Karamsarım gene. Sol dirseğimi masaya dayadım elim yanağımda. Devasızlığıma deva arayışı içerisinde dışarısını izliyorum. Bakmamız gereken tek yerin gökyüzü olduğu inancım artıyor her geçen gün.
Bulutlar bugünde konuşuyor. Kasvetli. Ama ben dil fakiriyim gene. Bulutlar, “Sulu mürekkep” gene. Yer yer kara, yer yer gri, yer yer de, kâh görülür kâh görülmeyen bulanık beyazlık. Sık sık yer değişiyorlar; ama usul usul. Belli belirsiz. Sanki bir öfke bir öfke ara ara. Seviyorum bu havayı ben. Çok ama çok.
Böyle havalar bendeki masumiyeti yaratır. Biçare. Fukarayımdır. Kafam kâh yukarda kâh önümde olur. Ne yaşadığım yerde ne de bambaşka bir yerde olurum. “Ne içindeyim zamanın, ne de büsbütün dışında” diyen Tanpınar gibi. Araf’ta gene. Gökyüzü benim için edebiyat, sonsuz hazinem. Ayrılık, kaybediş, sonsuzluk mekânı… Yerin altında yatanlarla gökyüzüne çıkanlar eşit midir bilmem. Hiç sanmam. Gökyüzü apayrı. Ne mümkün eşit olsun. Azdır bence hem de çok az. Mümkünsüzler içinde mümkünü aramak işte. Tek mesele bu. Yerin altı felaket; yılanlar çıyanlarla dolu, zebaniler, cehennem sanki. Cehennem çukuru belki de. Ama gökyüzü bambaşka. Görkemi ile arz-ı endam. Arz-ı didar. Bulutların üzerinde yürümek, taht-ı mekân. Yerin altı gibi hiç değil kısaca.
Gökyüzüne her baktığımda yeni bir yer inşa ediyorum. Huzur veriyor çünkü. Hayallerim, ümitlerimin üzerinde. Az ötesinde bir tapınak. Sanki maneviyatımın zenginliği bu. Tahtında bir kral oturuyor. Bir elinde şarap, diğer elinde başak. Aşk şarabı o. Başak ise üretkenliktir. Bayezid-i Bistami’nin dediği gibi Muhabbet şarabını kâse kâse içtim. Lakin ne şarap bitti, ne de benim hararetim geçti.” Gökyüzüne hararetim var benimde. Bakmaya doyamadığım. Muhabbete doyamadığım, yazıp bitiremediğim, kalemimi tüketemediğim, dimağımı zorlayamadığım yeterince. Kendimden geçemediğim, darmadağın olamadığım hiç kuşkusuz. Son noktayı koyamadığım. Saçmalayamadığım yeterince. Acımı hafifletemediğim. O derinliğin içine dalıp da kaybolamadığım. Bulutların ötesini görmeye çalışıp da henüz göremediğim. Çırpınışlardayım.
El aman!
Oysa yağmurlu hava gibi. Sonbahar mevsimi gibi. Puslu hava gibi. Akşam kızıllığı gibi. Mülhem gökyüzü. İşte yaklaşan akşam saatlerinde kor ateş gibi kıpkızıl oldu gökyüzü. Ara ara kara bulutlar arkasında. Hızla da artıyor, dünyayı kaplayacak sanki. Sanırsın kıyamet kopacak. Alçalan bulutlar hızla yeryüzüne yaklaşan kor kızıllık. En yüksek mertebe benim için. Günahsızların mekânı. Yüreğimde aynen böyle işte kor ateşlerde. Ölümü bende aynı şuan ki gökyüzü gibi. Kor kızıl. Hissediyorum O’nun mekânı da orada. Taht-ı mekân bu. Gökyüzünde. Büyük kaybediş. Büyük tufandı sanki o gün. Bu dünyadan gidişi daha dün gibi dipdiri. Acısı hala yüreğimde. Yüce Rabbim bir daha böylesi kor ateş kimsenin yüreğine düşürmesin. Böyle bir acı bir daha yaşatma yarabbi. Uzun ömürlülerin ölümü üzmüyor beni artık. Sevinmeli hatta. Bu kadar uzun ömür verildiği için de şükretmeli. Ne varsa kısa ömürde var. Kısa ömürlüler üzer aslında. Hele bir de yakınınsa eğer. Azalmaz o kor ateş, yürekte. Dipsiz bir kuyuya düşerim her adını andığımda. Onun içindir sonsuz ayrılığın, kaybedişin yeri oldu gökyüzü benim için. Her baktığımda hüznün ama aynı zamanda duyuların ötesinde hissedilen, yüreğime inen vahiy değil ama benzer bir şey olma olasılığı ile yüksek mertebe kazandığı duygusu ve o içsel huzuru yaşatan yer de. Hatıralarda kalan her şey zaman dilimi ile yan yana. Dalı veririm birden. Bir yaşanmışlık. Bir insan. Uğurlanan. Buğulanan gözlerimle yüreğime yağan o ayrılık yağmuru. İnme gibi yüreğime çöken puslu hava. Ve kızıl bulutlar arasından bakan bir çift mavi- yeşil göz. Selver abimin gözleri mi bu? Lola çiçeği gibi. Katmer katmer. Henüz tam kararmadı ki gökyüzü Zühre’dir bu diyeyim. Nedir bu? Hayal belki de. Aklımın hükümranlığına sığınmalıyım belki de. Ya da yüreğimin. Akıl yanılabilir denmişti ya. Yüreğime inanmalıyım o zaman. Hüsran. Ama yürek azap içinde. Keder. Istırap içinde.
Edebiyatın da müzik ve resim gibi güzel sanat olduğuna inanırdı Tanpınar. Bende aynen öyle düşünüyorum. Edebiyat adına ihtiyatlı yazılar yazmak lazım. Her yazanın isteğidir bu. Dil zenginliği de ister ama. Rengârenk resme benzetiyorum dil zenginliğini. Çok sesli müzik gibi aynı zamanda. Çok yetersizim bu konuda oysa. Farklı farklı kelimeler. Yüreğimi de zenginleştirir hiç kuşkusuz. Daha iyi döşerdim sarayımı, daha iyi anlatırdım meramımı. Ama reva mı ruhum yangınlarda yanarken.
Farklı konular. Farklı hayaller, ümitler peşinde gitmek. Kaçmak. Bulunduğum yerden uzaklaşmak istiyorum. Ama şarkıcının dediği gibi “Biliyorum, gitmene izin vermeliyim. Ama biliyorum ki nereye gidersen git asla uzakta olmayacaksın.” Nereye gidersem gideyim hep peşimde olacaklar biliyorum. O hüzün, o karamsarlık, o akşam kızıllığı, bulut, deniz, sonbahar. Ve gökyüzü. Ve her gökyüzüne baktığımda anımsayacağım o büyük kaybediş, ayrılık. Hep benimle. Ama hep benimle…
Nurcan Ofluoğlu ŞEN
|