğu? “diye sorup durdu. Ardından “Ömer bu çocuğa ne derdi?” “Başakla eşit seviyede tutabilirmisin ki?” diye sordu da sordu…Dahası “al benim çocuklarımı bak demez mi?” dalga geçer gibi de.
Aslında yüreğinden söylemediğini adım gibi hissedebiliyordum ablamın. Ruhunu okuyordum her defasında. Bendeki deli cesaretime hayranlıkla saygı duyduğunu bakışlarında görmüştüm yemek yerken… Yüreğim düğümlenedursun,arkada kalan çocuğun akıbetinin ne olacağını tasavvur bile edemiyordum. Sorularına cevap vermemi bekleyen, son noktayı koyan bir cevabı verdim ablama tabi ki…
|