Sende koklamışsındır böyle bir havayı. Kara kışın rüzgârı yalnız ve çok soğuk. Herkesin üzerine bir tuhaflık, bir siyah beyazlık çökmüş, renksiz puslu bir hava. Sen ise garip hisler içerisinde seyrediyorsun yalnızca.
Şurada soğuğun girdabında duran sahipsiz yıkılmaya yüz tutmuş her tarafı çürümüş eski ev gibi yalnızsın. Sokaklar ise başıbozuk virane, yorgun… Koca şehirde her şey ölü gibi karanlık, ruhsuz. Binalar soğuk, hava sis, pus, alacakaranlık çökmüş çatıların üzerine. Yalnızlığa terk edilmiş metruk evler ve yılların yaşanmışlığı ile tek başına. Kör sokağın kuytu köşelerine terk edilmiş girdap içinde, sahipsizler. Tıpkı sen gibi yapayalnız…
Fırtına arkandan dövüyor, tüm gücünle direniyorsun seni sürükleyen rüzgâra. Fırtına ile gelen toz bulutu, sana çarpmaya hazır bomba, kimin umurunda. Çaresiz sokakta uçan her şey buz gibi soğuk, renksiz… Rüzgârla toz bulutunun yaptığı dans, mutsuz. Sen tek başına gece karanlığında, sokak taşlarını hızla aşındırıyorken, onlar uygun bir yere yerleşme, sığınacak köşe bulma derdiyle, kapıldı rüzgâra.
Yağmur şiddetini artırdıkça içindeki fırtınada seni yoruyor, içini kaplıyor gece karanlığı. Soğuk gece, yağmur gibi kasvetli. Hızla akıp geçiyor zaman durağan değil. Her geçen gün iğneliyor yüreğinde. Bu yağmurda kayıp düştüğün gibi anımsıyorsun şimdi hayatın silsilesinden geçerken de düşüp kalktığını.
Arkandan ağlayan kalbi kırık bıraktıklarını da anımsıyorsun. Pişmanlıklarınla örtüşüyor esen poyraz. Arkana bakmadan her şey bulanık sadece varmak istiyorsun bir yerlere… Sevmekten korkuyorsun şuan bu havada ölmekten, akan sularda sürüklenmekten korktuğun gibi… Sele kapılmaktan korktuğun gibi… Oysa gitmeye çalıştığın tek bir yer var bilmediğin… Son durağın... Yolun bittiği yer… Yalnız başına yolculuğa çıkacağın yer. Tıpkı bu karanlık gecenin sonsuzluğu.
Hayatı ertelemeden, yaşamak lazım tüm güzellikleri… Yarım kalmışlıkları bırakmamak lazım. Söylemek istediklerini söylemek için geç kalmamak. Ne yaşanacaksa şimdi yaşanmalı… Geçen zamanın ardından kalan bu anını, bu kara kış gibi ruhsuz ve ayaza bırakmamak lazım.
Oysa şimdi soluk alamıyorsun, her taraf ağırlaşmış kömür kokusu. Soluk alamadın onun yanında da yaşadığın ayrılık kokusu… Uğulduyor rüzgâr, tıpkı beyninin uğuldadığı gibi. Çelişkilerin yüreğinde karmaşık yün yumağı. Zaman değişti, her şey değişti artık eskisi gibi değil. Sırtını döndün koca benliğinle. Bu hava gibi, bu sahipsiz metruk ev gibi soğudu, soldu seninde aşkın. Şimdi anlatıyorsun bencilliğini anımsayarak. Yokluğunda daha çok anlıyor, daha çok hissediyorsun üzerini saran, üşüme ve yalnızlık acısı…
Bundan sonra üzerine yağan, sen koşmaya çalıştıkça seni sürükleyen, yaşadığın ayrılık ve kaybetmenin acısı ile yürüdüğün bu soğuk karanlık adanda, üzerinde taşıdığın hüzün…
***
Hamiş: Son günlerde bu tür deneme yazılar yazmaya başlayınca arkadaşlar bana takılıyor. İmajıma yakışmadığını ve “ne oluyor Nurcan”, “neyin var”, “ilahi Nurcan”, falan filan diye. Oysa benim tek derdim ülkede yaşadığımız sıkıntıları görmemek, duymamak, siyasetten uzaklaşmak ve birazda evrensel olabilecek, insanların kendisini içinde bulabileceği melankolik yazılar yazabilmek. Dahası bu tür yazıları da yazabildiğimi göstermek. Okuyan arkadaşlara buradan sesleniyorum; başka bir şey değil, ben yine bildiğiniz benim, değişen bir şey yok yani))
|