İkindiden sonra bir renk cümbüşü düştü gökyüzüne. Sanırsın gökkuşağı. Ama değil. Sanki bir boydan bir boya uzanmış nevizade mekân. Ama rengârenk. Cilveli sanki. Aşk sanki.
Umutlandıran bir renk var üzerinde, mavi masmavi. Hüzünlendiren bir sonbahar gibi sarı, sapsarı. Sımsıcaklığı hissettiren bir kızıllık. Bir kırmızılık, musmutlu kısaca.
Başladı gene yolculuğum o derinlere. Yüreğim de hemhal. Dönüyorum kendime. O renk cümbüşünü arıyorum içimde. Tekrar tekrar dilimde gökyüzü terennüm.
Yaşamın manasıydı bu. Akıl ve irade ile. Kafes içinde kurtuluşu arayan baykuş gibiyim her baktığımda. Bilgi ile bilgisizlik arasında bocalayan. Belli belirsiz sonuca varmaya çalışan ben. Ama yaşamı yorumlamak için erbap olmaya soyunan da gene ben. Kendimi bulutlara, gökyüzüne benzeten ben. Yaşam, gökyüzü ve ben. Üç silahşorlar gibi bir arada. Athos, Porthos, Aramis. Onlarda bol bol aksiyon vardı. Bizimde yağmurumuz, sisimiz, fırtınamız, karımız, sıcağımız bolca aksiyon yani. Onlarda siyah beyaz ama rengarenkti. Biz de. Yağmurda, fırtınada siyah beyaz. Onlar sessizdi. Biz de. Gün batımında ve gün doğumunda. Gökyüzü bir efza benim gözümde her zaman. Hangi halde olursa olsun. Her haliyle mest oluyorum. Bazen tatlı bir rüya gibi. Bazen de bir kâbus gibi korku salık veriyor; ama gene de imgelem gücümü artıran bambaşka ne menem şey. Özellikle gün doğumunda ve gün batımında âlây-ı vâlâ gözümde. Bir gör bak sabah tan yeri ağarırken. Sen de aynı duyguları hissedersin. O her zaman mülhem yüreğimde. Aynı zamanda Rab sanki orada gibi. Ona yakın olursun her daim. Aşk ondandır tende. Takılıp kalmam da başkaldırmam da ondandır, hakikatleri gördükçe. Taht ordadır. Şehadet ordadır. Kaderde ordadır velhasıl.
Ordan çağlayan yağmur, oradan düşen kar taneleri. Esen fırtına. Çakan şimşek sanırsın Halid Bin Velid’in kılıcı o anda. Yüreğimi kesip doğrayan. Sanırsın Eros’un oku saplandı bana aşkla yanan. Ve avucuma düşen iki damla gözyaşı…Sermest…
Öyle an gelir ki şömine karşısında gramofon dinliyormuşum gibi gelir kulağıma gökyüzünden doğru esen rüzgâr. Sık sık değişen ruh hallerim gibi değişiyor gökyüzü de. Renkten renge. Kısacası o hayat, o gökyüzündeki hayatı temaşa eder evvelemirde sonra döner içimde ararım aynı rengârengi, aynı renk cümbüşünü. Her temaşa da farklı bir tablo görür insan. Farklı yaşamlar. Masumiyet. Berraklık. Bakar dururum saf saf kâh maviliklere kâh en derinliğe. Aşk, ölüm, ebedilik, bakilik orada. Şehadet orada. Her geçen zaman fenomendir aslında. Gökyüzü bir derya, bir derinlik; o derinliğin içinde ne güzel ki, saf bir temizlik ve fevkalade bir güzellik saklıdır oysa.
Saadet-i muhabbet orada. Her yağmur yağarken. Müzik orada. Melankoli hali orada. Hüzün orada. Ya sırlar. Hepsi orada işte. Bir muhacir gibi dolaşırım dalga dalga bulutların üzerinde. Gene gökyüzünün esiri ben. Umudum. Hasretim. Zaman hızla ilerlerken bir meddah olurum Başak’ın karşısında işte tam o sırada. Hayaller. Masallar.
Gökyüzü mürekkep, yağmur kalem. Buluşurlar sık sık taht-ı mekânda. Siyah beyaz kelam semada. Anlatacak o kadar çok şey varmış gibi birbirlerine. Rüzgârda salınır üzerlerine, fırtına da. Yazacak o kadar çok şey var ki benimde. Çağlayan bir nehir gibi. Dolu dolu dopdolu.
Kaynar kazan sanki. Bozulmuş radyo gibiyim bazen de. İster arızalı desinler, ister beyin hummalı yazanlar için. Hepsi kabulüm. Ömer de kabul etti artık özgürce yazmaya ne kadar hasretli olduğumu. Başak ise zamanla alışır, öğrenir herhâlde. Anlar bir gün muhtemelen.
“Nereden geliyoruz, nereye gidiyoruz,” diyen Gauguin, aşkı ve ölümü hep sorgulamış. Avrupalı olmasına rağmen uygarlıktan kaçarak Tahiti’de yerli bir kabilede yaşamış. En iyi resimleri vahşi, doğal, bozulmamış ortamda vaki. Doğal ortam, gürültüden patırtıdan uzak tabiatın kollarında sallanmalı, sayıklamalı bazen diye düşünüyorum. Gökyüzünü, biraz daha gökyüzünü izlemeli insan. Hayaller orada, her şey, umutlar, rüyalar yan yana. Özgürlükte orada.
Al karşına doğayı, gökyüzünü, ister resim yap ister edebiyat. Yaz çiz sayfalar dolusu, ne sende biter bu aşk, ne kalemin ne de mürekkebin. Lâkin biterse zaman biter, ömür biter ne âlâ…
Nurcan Ofluoğlu Şen
28.02.2013
|