Değer verdiğim bir hocam, kendi ders verdiği fakültedeki öğrencilerinin yaşadığı bir olaydan bahsetti geçenlerde. Çok samimi iki genç kızdan biri ,diğerinin sevgilisini elinden almış. Bu olayı yaşayan kız öğrenci ise o kadar bunalıma girmiş ki final sınavında bile sınavı bırakarak ağlayarak çıkmış. Ertesi dönem ise derslere hiç girmemiş. Yazık değil mi?
Çarpık dostluklar, çarpık ilişkiler ve çarpık cinsellikler yaşanıyor gençler arasında. Ve bu çarpıklıkları yaşayan gençlerden güzel bir gelecek bekleniyor. Olabilir mi sizce? Topluma duyarsız,çevreye duyarsız gençler yetiştiriyoruz.
Okullarda eğitim verilmeden, sadece öğretim verilmeye çalışılıyor. Çoğu aile çocuklarına yeterince ilgi gösteremiyor. Ya cehaletten, ya iş yoğunluğundan ya da zenginliğin verdiği umursamazlıktan. Nasılsa para her şeyi çözer ya… Çocuklarına araba alır, banka hesaplarına da bol sıfırlı paralar yatırırlar. Böylece sevgilerini!!! göstermiş olurlar.
Bir de tv kanalları var… Bütün kanallar birbirleri ile yarışacak şekilde dizi film furyasına girdi. Her biri bol reyting alma uğruna, aile, toplum ahlakını hiçe sayacak şekilde, sansasyonel diziler çekmeye çalışıyorlar. Neymiş; kan gövdeyi götürürse, bol acılı, bol ıstıraplı ya da bol cinsellik içeren diziler olursa reyting patlarmış. Evet haklılar , reyting tavan yapıyor. Ama bunlar olurken ahlak, dostluklar, aile yapısı, örf, adetler vs yerle bir oluyor. Kişilere ne verirsen onu alır.
Diziler hatta çizgi filmler bile kan, şiddet ve buram buram cinsellik kokarken, gençlerden ne beklenebilir. Sözde liseli gençlerin hayatını anlatan dizilerde özenti ve çarpıklıklarla , gençler kendi özünden uzaklaştırılıyor.
Cinsellik elbette doğal bir olay ve çocuklar ve gençlere öğretilmeli. Ancak uygun yöntemler ve doğru bir şekilde. Bu şekilde çarpıtılmış olanı değil. Dizilerde ki özendiricilikten sonra ne mi oluyor? Gençler çok erken yaşta hatta çocuk denilecek yaşta cinsellikle tanışıyor. Birbirlerinin sevgililerini ayartma yoluna gidiyorlar. Aldatılan gencin hayatı bir anda kararıyor. Ya intihar yolunu seçiyor ya da derslerden, aileden, hayattan en önemlisi ise kendinden soyutlanıp depresyonun kucağına atlıyor.
Benim çocukluğumda ‘’Küçük Ev’’vardı. Tam bir aile dizisiydi. ‘’Bizimkiler, Kaynanalar’’ gibi diziler ailece gönül rahatlığıyla beraber oturularak izlenebilirdi. Heidi vardı çizgi film olarak. Jetgiller en uçuk çizgi filmdi. Ve Taş Devri. Çocuklar şiddetten uzaktı. Aileler huzurlu, konu komşu mutlu bir şekilde yaşardı.
Ve Türkçe’miz. Dilimizi kullanmaktan utanan bir millet olduk. Çarşıda gezerken kendimi Türkiye’de değil yabancı bir ülkede zannediyorum. Baktığım her yer yabancı isimlerin istilasına uğramış. İçim yanıyor. Okur yazar oranı çok az olan güzel ülkem, kendi diline sahip çıkamadı. Çanakkale’de Kurtuluş Savaşı’nda canları bahasına vatanı için savaşan bir milletin torunları olarak; En önemli değerlerimizden birine sahip çıkamadık. Yazıklar olsun bizlere. Diline sahip olmayan bir millet kısa sürede çözülür. Bunu hiç düşünemedik. Güzel Türkçe’m. Ne günlere kaldın…
‘’Bir insanın karakterini anlamak istiyorsanız onun okuduğu ve güldüğü şeylere bakın.’’ J.K.Banos
KÜÇÜK İSTAVRİT
(SON ANA KADAR UMUT)
(Bu haftaki hikayemiz Doç. Dr. Cevdet Kılıç’ın hazırladığı ‘’ Bilgelik Hikayeleri’’ isimli kitaptan. Beğeneceğinize inanıyorum. Keyifli okumalar…)
Küçük istavrit, yiyecek bir şey sanıp hızla atıldı çapariye. Önce müthiş bir acı duydu dudağında, gümbür gümbür oldu yüreği. Sonra hızla çekildi yukarıya. Aslında hep merak etmişti denizlerin üstünü, neye benzerdi acep gökyüzü?
Bir yanda büyük bir merak, bir yanda ölüm korkusu. Dudağı yarıklar denir, şanslıdır onlar; hani görüp de gökyüzünü ve insanı, oltadan son anda kurtulanlar. Ne çare, balıkçının parmakları acımasızca kavradı onu; küçük istavrit anladı yolun sonu. Koca denizlere sığmadı yüreği; oysa şimdi yüzerken küçücük yeşil leğende, cansız uzanıvermiş dostlarına değiyordu minik yüzgeci.
İnsanlar gelip geçtiler önünden; bir kedi yalanarak baktı gözünün içine; yavaşça karardı dünya, başı da dönüyordu. Son bir kez düşündü derin maviyi, beyaz mercanı bir de yeşil yosunu.
İşte tam o anda eğilip aldım onu; yürüdüm deniz kenarına; bir öpücük kondurdum başına. İki damla gözyaşından ibaret sade bir törenle saldım denizin sularına. Bir an öylece bakakaldı; sonra sevinçle dibe kaldı gitti, tüm kederimi söküp atarak teşekkürü de ihmal etmemişti; birkaç değerli pulunu elime, avuçlarıma bırakarak.
Balıkçı ve kedi şaşkın baktılar yüzüme. Sorar gibiydiler; neden yaptın bunu, niye?
‘’Bir gün’’ dedim, ‘’Bulursam kendimi yeşil leğendeki küçük istavrit kadar çaresiz, son ana kadar hep bir umudum olsun diye.’’
Umudumuzu hiçbir zaman kaybetmememiz dileğiyle… Sevgiyle hoşçakalınnn…
Dr. Hülya ÜNAL
Aile ve Yaşam Koçu
hulyaunal@hotmail.com
|