Japonya'da 8 Ferrari, 3 Mercedes, 1 Lamborghini, 1 Nissan Skyline ve 1 Toyota'dan oluşan 14 otomobilin karıştığı dünyanın en pahalı trafik kazasını duyunca bir an için bu olayın Türkiye'de Karadeniz Sahil Yolu'nda meydana gelmesi halinde olacakları kurguladım..
Yukarıda bahsettiğim araçları kullanan Avrupa'lı zengin turistler yeşil ile mavinin tüm tonlarını bünyesinde barındırarak cennetten bir parça halinde dünyaya düşen Karadeniz bölgesine turistik bir gezi düzenlerler..
Tesadüf bu ya, Samsun'da birbirleriyle karşılaşarak tanışan ve hepsi de kırmızı renkli olan 14 otomobil sahibi Hopa'ya kadar birlikte gitmeye karar vererek kıyı şeridinde siyah bir yılan gibi uzayan yolda ilerlemeye başlarlar..
Karadeniz'in incileri Ünye/Fatsa arasında normal hızlarında seyir halindelerken bunları hilkat garibesi iki cisim kulakları sağır edercesine büyük gürültüler çıkararak sollar..
Ferrari'lerden birinin şoförü, Mercedes sürücüsünü telefonla arayarak;
- Yanımızdan geçen şeyler de neydi öyle? Tıpkı “Mad Max” filmindeki araçlara benziyorlardı..
Mercedes sürücüsü;
- Sese bakılırsa sanki bizi iki helikopter solladı. Hadi şunları yakalayalım da bakalım neymiş? diyerek gazlarlar. Fakat ibreler 120.. 150.. 220 hatta 280'i gösterse de farkı kapatamazlar.
Ünye'den 7 dakikada geldikleri Fatsa'dan şehir içerisinde bol miktarda bulunan trafik lambaları yüzünden ancak 20 dakikada çıkabilirler.. (Dua etsinler ki birazdan meydana gelecek kazayı Ordu'yu görmeden yapacaklardır, yoksa oradaki trafik lambalarına takılsalardı tatillerinin yaklaşık 1,5 saatini mecburen bu şehirde geçirirlerdi.)
Amansız takip Fatsa-Bolaman arasında da devam eder. Fakat öndeki ilginç araçları yakalamak ne mümkün?
Derken efendim, önlerinde seyir halinde bulunan ve paşaya saman yetiştiren Çorum plakalı kamyondan düşen balyaya çarpmamak için direksiyon kıran Ferrari'lerden birisi bu kamyona arkadan bindirince zaten devrilmek için bahane arayan kamyon karşı şeride geçerek yol kenarında fındık çuvalları taşıyan asgari ücretli atın çektiği arabaya toslayarak şarampole yuvarlanır..
Son model 13 araba da fren yapınca birbirine girer, üstelik arkalarından gelen ve kasasında ağzına kadar eski hurda eşya bulunan kamyon da hızını alamayarak bu araçlara çarpıp ortalığın anasını bir güzel beller..
Her zaman olduğu gibi ambulans, itfaiye ve trafik ekibinden önce yerel TV muhabirleri olay yerinde mantar gibi biter..
Muhabirlerden birisi ters dönmüş Ferrari'nin camından mikrofon uzatarak;
- Geçmiş olsun beyefendi, bu ilk kazanız mı? Neler hissettiniz, ışığı gördünüz mü? gibi sorularla kazazedeyi abandone eder..
Diğer muhabir de bir görgü tanığı yakalar ve ona sorar; “Kazayı gördünüz mü?”
- Evet gördüm, kazaya kırmızı otomobil sebep oldu.
Oysa ki 14 otomobilin hepsi de kırmızıdır..
Bu sırada Dana Ferhat'ı özünde Serçe olup Doğan görünümlü Şahin'e benzetilen arabasıyla gezdirmeye çıkaran Cemal ağa olayı görünce yaralıları sağlık kuruluşuna götürmek için Dana Ferhat'a “Sen beni burada bekle, hemen döneceğim, bu arada karnını devrilen kamyondaki samanlardan yiyerek doyur” diyerek aslında pek de önemli yaraları bulunmayan turistleri ite kaka otomobiline istif ettikten sonra yola koyulur. Fakat ne acıdır ki hastaneye geldiklerinde adamların eksoz dumanından zehirlenerek eks oldukları anlaşılır..
Herkes Cemal ağa gibi iyi niyetli değildir. Nitekim 19 yıl önce beğenerek almaya karar verdiği 1992 model Reno Flash S'ine biriktirdiği paralarla henüz bir hafta önce kavuşabilen Laz Mehmet'in kaza sonrasında oradan geçerken yaralıları gördüğü halde “la havle” çekerek aracı kirlenmesin diye olaya müdahale etmemesi ona hiç yakışmamıştır..
