İlginç bir ülkeyiz..
Kuralları koyuyoruz, ancak iş uygulamaya geldiğinde yan çiziyoruz.. Tıpkı son günlerde sportif faaliyetlerde yaşadığımız olaylarda olduğu gibi..
İşte bunlardan birkaçı;
VARAN 1: Bernie Ecclestone'nin "artık yarış takviminde değilsiniz” açıklamasıylaİstanbul Grand Prix'i Formula-1 2012 takviminden çıkarıldı..
Sebebi de 25 milyon doları yatırmamış olmamız..
Maalesef F-1 ile yatıp F-1 ile kalkan, her iki kelimesinden biri Sebestian Vettel, Fernando Alanso, Peter Sauber, Jenson Button olan ve bu yarışları fanatiklik derecesinde bana da bulaştıran arkadaşım Hasan Mücahit Ayhan başta olmak üzere milyonlarca Türk Formula sever bu zevkten mahrum kalacağız..
Gerçi henüz herşey bitmiş değil. Zira, Ecclestone, Suat Kılıç'ı kastederek “yeni Spor Bakanınızı beğeniyorum, siyasi otorite ile anlaşacağımızı umuyorum, çünkü Türkiye ve İstanbul'u kaybetmek istemiyoruz” diyerek açık kapı bıraktı..
Sayın Başbakan konuyla ilgili beyanatında, bu yarışların masrafını yedi yıldır devletin karşıladığını, bundan sonra diğer ülkelerde olduğu gibi bizde de bir türlü parmağını oynatmayan firmaların İstanbul Grand Prix'ine sponsor olmalarının zamanının geldiğini söyledi ki, bence yerden göğe kadar haklı..
Ancak bu sponsorlar bulunana dek devlet desteği sürmeliydi..
Bu arada “N'olmuş yani, İstanbul'un tanıtıma mı ihtiyacı var?” diyenler çıkıyor.. Sormak lazım onlara, Abudabi, Barcelona ya da Monaco'nun tanıtıma mı ihtiyacı var ki bu yarışlar oralarda da düzenleniyor? Amaç, tanıtmaktan ziyade, akıllara sokarak bu şehirlerin marka değerini arttırmak değil midir?
Kültür ve Turizm Bakanlığı bütçesinden hazırlattırılan ve büyük çoğunluğu semazen görüntülerinden oluşan (yabancılara biz çılgın Türklerin sürekli dönen kişiler olduğumuz izlenimini veren) tanıtım filmleri mi ülkenin reklamını beş kıtaya ulaştırır, yoksa dünyanın en prestijli organizasyonlarından sayılan Formula 1 yarışlarının canlı olarak televizyonlardan yayınlandığı yarışmalar mı?
Baksanıza, boğazına kadar borçlu komşumuz Yunanistan nasıl da balıklama atladı bizim elimizden uçmak üzere olan Grant Prix’i kapmak için.. Hem de bu parayı Almanya'dan sağlamayı düşünerek…
VARAN 2:
Fenerbahçe’nin cezası nedeniyle Kadıköy’de seyircisiz oynanması gereken Manisaspor maçına Futbol Federasyonunun yönetmeliklerde yaptığı değişiklik sonucu seyirci olarak sadece kadınlar ve 16 yaşından küçük çocukların alınması çok ilginçti..
Bence federasyon farkında olmadan kadınlara ikinci sınıf insan muamelesi yaptı ve Türkiye’de sadece erkeklerin üstün olduğu mesajını vererek kadın-erkek eşikliğine sekte vurdu..
Gönül isterdi ki Fenerli bayanlar ülkedeki hemcinsleri adına bu durumu protesto edip o maça girmeselerdi, fakat gelin görün ki onlar hiç gocunmadan tribünlerdeki yerlerini aldılar ve üstelik maç boyunca koro halinde Trabzonspor aleyhine yakası açılmadık küfürler edip durdular.. Tabi bu sövgülere hiç kimse ‘dur’ diyemedi, tıpkı İstanbul BB ile yapılan maçta belediyespor oyuncularına basit şekilde gösterdiği kartları Fenerbahçeli oyunculara gösteremeyen Cüneyt Çakır gibi…
VARAN 3:
Beşiktaş’ın UEFA liginde en kolay rakibi sanılanın aksine İngiliz ekibi Stoke City idi.. Bakmayın kara kartalın mağlup olduğuna.. Bizim süper ligde oynasa kendisine orta sıralarda zor yer bulabilecek bu takımla siyah beyazlılar aynı şartlarda on maç yapsa sekizini kazanır.. Kaldı ki Beşiktaş’ın Chelsea takımını, hem de orada 2-0 yendiğini unutmayalım..
