Yeğenim Melisa, beni kibarca tehdit etmeyi alışkanlık haline getirdi. “Teyze benimle ilgilenmiyorsun yaşlanınca bende seni ziyarete gelmeyeceğim”.
Şimdiki çocuklar işte böyle hem tatlı hem de çok bilmiş,damardan vurmayı biliyorlar…
Ben de “tamam geliyorum”, dedim. Gün içinde yoğun geçen işlerimin ardından yorgun argın ablamın evine gittim. Yorgunluk çayı, kahve falan derken küçük Melisa’nın gönlünü de yapıyorum. Melisa mutlu ben de mutlu…Devlet-şehir oyununu da oynadık beraber.
Gecenin ilerleyen saatlerinde artık yatma zamanı gelmişti. Melisa’yı odasına götürüp masal anlatarak uyumasını sağlıyorum.
Benim için her zaman hazır olan odaya giderek yatağa girdim.
Şehrin gürültülü yaşantısı beni hiçbir zaman rahatsız etmedi. Hangi konuya yoğunlaşırsam yoğunlaşayım dışardan gelen sesler beni hiç rahatsız etmez. Bana göre şehirde yaşamayı benimseyen gürültüsüne katlanacak ya da köye gidip sessiz yaşam içinde inzivaya çekilecek diye düşünürdüm.
Nedendir bilmem o akşam yatma zamanı geldiğinde gözümü uyku tutmadı. İster yatağı yadırgadığımı düşünün ister kendi evini aradın deyin, uyuyamıyorum. Karşı binanın balkonunda oturan üç bayanın konuşması ve kahkahası beni rahatsız etmeye başladı.
Hiçbir zaman bu tür gürültülerden etkilenmeyen ben nedendir bilmem tarif edilemez bir rahatsızlık duymaya başladım. İçtiğim çay ve kahvelerin etkisiyle mi nedir; saydığım koyunlar da etkili olmuyor.
Evimin alt katında oturan Asiye Teyze aklıma geldi. Herhalde böyle bir durumla karşılaşsa balkona çıkar, korkuluklara bastonu ile vurarak “sessiz olun uyuyamıyorum” der, ardından bir sürü laf sayardı. Üst katımdaki yaşlı Hacı Amca olsa uygun bir dille rahatsızlığını dile getirirdi. Yan komşum olsa “çocuk uyumuyor lütfen daha küçük harflerle konuşur güler misiniz?” derdi.
Peki, ben ne derim?
Karadeniz damarım tuttu ama hiç bir şey diyemiyorum. Uzaktan kumandası olsa tek bir tuş değil birkaç tuşa da bassan bu kadınları susturamazsın. Kendi kendime eziyet, yastığı başımın üzerine koyuyorum. Yok, yok, yok. Olmuyor… başka bir şey var bu işte ben bu kadar etkilenmemeliydim diyorum. Ne Asiye Teyzeyim ne Hacı Amcayım ne de yan komşum Ebru’yum.
Dengem bozuldu. Gecenin sonunda işe gidip yoğun işlerime nasıl konsantre olacağım bilemiyorum. Karadeniz damarımı da frenlemeliydim. Her zaman anlayış ve hoşgörüye inanan Nurcan’ım diyorum. Yataktan kalkıp pamuk alarak kulaklarımı tıkıyorum.
Böylesi kadınlara rastlanırda nerede rastlanır varın siz yorumlayın. Mahalle sakinliğinden çıkmış…Vır vır vır zır zır zır, susmaz, usanmaz, ardından otuz iki dişler gözükecek şekilde karın ağarırcasına yüksek sesli kahkaha…
Bazen “dayaklık kadınlar da vardır” denir ya… İşte bu kadınlardan üçü karşı binanın üçüncü katında. Uzaktan kumandası olmayan kadınlar…
Anlattıkları bir fıkra ile yazıma son vereyim:
Çatıdan ses geliyormuş, Temel bağırmış;
“Kim var yukarıda?” Ve hemen cevap gelmiş.
“Jean Claude Van Damme”
Temel’in cevabı gecikmemiş.
“Gelirsem oraya dördünüzü de döverim haa!!!”
Güler misin, ağlar mısın?
|