Şu anda yolun sonundayım, bir yanımı sarmalayan sanki bir boşluk. Son durağa gelmiş gibi. Ağlamak istiyorum, haykırmak istiyorum, bu ülkenin kurulu sistemine isyan etmek istiyorum. Anlatılamaz bir öfke, kin ve nefret duyuyorum. Trafiğine lanet yağdırmak istiyorum; ama neye yarar, her şey boş şu anda bizim için. Saatler hızla geçse de her şey yine de boş.
Bir yıldız gibi kayıp gitti aramızdan. Arkada bıraktı; gözü yaşlı aile ve birçok insan. Eş, dost arkadaş, akraba. O yürekli, o değerli adam SELVER SAYLAM. Güçlü, lider adam. Abim, dostum, sırdaşım, babam, can ciğer değerli varlığımız… Hem evinde hem de işinde lider. Bir daha onun gibisi yetişmeyecek bir beyini kaybettik. Trafiğe kurban gitti. Doğum gününde veda etti bize, 49 yaşına girerken.
Siyasetin kurbanı olup uzaklara gönderilen, yollarda günlerini tüketen bu özel insanı kim, kimler harcadı şimdi. Siyaset mi? Trafik mi? Karayolları Genel Müdürü mü?
Trafikte araba kullanmasını bilmeyen tekâmülünü tamamlamamış beyinsiz bir şoför onun Azrail’i oldu.
Seçilmiş insanlara nasip olan o özel beyin vardı SELVER SAYLAM’da. Tek tek öyle ya da böyle ölüyor bu özel beyinler ve ülkede lider kalmıyor bu durumda. İşinde başarılı, zeki, aklıselim, yaptığı her işte en iyisini yapmaya çalışan, çalışkan, sosyal, sorunlara anında çözüm getirebilen, ikili ilişkileri güçlü, ikna kabiliyeti yüksek, hemen hemen her konuya hâkim entellektuel bir liderdi. Bu ülkenin yüzlerce insanı trafiğe kurban olduğu gibi, bu özel insan da yoğun bakımdan çıkamadı. Yenilgiyi sevmeyen bu değerli insan trafiğe yenildi işte.
Hüzün adasında kalakaldık şok içinde hepimiz. Bir daha göreyim diye yaklaştım. İnanamadık önce. Belki yaşıyor dedik tabutun içine bakarak. Bu özel insan ölmedi dedik her birimiz. Ölümü yakıştıramadık çünkü. O yakışıklı yüze hiç mi hiç yakıştıramadık. Nur yüzlümüz. Gençliğine mi, geride bıraktıklarına mı yanar insan. Yanıyor yüreğim ve asla silemeyeceğim anılar gözlerim önümde. Ağladık, sustuk boş boş baktık derinlere. Herkesin gözlerinde ip gibi ince ince yağmur. Seni bir daha göremeyeceğimizin umutsuzluğu yüreğimizde… Zaman geçecek acımasızca belki de ama seni asla unutmayacağız.
Her evine gelişinde beni de arayıp, “ben geldim, neredesin? hadi gel eve” deyişi. Her özel günlerde hepimize tek tek hediyeleri özenle alıp bize verirken yaptığı sürpriz ve şakaları, unutulur mu bunlar hiç… Unutulur mu gülmelerimiz, gülüşmelerimiz, herkesi mutlu görmek isteyişi, yaptığı fedakârlıkları…
Her uyanışımda keşke rüya olsa dediğim o cenaze… Bir film gibi her şey. O kalabalık tören… O son uğurlanan yolculuğu… Giriyordu o insan eti yemeye doymayan kara toprağa. Toprak onu yutarken, geride kalanların yüreğine akan kızgın suları bırakaraktan kayboluşu. Ve bizsiz gidişi, onsuz bizim geride kala kalışımız…
Kimse dolduramaz yerini abim, canımızdın sen. Günler geçse de hüzün aynı hüzün; üzerimizde elbise olacak. Yüzümüze taktığımız maske altında hep gözyaşımız içimize akacak… Her birimizin ciğerleri lime lime. Anılarla teselli olmaya çalışacağız belki de. Ya da geride bıraktığın o tatlı, o muazzam çocukların, Melih ve Melisa ile avunacağız belki de. Onlar bu acıyı hiç unutmayacaklar biliyorum. Onlar için çok erkendi senin gidişin. Eşin Arife, canım ablam bu acıyı asla unutmayacak, unutmayacağız.
Bu mübarek Ramazan günlerinde tek dileğim Yüce Yaradan’dan mekânın cennet olsun seçilmiş mükemmel insan. Allaha sığınarak söylemekten geçemeyeceğim yine de. Bıraktığın acı yüreğimizi hep yakacak…
|