İnsan yaşamının bir önemi yok gibi ülkemizde. Şiddetli rüzgârın önüne kim düşerse düşsün bulutlara doğru sürüklenip duruyor, genci yaşlısı… İster yeryüzünde ister yerin altında. Gayya kuyusunda, cehennemin dibinde olduğumuzu bilmeden yaşıyoruz hepimiz… Her an kendimizi ateşin ortasında bulabiliriz bu gidişle…
İnsanlarımızın yaşam koşulları her gün daha iyiye gitsin diye mücadele eden yok gibi ki, bu felaketler yaşanmaya dursun. Günü kurtarma ve kısa yoldan nasıl zengin olabilirim derdinde herkes. İşadamların birçoğu aynı zihniyette, siyasiler de… Zengini doyurmak her geçen gün güçleşiyor gibi de… İşçi olmak ülkemizde kölelik sanki. Vahim…
İsyanlardayım bu günlerde. Hem kendime hem de bu ülkeyi dolaylı yollardan felaketlere sürükleyen yönetenlere karşı. Kuzu postuna giren kurtlara karşı. Birinci dereceden sorumlu ve felaketlere sebep olan kronik küçük zekâlılara karşı da… Konuşmasını, kucaklamasını da bilmeyen denyolara karşı da… Bu ülkeye sahip çıkamayan yorumlamayı iyi bilen çok iyi de felsefe yapmasını bilenlere karşı da… Konuşmayanlara, suskunlara karşı da. Korkaklara, pervasızlara karşı da. Vurdumduymaz yaşayan gafillere de karşı, isyanım… Oldukça kalabalıklar, üzerime üzerime hepsi. Kendi ruhum da dâhil. Sarhoş gibiyim. Karmakarışık sesler kafamın içindeler. Bağırmalar, inlemeler, çığlıklar…
Günler hızla geçiyor lakin o madencinin o madencilerin kapkara yüzleri ve ateş içinde kalan gözleri aklımdan hiç gitmiyor. Soma’da yaşanan facia bir cinayet. Dikkatsizliğin ve tedbirsizliğin bir sonucu, göz göre göre işlenen bir cinayet. Hayalimde her an o resimler. Feryat eden eşler, anneler, babalar, çocuklar... Aile dramları. Yaşam koşulları… Kabarıp alçalan yüreğim göğüs kafesime sığmıyor sanki. Boğuluyorum günlerdir. Yazamıyorum da. Acı hem yüreğimde hem kursağımda bir yumruk. Nefessiz kalıyor, ruhum bu işgüzarlığa isyan ediyor her daim.
Önlemler alınmazsa yaşam koşulları, yasalar iyileştirilmezse eğer ocaklarda değil maden ocaklarında duman tütmeye devam edecek hiç kuşkusuz.
Gelinen sonuca bakarsak; ülkemizde bu tür kazaların önlenmesi için illa da ölümler olmalı ne yazık ki. Ve en yatıştırıcı etkili silah da her zaman olduğu gibi insanların inançlarından geçiyor. Hap sanki, uyuşturan… “Dua edin”, “Kader” diye kullanılan sözcükler.
Aynı zamanda yapılması gereken yetkililerin üzerine gidilmesi gerekirken bir iki laf etti diye vatandaşın üzerine gidilmesine ne demeli. Canını sıkan biri karşına çıkınca da öfkelenmek, hoyratça söylenip abuk sabuk sözlerle havayı yumruklamak. Böylesi bir faciada gördüğüm ne üzücüdür, devleti temsil edenlerin kullandığı argo kelimeler aynı zamanda; belediye başkanına söylenen “kazma” kelimesi mesela; yerli yersiz konuşmalar, ölümler için “en tatlı ölüm” demek mesela; daha da ötesini yazmaya elim varmıyor. Yakıştıramıyorum çünkü. Devleti yönetenlere yakışacak sözler değil hiçbirisi. Gündemde bomba etkisi yaratan kıt düşünceli danışmanın isyan eden bir insanı tekme tokat dövmesine ya ne demeli, ne yapmalı bu zavallı zekâya. İnsanlar karşılarına çıkıp hiçbir şey olmamış gibi narin narin salınarak zevki sefa ile mi karşılayacaklardı onları. Sabrınız yoksa gitmeseydiniz. Zorla mı gittiniz diye sormazlar mı? Hiç utanmadı mı o zat-ı muhterem medyada çıkan resimlerini görünce. Savunulacak hiçbir yanı yok yaptığının. Devleti temsil edememe, milleti temsil edememe sorunu hepsi bu…
Bu arada “inlerine gireceğiz” denilen o “inlerden” mi? yoksa Ashab-ı Kehf den mı çıktı o Müslümanlar bilinmez, ilk defa bir felaket anında insanların yanındaydılar nedense. Çok da masum görünüyorlar gibiydi ama. Ama. Ama ne? kime inanacaksın belli değil artık ülkemizde. Ezberlenmiş dini sözler zaten hap gibi. Hele de ülkemizde bazı dincilerin de elinde kozsa. Öyle hayırlı sözler ki acıları örten sargı bezi sanki. Ölüleri örten kefen sanki. Gideni geri getirmez ama acıyı doyurur gibi… Ardı ardına sayıklamalar. Sonra teslim olursun tevekküle. Zor geçen günleri kurtarma halleri aslında. Üç beş gün daha böyle geçer. Evli evine köylü köyüne! Ya sonrası ne olur?
Hayat işte deriz; ne kadar acıyla dopdolu günler geçerse de geçsin insan yine aynı insan hayat yine aynı hayat; devam eder akışında… Huzur içinde bir ömür süremezsin zaten yeryüzünde…
Olan ise sadece ve sadece bu dünyadan göçüp gidenlere oluyor; olan sadece geride kalanlara da, masum yakınlara da oluyor; hele o çocuklara, yazık o kara bahtlı yetimlere… Bundan sonraki günleri kapkaranlığa bürünecek olan o geleceğin hüzünlü aileleri onlar… Yaşayacakları travmalar ve sorunlar hep peşlerinde olacak kim bilir… Üzüntü verici hem de çok ama çok…
Bizler bu komik halimize umutsuzca çok daha gözyaşı dökeriz şartlar aynen devam ettiği sürece… Bugün maden ocağındakilere yarın başka facialara…
|