Laz Mehmet'in bu hareketini duyunca İpsiz Recep Emice (Kadir İnanır)'ın; “Söyleyin o laza, nasıl basıp gitmiş gaza, ben gelene kadar Fatsa'yı terk etsin” dediği bile rivayet edilir..
Bununla da bitse iyi,
Kazazedeler hastanelere gönderildikten hemen sonra Reno Kango'su ile olay yerine gelen İmam Hasan, hurdaya dönmüş lüks araçlar içerisinde kendi arabasına uydurabileceği mazot pompası ararken polisler tarafından yağma suçundan gözaltına alınır..
GELELİM İŞİN ÖZÜNE;
Ferrari ve Mercedes'i sollayan o garip araç, Karadeniz'de halk arasında “Patpat” olarak tabir edilen ve batı bölgelerimizde tarlaların sulanmaları için icat edilmiş zirai tarım makinesinden başka bir şey değildir aslında.. Yani nam-ı diğer pancar motoru..
Fakat gelin görün ki Karadeniz'de düz arazi ve buna bağlı sulanacak alan da olmayınca (zaten yağmurdan sulanmadığımız gün yok ki) bizim uşaklar bunlara dört teker ve kasa ekleyerek dev bir sivrisinek şeklinde ucube bir araç oluştururlar.. Üstelik bunlar öyle ses çıkarırlar ki, yok böyle bir şey, sanki helikopter geçiyor zannedersiniz.. Böylesine bir gürültü kirliliği yani.. Üstelik gün geçmesin ki devrilmesinler, ölümlü ve yaralamalı kazaya sebep olmasınlar..
Hatta buralarda patpatı olmayana kız bile vermez oldular.. Öylesine önemli yani..
Trafik mevzuatında yeri bulunmadığından kullanmak için ehliyet gerekmeyen, dolayısıyla normal şartlarda trafiğe çıkmalarının engellenmesinin kesinlikle şart olduğunu söyleyen Karadeniz ilçelerinden birisinin Kaymakamı kendisince bu işe çözüm üretti ve patpatları kullanan insanların alt gelir grubuna mensup olmaları nedeniyle onları üzmemek adına bu araçlara susturucu ve aydınlatma tertibatı taktırılarak kullanılması formülünü getirdi ki pes yani.. Pancar motorundan araba..
Maalesef özellikle Ordu ve ilçelerindeki bu başıbozukluğun önüne kimse geçemiyor. Caddelerde patpatlar o kadar çoğaldı ki anlatamam. Hem ilkel görüntüleri, hem de pat.. pat... pat.. diye anormal bir şekilde çıkardıkları ses çekilir gibi değil..
Görevli trafik polislerine “Bu ucubeleri şehir merkezine niçin sokuyorsunuz?” denildiğinde alınan cevap “Valilik bu araçları Karadeniz Sahil Yoluna çıkmamaları koşuluyla şehir içinde kullanımını serbest bıraktı” oluyor..
Bu garip araçlara Karadeniz Sahil Yolunda trafik güvenliğini hiçe sayarak birbirleriyle yarışırken rastlamadığım gün hemen hemen yok gibi. Hiçbir trafik polisi de “Dur kardeşim! Nereye gidiyorsun” demiyor, diyemiyor..
Ünye-Ordu arasındaki yolda onlarca kez şahit oldum. Otobüsleri, minibüsleri, otomobilleri ve kamyonları kontrol için durdurarak yol kenarına tespih gibi dizen trafik polisleri, ortamı tehlikeye sokan, sinyal lambaları bile bulunmayan patpatlara dönüp bakmıyorlar bile..
Hatta birkaç kez trafik kontrolleri yapılan diğer araçları görünce yavaşlayan bir patpat sürücüsüne polis memurunun “Patpat, bekleme yapma, devam et” dediğine bile tanık oldum..
Buna benzer araçların Afrika ve Uzak Asya'nın bir takım gelişmemiş ülkelerine özgü olduğunu zannederken, Türkiye Cumhuriyeti'nin doğudan batıya, kuzeyden güneye otoyollarla bezendiği bir ortamda bu yolların üzerinde çağdışı patpatların dolaşmasına izin verilmesi imajımızı derinden yaralıyor..
Buradan devlet büyüklerimize nacizane bir önerim olacak.
Karadeniz bölgemize “Hızlandırılmış Patpat Projesi” (HPP) adı altında küçük patpat havaalanları yapılsın..
Zira sayıları her geçen gün çoğalan ve yeni aksesuarlarla zenginleştirilen patpatları bundan böyle uçarken havada görmemiz an meselesi..
İnanın ki yetkililerin vurdumduymazlığı yüzünden bizim Karadeniz insanı bunu becerir, becermeye de muktedirdir..
Umarım türkülere konu olan Ordu'nun Derelerinin Hidro Elektrik Santralleri (HES) nedeniyle bırakın yukarıyı, aşağıya bile akmayı unuttuğu günümüzde
bu kez de Ordu'nun Patpatları yüzünden sahil yolumuzda akacak kan yeni türküler yakmamıza vesile olmaz..
|