|
Düşümde bir çocuk ağlıyordu. Küçücük güzel yüzünden yaşlar acımasızca akıyordu. Ellerini uzatıp kendisinden uzaklaşan annesine yalvarıyor ; anneciğim ne olur gitme diyordu… Anneciğim ne olur gitme… Kadın çocuğuna baktı; Canından çok sevdiği güzel yavrusu ellerini ona uzatmış , ağlıyordu. Ona gidip sarılmalı ve teselli etmeliydi. Ama ne yapsa gidemiyor üstelik ondan gittikçe uzaklaşıyordu. Neler oluyor diye soruyordu kendi kendine kadın… Neler oluyor… Ve işte o an gerçeği anladı. Artık o yaşamıyordu. Yavrusu ise hala her şeyden habersiz ağlamaya devam ediyordu…
Kadın gitmek zorundaydı, içi ne kadar acısa da. Yavrusunun yanında kalmayı ne kadar çok istese de . O bir lanet hastalığın pençesine düşmüş ve yıllarca diyalize mahkum olmuştu. Her gün organ bulunur umudu ile beklemiş ama artık onun için yapılacak bir şey kalmamıştı.
Çok sevdiği yavrusundan, sevdiklerinden, hayattan ayrılma vakti gelmişti. Ama çok erken değil miydi? Daha çocuğunu büyütecek, okula giderken ona el sallayacak ve belki de evlendiğini görecekti. Üstelik yavrusunun kokusuna bile doyamamıştı ki… Yapacağım çok şey var dedi kadın… Yapacağım çok şey var…Yavrum yalnız kalacak. Bir yandan da ağlayan yavrusuna bakıyordu içi acıyarak.Çok sevdiği canından, canlarından koparılmıştı. Bu haksızlık diye inledi kadın… Bu haksızlık…
Oysa ne çok beklemişti bir böbreğin yolunu umutla. Bir böbrek onu hayata bağlayacaktı. Ama olmamıştı işte. Ona uyacak böbrek şimdi belki toprakta çürümüştü bile. Keşke diye düşündü, keşke o böbrek toprak yerine benim hayatımı yeşertseydi ne olurdu? Bir anda ağlama sesleri ile düşüncelerden sıyrıldı kadın. Ağlıyordu yavrusu durmaksızın ama sesleri artık o kadar uzaktan geliyordu ki…Ve işte o zaman kadın da ağlamaya başladı. İçi yanıyordu… Çaresizdi…
Bir anda kan ter içinde uykudan sıçradım, gecenin kör karanlığında. Hayırdır inşallah…
Yukarıda yazdığım sadece bir mizansendi. Ancak şu bir gerçek ki sevgili okurlarım, organ bulunamadığı için gencecik insanlar maalesef bu mizansen benzeri olayları yaşamak zorunda kalıyorlar. Hayatlarının baharında zamansız olarak hayattan kopuyorlar…
Sadece hayattan kopmak ta değil çileleri. Haftanın üç günü dörder saat makineye bağlı yaşamak nasıldır? İçtikleri her şeyin vücutta birikmesi, nefes alamayacak duruma gelmeleri, acımasız diyetler ve hatta idrar kokusunu bile özlemek nedir bilir misiniz? Onlar biliyor… Biliyor ama bir o kadar da hayata tutunmaya çalışıyorlar bir umutla…
Yalnızca karpuz yediği için ölen çok sevimli bir teyzeyi tanıdınız mı hiç? Ya da okula gitmesi gerektiği halde diyalize girmek zorunda olan 8 yaşındaki çocuğu? Ben tanıdım . Çok sevdim hepsini… Çok sevdim…
Karaciğer, kalp veya başka organ nakilleri için bekleyen insanlar … Onları da unutmamalı…Bütün bu insanlar bizim insanlarımız…Hepsini kaderlerine mi terk edeceğiz? Onlardan birisi bir yakınımız olsaydı ya da kendimiz onların yerinde olsaydık ,ne hissederdik bir düşünün. Bu hayat bizim. Onu kaliteli yapacak ta bizleriz duyarsız yaşayacak olan da bizleriz. Seçim sizin…
Mesleğinin on iki yılını diyaliz ünitelerinde çalışarak geçiren bir hekim olarak; Diyaliz ünitelerinde çalışan isimsiz kahramanlara şükranlarımı sunuyorum. İyi ki varsınız. Sizlerin fedakarca çalışmalarınız sayesinde bu güzel insanlar hayata tutunmaya çalışıyorlar…
‘’İnsan yenilince tükenmez, pes edince tükenir.’’ Nixon
FİZİKİ EKSİKLİKLERİNİ DERT ETMEDEN ÇALIŞ!
(Bu haftaki hikayemiz Cengiz Erşahin’in Cesaret Veren Öyküler isimli kitabından.)
Kör ve sağır biri olmasına rağmen Bayan Helen Keller, bir gün ünlü bir yazar ve hatip olmuştu.
Hayatı acı ve ızdıraplar içinde geçtiği halde o yılmadan çalışmıştı. Hatta Redcliffe Kolejini en üstün derece ile bitirmişti.
Bayan Keller derin bir mizah kabiliyetine de sahipti. Bir gün Harvard Üniversitesinde gençlere hitabına şu sözlerle başlamıştı.
‘’Siz gençler, benden çok daha talihli insanlarsınız. Zira bendeki bir eksiklik hiçbirinizde yok.’’
Harvard’lı gençler, hatip kadının körlük ve sağırlığını kastettiğini sanarak son derece üzülmüşlerdi ki, Bayan Keller sözlerine şu cümle ile devam etmişti:
‘’Çünkü benim dişlerim takma.’’
Ve gençler, Bayan Keller’i çılgınca alkışlamışlardı.
Bu hikayede görüldüğü gibi, engeller fiziksel değil sadece beynimizdedir… Helen Keller 19 aylıkken geçirdiği bir hastalık sonucu kör ve sağır olmuş. Ancak hayattan kopmamış aksine hayata daha sıkı tutunmuştur. Onun hikayesini ‘’Her şey Su İle Başladı ‘’isimli kitaptan birkaç yıl önce okumuştum. Bugün sizlerle paylaşmak istedim. Sevgiyle hoşçakalınnn…
Teşekkür Notu:
İlk iki makaleme ilgi gösterip okuyan ayrıca bunun dışında yorumlar yazıp beni onure eden sevgili okuyucularıma, telefon ve maillerle yanımda olduklarını hissettiren siz sevgili dostlarıma, akrabalarıma sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Sizler sayesinde henüz daha işin başında, emekleme devresinde iken bile ayaklarımın yere daha sağlam bastığını hissettim. Sağ olun, var olun. İyi ki varsınız. Bana güç veriyorsunuz. Ben de sizlerin ilgisine layık olmaya çalışacağım. Sevgilerimle…
Dr. Hülya Ünal
Aile ve Yaşam Koçu
|