Başak yirmi altı aylık oldu ya. Yetişemez oldum onun enerjisine. Daha bu yaşta yetemiyorum ona. Yazmalıyım dedim zamana yenilmeden… İzlenimlerimin ifadesi bu yazı. İkimiz arasında dinmek bilmeyen sağanak haller…
Zaman nasıl da hızla geçiyor oysa. Geriye dönüp baktığımızda kısa gibi geliyor insana. Aylar günler, saatler hesaplandığında epeyce uzun gibi. Dile kolay iki yıl işte, hemencecik gelip geçmiş.
İzliyorum her halini tüm kalbimle. Nasıl ki bir kuş kafesine sığmaz öter durur çıkmak için, bizimkisi de kabına sığamıyor; her şeye karşı bir merak, öğrenme hevesi. Bütün gününü de evde geçirmek istemiyor. Yaramazlık yapma meramı değil bu; güzel, eğlenceli vakit geçirme birlikteliği; ilgi alaka görme, yalnız kalmama ve merak giderme isteği onunkisi.
Benim derdim ise apayrı. Kafamın başka konularla meşgul olması; dolayısıyla bana olan sevgi eksilmesi korkusu da değil; ona karşı yaptığım yanlışları unutmadan kayıt altına alma isteği bu; kendimle yüzleşme isteği belki de.
Baba diyeli aylar oldu, birkaç kelime de söylüyor meramını anlatacak kadar. Konuşmaya başlayınca konuşkan bir çocuk olacak muhtemelen. Şimdiden çal çene. Ancak anne demiyor. Aramızda kuşak çatışması şimdiden başladı besbelli. Zor bir çocuk olacak gibi. O haliyle oldukça etkili; birçok şeyi anlıyor; posta koyuyor çoğu zaman da. Ona vakit ayırmakta hep zorlandığımı, daha az ilgilendiğimi anlıyor belki de. Anne dememesi ondan muhtemelen. Babaya daha düşkün. O daha çok ilgileniyor ya. Onunla oynarken benimle olduğu gibi zorlanmıyor. Ben daha çok ilgi ve alakayı geçiştirirken, zaman zaman oldu bittiye getirirken Ömer onunla daha çok ilgilenmek zorunda gibi . Ona karşı sevgi dolu. Sabırlı. Kendini kaptırıyor; veriyor akıp giden zamana. Benimle aynı değil. Zorlanıyorum çocuk gibi davranmakla. Dumura uğramış gibi oluyorum çoğu kez. Çocukla çocuk olmak ne zor şeymiş meğer. Benim dünyam çok farklı onun ise daha farklı. Apayrı. Hayal kırıklığı yaşatıyorum ona zaman zaman sanırım. Ama aynı olan tek yanımız, öğrenme merakımız. Onunla otur resim yap. Defter karıştır saatlerce. Gün boyu hiç usanmadan esir alıyor. Aynı sayfaları işin yoksa çevir dur. Ne demek istiyorsa. Bir de yukardan bakması yok mu, kendini beğenmiş. Umursamaz bir duruş, havalı havalı savruluşu, “sen de ne anlarsın” diyen o bakışı yok mu. Gel de garipseme. Adam beğenmeyecek büyüyünce sanki. “Öyle çevrilmez sayfalar böyle çevrilir “der gibi elimin altından alıp çevirmesi yok mu. Gel de gülme bu haline. Gururlu gururlu sayfalara bakması. Sessiz sessiz çevirmesi, her sayfaya gerçekten imza atıyor sanki. Kalemle hızını alamayınca duvarları, koltukları yerleri önüne ne gelirse her yeri çiziyor. Ressam mı olacak bilmem. Temizliğe gelen kadın illallah diyor bu yüzden. Kalemi elinden alınca da bas bas bağırıyor. Bazen beni ikna edemeyince işaret parmağı ile sayfalara imza atıyor gene. İster istemez gülümsememe neden oluyor bu halleri. Kalemi vermeyle vermememin hangi durumun doğru olduğunu bilmiyorum açıkçası. Vermeli de her yeri çizmesine göz mü yummalı? Yoksa vermemeli de her istediğinin olmayacağını öğrensin. Doğru olan ne?