Benim asıl anlatmak istediğim olay, maçı naklen yayınlayan Star TV spikeri Emre Tilev’in yaptığı kurtarış sonucu Rüştü’ye “her yerinden öpüyorum seni” demesinden ziyade, Beşiktaş gol atınca Arap spikerler gibi uzun uzun “Gooool… Go..Go..Go..Go..Goooool” diye bağırıp yanındaki İngiliz meslektaşlarını güldürmesiydi..
Kardeşim ne var bu kadar bağıracak.. Sonuçta karşındaki takım forvetleri ikişer metre olan, Qurezma’nın enfes çalımlarıyla bacakları düğümlenen ahı gitmiş vahı kalmış oyuncular topluluğu..
Oysa ki aynı Star TV, Trabzonspor’un İnter’i deplasmanda yendiği maçı naklen verirken gol attığımızda spiker sanki Bank Asya liginde herhangi bir maçı anlatıyormuş gibi kısaca, o da lütfen “Gol” diyebilmişti.. Üstelik İnter iki yıl öncesinin Şampiyonlar Ligi Şampiyonu bir takım iken..
Sahi merak ettim, İstanbul takımları şampiyonlar liginde oynarken maç sonucunda canlı bağlantılarla neredeyse 3 saate yakın yayın yapan Star TV neden Trabzon maçı bitince hemen dizi film koyuyor? Yoksa bu konuda birilerinin üzülmesinin önüne mi geçilmek isteniyor?
VARAN 4:
Hafta sonu Samsunspor-Manisaspor maçındaydım.. Stad girişinde güvenlik önlemleri had safhadaydı.. Kapıdaki polis memurları seyircilerin yanlarında getirdikleri ufak pet su şişelerini içeriye sokmadıkları gibi seyircilerin üzerini üç değişik noktada sıkı bir şekilde arayarak bozuk paralarına dahi el koydular.. Böylelikle maç esnasında hakeme ya da futbolculara su şişeleri ile bozuk paraların atılması engellenmiş olacaktı..
Fakat stad içerisine girince çok şaşırdım.. Çünkü tribünlerde seyyar satıcılar 1 TL’ye su satıyorlardı, insanlar banknot verip sularını aldıkları gibi paranın üzeri de bozuk para olarak kendilerine geri dönüyordu ve tüm bunlar da polislerin gözü önünde oluyordu..
Ver banknotu, al suyu bir avuç bozuk paran olsun, artık hakeme mi atarsın, futbolcuları mı, orası sana kalmış..
Sadece bu kadar mı?
5727 ve 6222 sayılı kanunların Samsun 19 Mayıs Stadyumunda henüz yürürlüğe girmediğine de bizzat şahit oldum..
Çünkü yüzlerce kişi çevresindekilerin rahatsız olabileceğini düşünmeden sigaranın birisini söndürüp diğerini yakarken bir yandan da koro halinde Trabzonspor aleyhine bariz küfürler ediyorlardı, hem de o gün stadyumun belirli bir bölümüne izleyici olarak alınan bayan seyircileri hiçe sayarak..
Peki Samsun Emniyeti ne yaptı..
Ne yapacak? Sınıfta kaldı, sınıfta..
Netice olarak;
İnsanca yaşamamız adına yasa koyucu tarafından hayata geçirilen kanunların işleyip işlemediğini kağıt üzerinde göstermelik olarak takip etmekten ziyade, davranışlarımızda ne kadar samimi olduğumuzu otokontrol sistemi ile geliştirmek için daha kırk değil, dörtyüz fırın ekmek yememiz gerektiğini düşünüyorum..
Sevgiyle kalın…
|