İç sesimden kaçasım var bu günlerde. Daima, onu yaz bunu yaz diyor ya o yüzden. Kulaklarımı çınlatıp duruyor sürekli olarak. Bezdiriyor bazen de. Beni mâzur görsün, daha önceleri de olduğu gibi onu dinlemeyip gaza basıp gitmem gerekiyor… Hakikaten…
.
“Gündemde o kadar çok konu varken neden yazmayasın” diyor mesela. Bomba gibi haberlerle dopdoluyken bunu fırsat bilip değerlendirmemi! “Yaz yazabildiğin kadar” diyor iç sesim. “Duyarlılık bu,” diyor. Ama ben siyasetten hiç yazmak istemiyorum mesela. Sınır komşularımızın başına gelenlerden de yazmak istemiyorum. Bizim başımıza gelebileceklerden de. Türklükten, dinden, mezhep çatışmalarından, türbandan, muhtemelen hızla artacak olan mahalle baskısından, kapitalizmden, eski burjuva, yeni burjuvadan da. Gündemdeki yaşamdan, içimizde büyüttüğümüz öfkeden de kaçasım var bu son günlerde. Kan, savaş, insafsızlık, kin ve nefreti de yazmak istemiyorum. Alanoz’dan, Klida’dan, Etra’dan, Kereşan’dan,Marna’dan da yazmak istemiyorum mesela. Kısaca 90 yıl önce içimizde beslemeye başladığımız ama ölmek üzere olan güvercinden de.
.
İnsanların arasından çıkıp yalnızlığımla baş başa kalmalıyım gene.
.
Şöyle arkama yaslanıp bakasım var. Irağa. Ufuk çizgisine. Gökyüzüne, bulutlara… Bilakis münzeviliği yaşamak istiyor ruhum bu günlerde. Sonsuzluğa bakarak kucaklaşma. Gözümün içindeki gözle yorumlama. O derinliği kavrayarak anlamak ve duyumsamak. Hissederek yaşamak. Görmek aynı zamanda… Doğaya uyumlu olarak sessizlikte kalmak tüm istediğim…
.
Yazmak ise işin kolay kısmı da. Ama özde kalasım var; usul usul yazasım var. İçsesime taş atıp sessizce gündemden kaçarak. Toplumsal meselelerden kaçarak(!) Bireysel özgürlüğüm mesela ve zıt kavramlarla bütünleşesim var. Korkularımla, sevinçlerimle, kaygılarımla, isteklerimle baş başa kalmak. Dille, kelimelerle uğraşasım var. Derinliğe inesim var. Sonra basamak basamak çıkasım var. Sonra tekrar inesim. Dehlizlerin ardından okyanusa çıkasım var. Kelimelerin kodespanası olasım var mesela. Avare yazan gibi de. Gözlemim dayanak olsun usumda. Bir su gibi kelimeler aksın yatağından…
.
Gülesimde var ağlayasım da var aynı zamanda. Çok şey yapmak istiyorum aslında. Okumak istediğim birçok kitap da var. Platon’un Devlet adlı kitabı mesela. Evlenip çoluk çocuğa karışmanın beni kısıtladığını söylüyorlar. Haksız da değiller hani. Ama mümkün olduğunca kendime de vakit ayırmaya çalışıyorum aslında. Bir kahve alıp balkonda oturabiliyorum tek başıma. Etrafı izlemeyi yapabiliyorum en azından. Kat kat yüzen bulutları. Yığın yığın pamuk tarlası bazen. Ara ara beyazlığın içinden bana doğru bakan o muazzam maviler… Kayboluyorum o anda. Dalıyorum derinlere bilhassa. Dans ediyor kelimeler parmaklarımda. Anatomisini çıkarmaya çalışıyorum bazı kelimelerin. Yapboz yapmayı seviyorum ben. Kalbini çıkarmayı da. Kelimenin eşiğinde cümlelerin beşiğinde sallanıyorum bazen de. Kayboluyorum hayallerde. Yüreğim müreffeh. Ve benim de mürşidim bu…
.
Gündemde olan biten her şeye karşı direniş belki de bu. Çatlamamaya karşı. Kendime dönme. Yaşama. Özüme inme hali. Derin bir uykuya yatmak en iyisi belki de. Gözlerini
kapamak. Gerçeklerden kaçmak. Geleceğimizi görmekten kaçmak için en iyisi uyumak… Sadece ve sadece kâinatın efendisine biat ederek olan bitene sırt dönmek…
.
Nurcan Ofluoğlu Şen
.
02.10.2013
|