Uyuyamadım. Gözlerim kapalı hayal kuruyordum. Olmuyor. Çok fazla kelimeler var us’umda. Değerlendirmeliydim oysa bu durumdayken. Uzun bir gece sanki. Uyuyayamamak yoracak gibi. Eylül ayı ya. Hüzünlü ay derler birde; şu anda hüzün yoktu bende. Biraz daha düşünmeliyim demek ki. Düşünüyorum her an, hem de kendimi ihmal edecek kadar. Hüzünlü mü? Değil mi? Araftayım sanırım.
Dışarıda oldukça güçlü esen bir rüzgâr vardı. Cesaretli. Muhtemelen. Düşen bir şeyler. Devrilmeler. Çarpmalar. Sürüklenmeler. Evimin camları ses geçirmeyenlerden; ama duyuyorum o sesleri az da olsa. Kalkıp bakmalıydım. Hay aksi işte. Merak da uyandı birden. Bir o eksikti. Başımın üzerinde uçuşan kelimeleri not edebilirim belki. Güzel bir şeyin inşasına vesile olur bu an. Yoksa unutuyorum genelde...
Yatağımdan kalkıyorum usulca. Dışarıdan gelen sese birde benim gürültüm eklenmesin. Başak odasında uyuyordu. Duymasın ayak seslerimi. Onu uyuturken bir iki saatliğine de olsa uyumuş olmam şekerleme gibi geldi. Dinlenmiş bir halim vardı şuan. Ömer’ in son günlerdeki işleri sebebiyle eve geç gelmesi yemek düzenimizi de bozdu. Birkaç gün daha sürecek bu. Muhtemelen. Yalnız başıma yemek yemeği sevmiyorum da. Aç kalıyorum yani. Şikâyetim yok ama bu düzensizliği sevmiyorum nedense. Alışkanlık yapmaz umarım.
Önce yüksek sesle çalan zil sesiyle uykum bölünmüştü. Aşağıdandı. Apartmana giriş kapının zil sesiydi bu. Çalışı da farklıdır onun. Gürültülü. Hengâmeni sanki. Kapıya doğru yöneldiğimde Ömer de içeriye giriyordu. “Kapıyı kapatma dedim” önce. Şaşkın şaşkın baktı yüzüme. Sütçü artık gündüz evde bizi bulamayınca gece vakti getirmişti.
Ömer in dinlenmeye çekilmesi ve benim sütü kaynatıp altınıkapayarak yatağa gitmem çok uzun sürmemişti aslında. Uyku tutmadığı için bir sağa bir sola dönüp durmuştum. Eylül ayının uzun geceleriyle ünlü olması nasıl oluyor diye deneyim edinmeliymişim belki de. Kısmet bu gece imiş demek… Her neyse. Dışarda tuhaf ama değişik bir uğultu sesi de var. Gecenin şerri. İnsanıkaranlığa hapis eder gibi. Aydınlığın üzerinde perde gibi! Ürkütücü gibi de. Evin içinden doğru dışardaki karanlığı öyle hissediyorum. Yalnız değilim ama yalnız olsaydım bu geceyi korkarak yaşardım belki de. Büyütürdüm galiba o korkuyu içimde. Ne de olsa garip fobilerim vardır benim. Gelir mi gelir. Hiç belli olmaz. Çağırmak benim işim çoğu zaman. Bin bir ruh halimden biri de korkuyu çağırmak…
Soğuk yoktu. Hala hissettiren bir sıcaklık var gibiydi. Belki de bizim ev sıcaktı. Başak vardı ya ne de olsa evimizde. Onun sıcaklığı… Isıtıyor bütün köşeleri. Attığı kahkahalar duvarlardaydı sanki. Kulaklarımda bir yankı bir yankı! Tek kişilik bir ev değildi ama tek kişilik bir gece… Yüzüm geceye dönük yin yang ruhumla.
Midem de kazındı şimdi. Bir avuç fındık yesem abartmış olmam herhalde. Bir fincan da bitki çayı alıp oturuyorum yerime. Fındığı çiğnemem bozdu sessizliğimi. Dağılıyorum galiba. Havada uçuşuyor kelimeler…
Balkondan seyrediyorum gene. Yüzüme vuran hafif bir sıcaklık…Irağı görmem için gözlük takmam gerekliydi bu durumda. Gökyüzü siyahımsı ve grimsi ara ara. Taht-ı mekân. Bakmaya doyamadığım. Şehadeti bana her defasında anımsatan. İyilerin mekânı. Yüreği ve beyni uyumlu olanların… İnsan olanların mekânı. İçi dışı aynı olanların. Güven. Sadakat. Huzur. Ruhu güzel olanların kısaca. Bu gece yıldızsız, parıltısız bir gece hem de.
