En üst makam yani peygamber, toplumun bir gereksinimi diye; grup halinde hedefe ulaşma ve eylemleri gerçekleştirme zorunluluğu diye; bir grubu ele geçirmek/ yönetmek diye; insanlık tarihi boyunca bu durum süregeliyor diye; peygamber bağımlısı mı olmak gerekiyor… Peygamber bir “resul” veya “nebi” olmaktan öte bir metafor...
Peygamber kelimesini kullanıyorum çünkü bir topluluğa liderlik yapan insanların insanlığa ve yeryüzüne verdiği zararın yanında, peşinde sürükleme ve etkileme gücü bedenine aktığı için…
Karanlığın doğurduğu ve insanlığı karanlığa götüren insanlardı sanki… Ne insanlığa verdikleri zararın farkında bunlar ne de etrafını saranlar farkında. Körü körüne bağımlılık “inanmak” adına…
Öyle zamanlarda geldiler ki yeryüzüne her şeyin dengesini bozdular, hangi yöne yönelsen karşına çıktılar, hangi yöne gideceğini onlar belirlediler. Doğru yolu kestiremediğin yanlış adımlardan beslenen bir çığ gibi büyümesine ve felaketlerin doğmasına sebep oldular.
İnsanlığın genlerini bozdular. Ne vicdan kaldı ne merhamet ne de insanlık… Elverişli ortamlar geliştikçe bunlar kâh teröristlerin peygamberi oldular (kana susayan terör gelişti) kâh şeyh, şıh liderliğinde birçok tarikat ve cemaatler oluşturdular. Siyasete sirayet etti “bendensin benden değilsin” diyen. Heybetli politikacı peygamberler yeryüzünün hâkimi oldular…
Söyleyene inanıldı sözlerine inanıldı… İnsanlığı karanlığa sürükleyen, bağımlılık yaratan güçleri olan ifritli peygamberler de türedikçe türedi. Peygamber bağımlılığı yani en tepedeki insana bağımlılık artı… Ne din ne iman kaldı vicdanlarda. Kutuplaşmalar, bölünmeler… Ateşin efendileri doldu günümüzün kirli sayfalarına… Bir hengâme. İfrat ve tefrit…
Efendimizin hayatı, hadisleri o mezhep lideri, bu mezhepler diye diye insanlığın alnına çöreklendi cehalet. Allah’ın eserine değil de onun bunun sözlerine yorumlamalarına inanarak hareket edilir oldu, ne yazık. Cehalet önlenemedi kısaca. Artıkça artı velhasıl…
Ne dini dincilerden ne de insanlığın alnına çöken bu cehaletten kurtulabildi yeryüzünde…
Allah’ın sadece ve sadece farzlarına inanmakla kalmadık. Hadisler, vacipler, mübahlar, sünnetler diye diye olmasını istediğimiz kendi eylemlerimize kendi hedeflerimize uydurduk. Günahları bu kavramlar eksilttiğini sanırken artırdığını fark edemedik bir türlü.
Evrensel hukuk kurallarını bilemedik. İnsani değerleri, ahlaki değerleri, dini değerleri bilemedik. Dinin tertemiz vicdanımızda kalması gerektiğini bilemedik. Resul’umuzun insani yönünü bile keşfedemedik; çünkü anlatmadılar insancıl değerlere sahip bir insan olduğunu… Geleneksel din bağımlılığı cehaletimizi körükledi sadece. Ne toprağın üstünde huzur var ne de altında…
Kulaklar acıyla bağıran çığlıkları duymaz oldu, insanlığın var olması gereken pırıltısı inim inim inleyerek yok oluyor geçen zamanda… Acı, kan ve gözyaşıyla boğuldu insanlık…
İnanma arzusu ihtiyaçtır kuşkusuz… Dinlerin ortaya çıkış noktası cehalet içindeki toplumların bir tür uyandırılması ve miskinlikten sıyrılmasını sağlamaktır… Bu yüzdendir ki yüzlerce nebi gönderilmiştir insanoğluna. Cehalet artıkça seçilmiş nebilerin ortaya çıkması da bir gereksinimdi kuşkusuz… Nebiler sayesinde aklanıyordu insanlık… Dönem dönem nebi ihtiyacı diye kör sessizliğin altında kendi cehaletini de yazmıştır tarihin kara sayfalarına…
Yüzyıllar boyunca toplum içinde aydınlar, bilimi ilimi takip edenler çıkmasına rağmen cehalette de önü kesilemez büyük oranda bir artış olmuştur her nedense.
Yaşamımızda ise Allah’ın yarattığı eserlere ve eylemleri gözlemleyerek, okuyarak kendimizi aydınlatamıyoruz. Bilgeliğe giden yolun okumaktan geçtiğini bilmiyoruz.
Oysa kâinatın efendisi yüce rabbimin yarattıklarına bakmalıydık sadece. Yaz, kış, sonbahar, ilkbahar kâh karanlık mevsimler, kâh aydınlık mevsimleri gözlemlemeliydik sadece. evreni incelemek, yerin altına, üstüne, gökyüzüne, okyanusa bakmasını bilmeliydik... Ne okumasını bildik ne yazmasını, ne de bakmasını… bilemedik. Cahiliz insanlık adına. Bulutları parçalayan cahildik hepimiz.
Asıl inanmamız gereken Allah ve eserleri ve de eylemleri. Allah inancına ulaşmak okumaktan, sorgulamaktan, gözlemlemekten, bakıp görmekten geçer.
Okumalıyız ki insanlığın ufku açılsın cehaletten kurtulsun dünya. hayatın o zorlu dönemeçlerini öğrenmeli, keşfetmeli ki huzur bulsun yeryüzü. Okumalı ki, irdeleyerek sorgulamayı öğrenmeli; bilimin düşündürücü, kışkırtıcı adamı olarak öğretmeli tüm kâinatı; aksayan insanlığa, öğretmeli adaleti de… Zaten Kuranı Kerim in ilk ayeti de OKU…
Oku ki nefes alsın artık dünya…
|