Kendimi yazmaya zorluyorum. Belleğimin zayıflığından mıdır nedir düşündüklerimi yazmadığım zaman unutuyorum. Aklıma gelen güzel cümleleri not alıyorum. Bazen yolda giderken gördüğüm güzel manzaradan etkilenip, yolun sağında duruyor, kalemimi ve not defterimi çıkarıp yazıyorum. Bazen de yürürken...Yoksa anımsamam mümkün değil.
En çok geceleri yazmayı seviyorum. Gündüzün uykuya çekildiği anda zihnim geceleri daha iyi çalışıyor. Bir çeşit enerji toplama anı... Ya da bilgi birikim anı diyebilirim.
Gündüz tükettiklerimi gece yeniden biriktiriyorum. Kendi kendime beynimin tek başınalığını yaşıyorum.
Her tarafta notlar birikti. Bunu ben mi yazdım yoksa başka yerden mi not aldım diye kararsız kaldığım anlarım da olmuyor değil. Atsam olmuyor atmasam olmuyor. Bir gün lazım olur diye saklıyorum.
Güneşin mavi deniz üzerine sarı, turuncu, kızıl bir renkle düşmesini izliyorum. Kum üzerinde beyaz köpüğün dansını… Ya da ayın koyu gri, kara gölgeler arasında bir görünüp bir saklanması anını... Güzel manzaraları kaçırmamak için ağzımda kilit bir müddet izliyorum. Konuşmak istemiyor ya da konuşacak kimse bulamıyorum. Bazen de gözlerim muhteşem güzelliğe kilitleniyor. Hayatın güzelliklerini fark eden ve gözlemlemeye sahipken, yüzüme çarpan ılık hava karşısında o anda kendi kendime yaşamla debelenme anın hazzını yaşıyorum. Çıplak ayakla toprak üzerinde dolaşmış gibi pozitif elektrotlar her tarafımı sarıyor. Bu da beni kendime getiren, varolma nedenim belki de…
---------
Bütün bu güzel düşüncelerimi anında bozan her gün gördüğüm manzarayı anımsıyorum. İşe giderken gördüğüm genç bir kız… Aklı dengesi bozuk kızın halini anımsıyorum.
Cadde üzerinde bulunan eczane önündeki kaldırıma uzanarak uyuklaması. Bazı günlerde oturduğu yerde kendi kendine konuşuyor. Bazen de fısıl fısıl dua okuyor. Önünde açık bez mendil ve üzerinde plastik bardak içinde bulunan bozuk paraları. Hemen yanında sattığı kağıt ucuz selpak mendiller. Kendi dünyasında zavallı bir insan. İstemeden kendisine verilen hayata tutunmaya çalışan bir ömrü yaşıyor gibi. Her gördüğümde rahatlığım beni rahatsız ediyor. İğneler batıyor yüreğime…
Bu durumdaki genç bir kız sokağa salıveriliyor. Onu doğuran anneye mi yoksa sokağa salıveren babaya mı kızsam bilemiyorum. Kaldırım üzerinde hem görüntü çirkinliğine hem de üzücü hadiseye müsaade ediliyordu.
Doğrusu neydi? Özürlü çocuğuna bakamayan aileden alınarak rehabilitasyona yatırılması ya da ayrım gözetilmeksizin maaş bağlanması değil midir? Benim her gün gördüğüm bu manzarayı belediye nasıl gömemezlikten gelir anlayamıyorum.
Düşünüyorum da, sözde bazı dindar insanlar yoksulluğu öve öve yaşamı maneviyatlaştırılıyor.
“Yoksullar da olmalı ” düşüncesi hakim. Bu geri kalmış zihniyet yüzünden insanlar bu dünyanın nimetlerinden faydalanmak için ilerleyemiyor.
Yapılan yardımlar insanları tembelleştiriyor. Bağımlı hale getiriyor. Yoksulluk dinen hedef haline getiriliyor. Dilenciliği hem ibret hem de yoksulluğun yüceliği gibi algılanması sağlanıyor. İnsanı rûhâniliğe, kaderciliğe yönlendiriyor. Çalışma enerjisi, güzel yaşam azmi yok ediliyor. Zenginleşemiyor…
Bu ülkenin ekonomisi neden iyi değil, neden yoksulluk artıyor diye kafamızı yormaya gerek yok. Başkalarına esir eden böyle bir zihniyete sahip sistem olduğu sürece soruyorum zenginlik olabilir mi?
|