Müzik dinlemeyi, çizgi film izlemeyi de çok seviyor. Arada bir beni koklamayı da. Bir de, benim gibi kırmızıyı, babası gibi maviyi de aynı zamanda. Kırmızı bir kıyafetimi görünce alıp veriyor illa da “bunu giy” der gibilerinden ısrar ediyor. Bir de sıkılınca ayakkabılarını alıp elime vermesi var ya. “Hadi beni gezdir”, dışarı çıkalım diye yönlendirmesi. “Hade gidelim” demesi çok anlamlı. Elimden tutup çekmesi. “Zamanımı çalma,” ilgilen benle der gibi. Haydi oynayalım der gibi. Çocuk işte. Benim girdaplarımın derinliğini nerden bilsin de bana ayak uydurabilsin. Bazen “Şems gibi daracık kuyularda” yaşayan ben. Bazen de hayaller ülkesine koşarak, gerçeklerle hayalleri karıştıran derin sularda güneşi arayan gene ben. Nerden anlasın…
Bir de ayna karşısında kendisine bakması var ya. Kendisinde keşfedilecek çok şeyin var olduğunu ifade eder gibi incelemesi. Gülmesi. Aynadaki silueti ile ilişki kurar gibi. Kendi ruhunu görüyor gibi. Narsist mi olacak bu çocuk yoksa. Her baktığında derin duygular yaşar gibi. Ama mutlu. Neşeli. Ya elbiselerini incelemesi. Başka kıyafet alıp bana bunu giydir der gibi uzatması. Özgüveni oldukça yüksek. Beğendiği bir şey yerine gelince içten içten gülümsemesi her şeyi alıp götürüyor.
Evin neşe kaynağı aslında. Yaydığı pırıltılı ışıklarla evimiz aydınlanıyor, renkleniyor aslında. Bütün o güzelliklerini büyük bir samimiyet içerisinde rengârenk bir incelikle bize aktarıyor. Onunla ilgilenmek lazım daima. Yaydığı o eğlenceli ışığı bir başkasında göremeyiz belki de.
Zaman yetmiyor benim yaşamımda. Ama o büyüyünce zaten birlikte geçireceğimiz zaman da olmayacak. Arkadaşları varken benle vakit geçirmek istemeyecek muhtemelen. Uzun yıllar sürecek okul hayatı. İş hayatı devamında. Ardından evlilik veya başka yerde yaşamak isteyecek belki de. Belki de çok daha fazla şeyler olacak gelecekte kim bilir. Bu günleri aratacak bana muhtemelen. Hasret, özlem kaplayacak ruhumu. Geçmişi anımsayacağım; döneceğim bugünlere tekrar tekrar. Çocukluk anılarını anımsayacağım, içimde yaşatacağım bütün güzelliklerini. Hadi geçmişi görebiliriz de ya geleceği görebilir mi insan; nasıl bir gelecek bekler bizi. Düşündükçe iki duygu arasında gidip geliyorum. Evlat sevgisi ve hayallerim… Neler olacağını Allah bilir kısaca.
Ölü Ozanlar Derneği filminde “ sadece bir tane hayatınız var ve şimdi yapmayacaksanız ölünce mi yapacaksınız?” yani zamanı iyi değerlendirmek gerektiğini anlatmak ister. Başak’la şimdi vakit geçirmeyeceğim de ne zaman geçireceğim gibi.
Geleceği düşünmek istemiyorum. Yüreğim sis yüklü bulutla kaplanıyor çünkü. Olumsuz düşünceleri ne kalbe ne de akla yüklemeli insan. Manevi düzeyin akışını bozmamalı. Akıl ve iradeyi üzüntü yaşamama adına iyi bir şekilde kullanarak bir nehrin akışı gibi zamana bırakmalı olacakları. Horatius’un dediği gibi “gününü gün et, zamanın tadını çıkar, günü yakala, anı yaşa.” Zamanı hızlandırmak ya da yavaşlatmak bizim elimizde belki de. Yaşama bakışımız ve ne kadar keyif aldığımız bizim elimizde belki de. Ama bende saplantı haline getirdiğim hayallerimin peşinde koşma ihtirası varken zaman hızla geçiyor hem de yetişemeyecek kadar…
Her şeye rağmen biliyorum ve inanıyorum ki, her eve bir altın top lazım. O altın topun kız ya da erkek çocuk olup olmaması fark etmez; onun keyfini çıkarmak lazım; çok geç olmadan…
Bu vesile ile bütün çocukların 23 Nisan Çocuk Bayramını kutluyorum....
Nurcan Ofluoğlu Şen
|