Bu pazar vakitsiz ölenlerin çocuklarını düşünüyor olacağım. Kendimi onların yerine koyarak. Soma faciasında ölenlerin çocukları. Kim bilir ne haldedirler şimdi. Soma’da babalar günü olmayacak çocuklar ve gençler için. Yaşamlarında cesaret alacakları, yol gösterecekleri, sırtını dayayacakları babaları olmayacak. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak Soma’da. Asla ve asla.
Unutmuyorum, geceden daha karanlık kömüre harcanan o insanları. Kömürle yanan o gönülleri, yıkılan dağları. Cehaletin ve karanlığın esiri olan ve yerin en derinine en karanlığına bırakılan masum insanları, vakitsiz ölen madencileri. Unutturmayalım.
Babalar gününde, geride kalan çocuklar ve gençler hüzün içinde yaşayacaklar. Geçmişe özlem duyup yürekleri ağlayacak her zaman. Kiminin gözyaşı içine kiminin dışına akacak zaman zaman da. Şenlensin diye beklenen evlere dalga dalga hüzün çökecek, gülecek bir sesse işitilmeyecek hiç. Onların bir babalar günü olmayacak çünkü… Gözleri kapıda hüzün içinde bekliyor olacaklar her an. Başlarına gelenleri ise asla kabullenemeyecekler, inanamayacaklar bu olan bitenlere. Kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz hepimiz? Teknoloji bu kadar ilerlerken böyle bir ölüm mü olur? Kafalar her daim karma karışık bir halde bekleyecekler gelmelerini.
Gelmeyeceklerine inandıkları gün babaları olan akranlarından hoşlanmayacaklar belki de. Dipsiz kuyulara inip çıkacaklar. Uçurumun kıyısında yaşayacaklar her daim. Nerede babasız, nerede sorunlu bir çocuk varsa onunla arkadaşlık kuracaklar. Uzak duracaklar mutlu anne babaları olanlardan. Görmek istemeyecekler yakınlarında. Adım adım uzaklaşacaklar. Onlar, kendileri gibi mutsuzlarla beraber olacaklar belki. Derslerine veremeyecekler kendilerini tamamen. Baba eksikliğini hissedecekler her an. Bu travma ne kadar uzun sürer Allah bilir. Geri gelmeyecek bir geçmiş ve teslimiyetin çaresizliği içinde devam edecek yaşamları buhranlı bir halde. Hakikatin yollarında, yalnızlığın isyanını taşıyacak yürekleri. Ne çocukluğunu ne gençliğini bilecekler. Hayatın en kötü, en talihsiz sürpriziydi bu onların başına gelen. Kader değildi bu onlara biçilen. Paraya tapan, tuhaf insan müsveddelerinin onlara sunduğu yeni bir yaşamdı bu…
*****
Manevi yolculukların seremonisinde yollarını kaybedenleri izliyorum orta doğuda. Nurlu ışığa giden yollar hep engellerle dolu. Bu engeller o kadar çok ayartıcı ve o kadar çok akıl çelici ki bazen de o kadar çok ciddiyet kazanır ki sürekliliği artıkça artar manevi yolların tümü kapanır insana… Buna “mayanın bozulması” da denilebilir bir nevi. Dolayısıyla yeryüzü “mayası bozuklarla” dolup taşmaktadır her geçen gün…
*****
İnsanlık ölüme akıyor…
İnsanlarımızın bir çoğu zihinleri tek bir şeye o kadar çok odaklandı ki. Afyon verilmiş gibi etkisizler. Büyülendiler. Özgürlük dendi, sessizce evlere, kendi sığınaklarına adım adım öyle ya da böyle yönlendirildiklerinin farkında değiller. Bazıları paraya pula kandı, taptı. Bazıları da simgesel objelere taktı. Hep gündemde kalmayı başardılar neticede. Taktılar da taptılar. Farklılaştılar. Ayrıştılar. Uzaklaştılar senden benden. Tepeye bağımlılık bunun adı.
Gelişen olayları ayrıntılı bir şekilde anlayamaz oldular velhasıl. Anladıklarını sandılar anlamadılar aslında. Yorumlamaları da oldukça ilginç! Yanlışları doğru görüyor çoğunluğu.
Ölüme akıyor insanlık… İslam ülkelerine bakın, hangisinde huzur var şimdi. Aşırılığa gidenler, yobazlar insanlıktan kopuyor, savaş ve zülüm getiriyorlar yeryüzüne. İnsan gibi ölümde yok. Bugün komşu ülkelerde yarın bizde… Tehlike çanları çalıyor uzun zamandır. Herkes aklını kullanmalı, oturup kafa yormalı bu duruma…
Davranışları bozulanlar, diktatör kesiliyor en tepede. Bağırıp çağırma, yalan, iftira atma, böbürlenme, pehlivanlık yapmayı güç sanarak benimseniyor genelde. Görmek istedikleri görülüyor, duymak istedikleri duyuluyor. Hoyrat lider benimseniyor ülkemizde de. Oysa ticaret adamı olmak başka belediye adamı olmak daha başka, devlet adamı olmaksa bambaşkadır… Her neyse…
Barış istedi insanlık, kısacık ömürlerinde vakitsiz öldüler. Huzur istedi insanlık; huzur verecek kimse yok, huzursuz içindeler. Korku ortamı, kaygı, endişe, savaş ortamına döndü Ortadoğu. Duadan medet umar olundu şimdi. Geliyorum diyen tehlikeleri görmezler, önlem almazlar iken, yalvarırlar yakarırlar sadece yüce yaratana. Oysa hainliktir bence bu. Tedbirini almadan yaşaya dur. İster savaş de adına ister terör de, kapıya dayanınca duaya sığın. Yere çömel başını ya sağa dönüp ya sola dönüp selam ver dur kapıya gelene...
Araf 179. Ayet şöyle der; Ve andolsun ki; cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların kalpleri vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir.
Yunus100. Ayet meali; Ve Allah'ın izni olmaksızın, bir kimsenin (bir nefsin) mü'min olması (mümkün) olamaz. Ve (Allah), akıl etmeyen kimselerin üzerine ceza (azap) verir.
İşte bu tip insanların 300 yıl geriden gelir sadece Ortaçağdan kalma zihinleri. Akıl var ama kullanamazlar. Konuşma ve duyu organlarını harekete geçirebilmek için illa da dürtmek, illa da bağırıp haykırmak, illa da sokağa dökülmek, illa da acı bedelleri ödemek zorunda kalır
|