Yeryüzünde ise her yer ışıklı. Işıl ışıl. Rengârenk. Kapkaranlığın içinden doğru parlıyorlar. Gözlerimi kısarak bakıyorum bu defa. Bazı lambalar patlıyor gibi irisime. Uzun ışıklar oluşuyor. Kıvılcımlıkıvılcımlı. Açarak bakıyorum bu sefer. Ağaçlar sağa sola yalpalıyor. Düzenli bir esinti değil. Sağlı sollu gibi. Garip bir durum gene. Bakınıyorum uzun uzun. Dalıyorum. Geçmişi anımsıyorum gene. O esinti, o uğultu hüznü dolduruyor yüreğime. Kapkaranlığın içinden doğru. Süpürdü en derinlere. Yüreğime. Beynime. Bir yumruk kursağımda gene. Üzüntü değildi bu. Başka bir şey işte. Bambaşka.
Saatler geçecek gene. Hızla hem de. Karanlığın üzerine aydınlık çökecek. Sonra gene hızla ilerleyecek gündüzün üzerine karanlık çökecek. Eylül ayı olsa bile. Araya neler sıkıştıracağız. Hayaller, umutlar, üzüntüler, kahkahalar, sevinçler, kırılganlıklar… Kim bilir. Ve bir gün… O gün gelecek. Veda edeceğiz bu yaşama. Tam anlamıyla doyamadan belki de. Gitmeye hazır hissetmeden belki de. Yeryüzü ile helalleşmeden belki de.
Gözlerimizi kapayacağız bizde diğer gidenler gibi. Bir hayal olarak kalacağız geride kalanların hafızasında.” Var mıydı” diyecekler belki de. Her geçen gün mazide bir çizikle kalacağız bizde. İz belki de ardımızda kalacak olan. Esen bu rüzgâr gibi; bizimde yaşamımız savrulup atılacak bir yerlere; esen bu rüzgâr gibi; süpürecek bizi de sonsuzluğa. Bir sesimiz, bir kahkahamız yayılarak karışacak havaya. Asılı kalacak askıda kalır gibi sonsuzluğun içinde. Bir rüya sanki... Yaşadıklarımız ve yaşayamadıklarımız. Henüz gerçekleşmeyen hayallerimiz de… Oysa nasıl olmalıyız bu yaşamda. Kendimizi hazır hissedebilmemiz için neler yapmalıydık biz yaşarken. Tamam, benim artık gitme vaktim diyebilmek için neler yapılabilirdi. Sevinerek gitmek için o ilahi aşka nasıl ulaşır bir insan. Nasıl “ben ölmeye hazırım artık” denilebilir. Bu karanlığa karışmak, bu sonsuzluğa gitmek için nasıl bir ruh hali geliştirmeliyim bende. “Ben hazırım gitmeye” demekle gidilir mi hiç! Düşünüyorum. Dalıyorum karanlığa doğru en derinlerinde. Hiçbir şey göremiyorum. Kör oldum sanki. Bir hiçliğin içinde yaşıyorum aslında. Hükümran orada. Yukarıda. Bir hücre gibi zaman dolduruyorum bu zamanda. Kâinatın bir parçasıyım aslında tek başıma gibi görünsem de. Aldatıcı bir birey olma durumu. Küçücük, oldukça küçücük bir parçasıyım velhasıl. Aklım yolundan şaştı gene.
Esintili bir yağmur yağmaya başladı. Ağlıyordu gece. Ağlıyordu kapkaranlığın yarattığı o hüzün. İri iri damlalar halinde akıyordu toprağa, sağa sola sürüklenerek. Toprağın aşkıydı bu. Yağmurun da aşkıydı bu. Toprağa kavuşma aşkıydı bu ağlamaklı hal belki de. Temaşa anı. Ve bir gün bizimde başımıza gelecek olan bu. Toprakla buluşma. Kavuşma. Ya da yokluğa karışma. Ve hüzün, işte karşımda… Karanlıktan doğru bana hızla gelerek tüm bedenimi saran o hüzün üzerimde. Bir elbise. Siyah bir elbise. Ağlamaklı bir gece. Anımsanan kaybedişler. Geride kalan gözyaşı ve yağmur. Toprağına kavuşan aşık gibi. Ya da gökyüzü ile toprağın buluşmasını, o büyük buluşmayı sağlayan muhteşem yağmurun aşkı bu. Hüzün elinde kelimelerle… Müphem birçoğu. Konuşuyor ruhum geceyle. O derin karanlık bir hazine aslında. Ancak ve ancak yalnızların girebileceği bir hazinedir o karanlığın içinde yol almak.
Rüzgâr da esecek, yapraklarda dökülecek, yağmurlarda yağacak; her şey tekrar yeşerecek; doğa bile, aşk bile... Kim bilir…
Evet, doğruydu söylenenler.
Eylül ayı, uzun geceler ve hüzünlü bir aydı. Öyle de devam edecek her zaman. Dünya dönmeye devam ettiği sürece…
Nurcan Ofluoğlu Şen.
|