Bu yazımda Ali İsmail Korkmaz’ dan bahsetmeyeceğim; Ethem Sarısülük’ten de bahsetmeyeceğim; Abdullah Cömert’ ten de bahsetmeyeceğim. Mehmet Ayvalıtaş’ tan da; Mustafa Sarı’dan da; İrfan Tuna dan da bahsetmeyeceğim; ben bu yazımda “ insan” dan bahsedeceğim… Yaşayan insanın somut ve nesnel olan gerçekliğinden ve iyi insan ve de iç alemi…
İçinde bulunduğumuz dönem en zor günlerini geçiriyor; İnat eden bir lider, kindar bir kesim, elini kana bulamaya hazır diğer bir kesim, kin ve nefret söylemleriyle ayrıştırılan bir toplum. Ötekileştirilen insanlar… Zalimler ve zulmünü artıranlar! İyi ve temiz insanın da kötü sayıldığı bir dönem kısaca. Satırını, bıçağını, ateşini, silahını her an kullanmaya hazır olan bu zalimlere kimse dur demedikçe her an patlamaya hazır bir bombanın eşiğindeyiz. Her türlü kötülüklerle karşı karşıyayız. İyi insanlar seferber durumda. Kötüler de her an hazır kötülük ateşini yakmak üzere hazır durumda.
İslam ülkeleri din uğruna her türlü kötülüğü, kılıcını çekerek” insan” üzerinde uygulamakta. Dış alemde yaşananlar yani. İnsan denen mahlukata uygulananlar yani. İnsan… Tüm fenomenler arasında en meçhul aslolan “insan”. Gerektiğinde göz yaşı döken, doğarken ağlayan. Kah yalnız kah kederli, kah da kadersiz, çocuk, genç, yaşlı insan bu. İnsanın iç alemini tanımak gerek evvelemirde. Dış alemden ziyade iç alem meselenin çözüm kaynağı belki de.
Her türlü değişimleri yapmadan önce ve her türlü teknolojiyi getirmeden önce ve de insanı kendin gibi yapmaya çalışmadan önce insanı tanımak gerekir. İç aleme yönelik hiçbir uygulama yapılmamakta, üzerinde ne bir tez çalışması ne de başka bir iyileştirme çalışması yapılmamaktadır. İnsan ne ister, ne hisseder, huzuru nasıl bulur, kısacık ömründe nasıl mutlu olur, iç dünyası nasıldır bilinmez. Yada iç dünyasını iyileştirme yoluna gidilmez. Ama ne yazık ki ülkemiz de dahil tüm İslam ülkelerinde insan dan başka bütün her şey tanınıyor!
Bütün herkes düşüncelerini, buluşlarını bilimini dış aleme göre yapmakta ve uygulamaktadır. Yazarçizerler, sanatçılar, edebiyatçılar hemen hemen tüm herkes siyasete, dış aleme bulaşmış durumda.
Bilim insan yararına yapılan bir çalışmadır mesela. İnsana hizmet. İnsanın güç kazanmasına da vesile olmaktadır aynı zamanda. Gücü kötü amaçlı kullanınca doğanın dengesini de bozar ya. Kötü bilim de insanın tabiata hakim olmasını sağlar. Hiçbir bilim insanın iç dünyasına göre çalışma yapmamaktadır. Ki insan kendi iç dünyasına kendi alemine hakim olması oldukça da zayıftır. İşte asıl mesele bu. İnsanın iç alemini tanımak ve gerektiğinde kendi kendine dengeleri bozmadan zarar vermeden kültür ve medeniyetin en üst seviyesine çıkmaktır. Daha iyi insan olma misyonu kazanmak. Hepsi bu. Oysa günümüz insanı aciz ve zayıftır. Her an öfkelenmeye hazır, her an patlamaya hazır, kin ve nefretle beslenen, kendinden olmayanı dışlayandır. Öfke dolu, inat söylemlerle kışkırtma yapan konumdadır aynı zamanda.
İnsanın iç dünyasına yönelik, hakkına, özgürlüğüne, hayallerine, yaşamına yönelik çalışmalar yapılsa. İnsanın doğması büyümesi ne acılarla ve ne zorluklarla olduğu unutulmasa. İslam dini “barış dinidir” söylenir, “kılıç dinidir” söyleyenlere de kızarlar. Ama doğru değil mi? İslam ülkeleri din adına kendileri gibi olma adına elinde ateşi, kılıcı bulunduran kindar dindarların elinde İslam dini korku dinine dönüşecek neredeyse…."Emr-i bil ma’ruf nehy-i anil münker” anlayışı bu mudur? Neden insanlar arasında geçimsizlik, şiddet, kötülük had safhada. İnsanlar ölmüş kimin umurunda. Ama iyi insanın umurunda. İçi yanar, dertlenir, geride kalanların yerine kendisini koyar. Ağlar belli belirsiz. Üzülür de üzülür iyi insan…
İnsanı zenginleştirmeyle, yandaş yapmayla, önüne teknolojiyi sunmayla, dini alenen yaşatmayla, fikirleri ve yaşamı üretime ve tüketime alıştırmayla kısaca insanı dış aleme dönüştürülen muktedir insan yapmak; zalimliği aynı zamanda zulmü de getirir. İnsan iyi olmayı unutur. Oysa her mahlukat, gücü elinde bulundururken de diğerleri için ve yeryüzü için tehlikeli olmadan “iyi insan” olmayı öğrenmelidir önce…
|