Uzun bir ara verseniz de yazmaktan tamamen uzaklaşamazsınız çoğu zaman. Hatta hep akşam üzerini, hatta yazma yorgunluğu yaşasanız da yine uzaklaşamazsınız tamamen.
Hele de günlük defterinize dokunduğunuzda, yapraklarını tek tek açtığınızda ve o son sayfanın bembeyaz olduğunu gördüğünüzde sessizce parmaklarınızın arasına yerleşmiştir kaleminiz tam o sırada. Ardından gelir o anki yazma özgürlüğünüz. Üstelik yazarken de bir temiz sayfa açarsın zamana. Bu sayfayla da başlar yazanın yalnızlığı…
Her defasında aynı heyecan ve güm güm atan sevgiyle kuşatılmış koca bir yüreği hissedersiniz içinizde. Us’um tutulacak diye korkuyu da yaşarsınız arada sırada. An gelir hemencecik kurarsınız size göre o anda en güzel cümleleri; an gelir de silinebilir teker teker dimağınızdan çünkü. Dolayısıyla yazmayı her zaman önceliğinde ünsiyet edinmek zorundadır yazan.
O an hedefiniz sayfayı güzelleştiren en güzel cümleleri üretmektir aslında. İster bugün ister yarın hep aynı keyifle okunsun ister yazan. Esasen sürekli yazmayla da gelişir bu. Bilirsin de bunu nihayetinde. Ama bazen yazarken suçluluk duyarsın. Kafan karışık kuşku içindedir arada sırada. Yazdıklarına karşı duyulan korku ve kuşkudur bu. Özgür hissetmezsin kendini tam anlamıyla. Eleştiri yapılıp yapılmama korkusu değildir bu; okuyucu ne der gibi, en yakınındakiler ne der gibi, takılırlar mı korkusu da değildir bu… Kütüphaneme başımı kaldırıp baktım bir. Yetersiz miyim? Yeterince kendimi besleyemedim korkusudur bu. Kuşku düşer işte içinize genelde. Mahallenizde hızla artan Alyoşa’lar da çoğalmaktadır çünkü.
Bazen de bir suçlu gibi hissedersiniz kendinizi hatta. Az yazıyor, az okuyor olmanın suçluluğudur da bu.
Hatta özellikle yazmaya birkaç gün ara verip tekrar eline kalemi aldığın o anda, yaşanır o karamsarlık anı da. İstediğin cümleleri yazamazsın, kuramazsın. Zamanın da hep azdır nedense yazarken de. Yetiştirmen gereken birçok işin vardır bu arada.
Atarsın birer birer, karalarsın kelimelerin üzerini teker teker, özgür olmadığınıza karar vermişsinizdir bir kere. Giden kelimelerin, zincire taktığınız cümlelerin ardından bakarsınız kuşku içinde. Silinir önce kâğıt üzerinden, ardından hafızanızdan da. Rahatlamış gibi hissetseniz de kendinizi, siz olmaktan çıkmış olursunuz. Etrafınızdakilerin istediği kalıba göre yazdığınızın da farkına varırsınız velhasıl.
Kopartıp atamazsınız içinizdeki korkuları. Atamazsınız yaşadığınız o anki yalnızlığı; yalnız olmadığınızı anladığınız zamanda bile yalnızsınızdır aslında. Kimse de bilmez bunu. Ama yine de sevinilecek bir durumdur bu. Çünkü kalemin en iyi arkadaşınız olduğunu fark ediyorsunuz nihayetinde. Odanızın penceresinden doğru gelen kuş sesleri de arkadaş olur size. Yağmur sesi, rüzgâr sesi de. Ağaçların hışırtılı sesi de. İşte o zaman yalnız değilsinizdir işte. Hele yüce yaradanı yanında da hissedebiliyorsan. İşte o zaman hiç ama hiç yalnız değilsindir.
O koca yüreğinize sığdırırsınız kendinizi. Sadece kendinizi mi? Dünyayı sığdırırsınız ona. Tüm güzellikleri, tüm canlı cansız varlıkları, etçil otçul her şeyi işte. O koca yürek en büyük hazinendir velhasıl-ı kelâm. Gördüğün her şey, baktığın her şey, hissettiğin her şey hazinendir. Yeter ki içindeki kilitli mühürün açık olsun hep. Kelimeler oyuncağın olsun elinde. Şifreleri hissederek koy bir yerlere. Güzelleşsin sayfa parmaklarınla. Hüznü de eksik etme yanında. Yüreğinin bir tarafında hisset onu her
daim. Çünkü o öyle bir şeydir ki ilham kaynağı olur yazana. Küçük de olsa yarısı karalanmış sıfır da olsa kalsın kıyıcığında hep. Çarpsın yüreğin her zaman taklalar atarak. Hani derler ya kukumav kuşu gibi durma öyle. Canlandır parmaklarını kelimeler arasında. Sessiz, sakin, kimsesiz, düşünmeden yaz sürekli. Yaz hadi, yaz hep bir şeyler. Bir mıh gibi saplansın yüreğine yazacakların. Çünkü senin en büyük mutluluğun bu…
Ne zaman ki kocanın ya da kızının sesini duyana kadar; onlar yanına gelene kadar yazdın yazdın. Yoksa tüm duyguların hiç olur gider sonsuzluğa…
|