Özel bazı cihazlarımı sakladığım çekmeceyi karıştırıyordum ki, bir cihaz değdi elime. Yeni değil bayağı eski. Unutmuşum onu tamamen. Kurcalayayım derken kullanmasını da unutmuşum meğer. Bir ses duydum. Hiç yabancı değil. Boğuk boğuk. Titreşimlere ve cızırtılara takıla takıla akıyordu kelimeler. Mübadele dönemini anlatıyor. Uzun değil. Oldukça kısa. Ne dediğini de anlamak zor aslında. Kulak verince garip bir hisse kapıldım. Hem üzücü hem de sevinç verici. Geçen zaman sesi silememiş de. Kendisi yok ama sesi bu küçük cihazın içindeydi. Büyük annemdi bu benim. Yıllar önce kaydetmişim. Silmemişim. Atmışım bu çekmeceye. İyi ki de silmemişim. Keşke daha çok konuştursaymışım meğer.
Anneme dinletsem tanır mı acaba. Tanır tabiî ki de. Ağlar da. Üzülür de. Ama bir taraftan da sevinir mi acaba. Geçmişe döner mi benim gibi. Büyük bir hasret duyar mı? Evveliyatı yaşar mı bu sesi duyunca. Onunla yaşadığı anları özlemle anar mı? Tanıklık eder miyim bende o anlarına. Nasıl bir duygu seline kapılırım, neler hissederim ben onun yanında. Bu cihazı ona dinletmem lazım biran önce.
Maziden doğru akıp gelen kadındı o. Mübadeleyi görmüş. 115 yaşında ölmüş olan büyükannemdi benim. Zengin bir kumaş tüccarın kızı idi. At biner, silah kullanırdı. Erkekler yanına yaklaşamazmış korkudan. Atatürk’e de büyük bir hayranlık duyardı. Onu gördüğünde nasıl heyecanlandığını da anlatmıştı bana bir defasında. Ülkemizi kurtarmak için o şartlarda nasıl mücadele verdiğini kendilerini nasıl bir esaretten kurtardığını bilen bir kadındı. Onun yaptığı bir çok şey de fenomen olmuştur gözünde; düşürmezdi dilinden de. Dolayısı ile Atatürk sevgisi bize çocukluğumuzda aileden geçmiştir evvelemirde.
Başlamışken daha başka neler var diye çekmeceyi karıştırmaya devam ettim el çabukluğu ile. Onun resmini aradım eskiler arasında. Buldum. Evveliyattan yine. Siyah beyaz. Otuzlarında var ya da yok, iki insan. Bir birine sırt vermiş. Bir birlerinin yükünü ölene kadar omuzlarından indirmemiş. Ölene kadar birbirlerinden kopmamış hiç. Ayrılmamışlar, küsmemişler birbirlerine, bir darılıp bir barışmamışlar da. Şimdikiler gibi değil. Birbirlerine tahammül etmişler hep. Küçük olayları büyütüp sorun yapmamışlar. Katlanmışlar büyük bir sevgi içinde birbirlerine; iki sevgiliden ziyade iki arkadaş gibi sarılmışlar yüzlerindeki her çizgilere bir çizik daha katıldığında. Evliliğin kutsallığına, tek eşliliğe olan inançları sayesinde önlerine gelen sorunları kolayca aşmışlar. Sevgiye, saygıya olan inançları tamdı her daim. Örnek olmuşlar geriden gelen çocuklarına, torunlarına. İşte buydu aslolan. Yaşanılan sıkıntılı anları yansıtmamışlar eş dost akrabaya, şimdikiler gibi aşındırmamışlar mahkeme yollarını. Dahası şimdikiler gibi entel dantelde değillerdi. Yalan söylemezlerdi, gizli gizli işler çevirip kandırmazlardı da. Hiç ama hiç. Herkes böylesi büyük insanları örnek almalı velhasıl. Her ailede de vardır muhtemelen.
İşte başka bir resim daha. Garip bir zaman yolculuğu başlattı içimde. İçine dalarak yaşadığı yerleri göresim geldi gene. Düz renkli entarisi üzerinde. Yeşil muhtemelen. Yeşili severmiş çünkü. Karnı burnunda. Yürüyor. Muhtemelen karnındaki annemdi belki de. Dimdik uzun boyuyla yürüyor. Arada sırada zor nefes alıp veriyor. Sanki doğum anı yaklaşmış. Elin tersi ile terini siliyor. Başında çemberi gri pulları alnına düşmüş oturmuş sandalyede, yanında dedem. Yüzünde hiç kırışık yok. Zayıf ama avurtları çökmüş. Geçmişte yaşayan kadınlar genelde zayıf hep. Şimdikiler gibi değil. Sokaklar obez kadınlarla dopdolu günümüzde. Oysa eski tüm resimlere bakarsanız genelde hepsi zapzayıf. O dik duruş. O kendilerine güvenen, ben buradayım diyen halleri. Torununun torununu gören kadındı aynı zamanda.
Mezarını ziyaret edip, “Biliyormusun sesin hala cihazımda kayıtlı” ,“silmedim” diyesim geldi. “Yıllar önce 114 yaşındayken kaydetmiştim” diyesim geldi. Ama beni duyar mı, görür mü, hisseder mi bilmem.
Resmi inceledikçe gördüğüm; yaşadığı yerler yaşadığımız yerler gibi değil. Her şey daha bir tenha. Sessiz. Issız. Bahçeli evler. Cumbalı. Şimdiki gürültülü hıncahınç doluluk yok o zamanda. Yollar geniş. Evler daha az. Daha düzenli. Her evin önünde meyve ağaçları, rengârenk çiçekler. Pencereye doğru uzanan hanımelilerin yaydığı o koku. Her bir şey doğal. Şimdiki kokular gibi yapay değil. Alerji yapmazdı o havaya yayılan muazzam çiçek kokuları. Kimyasal değildi hiçbir şey. Meyveler, sebzeler de doğaldı. İlaç nedir bilinmezdi evveliyatta.
Nurcan Ofluoğlu Şen
|