Bugün sizlere “bir buçuk” çirkinlik ve buna bağlı olarak da “bir” güzellikten bahsedeceğim.
Bir çirkinlik FRANSA;
Sözde Ermeni soykırımını inkar etmenin suç sayılacağı, üstelik bu yasayı ihlal edenlerin 1 yıla kadar hapis, 45 bin Euro'ya kadar para cezasına çarptırılacağı insanların yaşadığı Fransa (ki), 2001 yılında "Ermeni Soykırımı" iddiasını çıkardıkları kanun ile resmen tanıdılar, şimdi de Fransa Parlamentosu'nun alt kanadı olan Ulusal Meclis'te yapılan oylamada söz konusu cezaya ilişkin yasayı 19'a karşı 106 oyla kabul ettiler.
Ancak ülkemizde siyasetçisiyle, yazarıyla, çizeriyle hiç bir kimse çıkıp da “İyi de kardeşim, senin başta Cezayir olmak üzere Benin'de, Dahomey'de, Burkina Faso'da, Cibuti'de, Çad'da, Gabon'da, Gine'de, Kamerun'da, Komor Adaları'nda, Moritanya'da, Nijer'de, Senegal'de ve Tunus'ta çoluk çocuk demeden savunmasız halkı katletmene ne demeli?” diye sormuyor.
Üstüne üstlük Kurtuluş Savaşında Antep ve Maraş'ta yaptıkları halen hafızalarımızdayken.
Haklarını yememek lazım, buna karşın yine de birkaç yetkili çıkıp kendilerine Cezayir'i hatırlatarak ufak tefek beyanatlar verdiler, hepsi bu kadar.
Bize düşmanlık besleyen bu şımarık ülkeye sürekli zeytin dalı uzatmak zorunda mıyız?
Niçin TBMM acilen toplanıp Fransa'nın bu güne kadar yaptığı soykırımlarla ilgili benzer bir yasa çıkarmaz?
Niçin İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerimizde Fransız soykırımlarını anlatan anıtlar açılmaz?
Bu o kadar zor bir şey mi? Bakın, şikeyi serbest bırakan yasayı nasıl da iki saat içerisinde çıkardılar, isterlerse bunu da becerebilirler.. Mi dersiniz?
Hiç sanmıyorum.
Bizler cumhuriyet tarihimizdeki Dersim ve Ağrı isyanlarını bastırabilmek adına yapılmış çalışmaları soykırım olarak niteleyip meclis çatısı altında tartışmaya açarak eşkiyadan özür dileme noktasına gelmiş isek, doğal olarak “demek ki Türkiye zaman zaman kendi insanına da soykırım uygulamış” diye düşünen Ermeni Diasporasının da ekmeğine yağ sürmüş olduk.
Geçenlerde bir TV kanalında rastladığım uzaktan kumandalı iki üç yazarın Dersim tartışmalarının küllenmeye başladığını görünce bu kez de 2. Dünya Savaşında ülkemize sığınan Yahudilere güya devletimizin yaptığı haksız baskıları gündeme taşımaya çalıştıklarına tanık oldum..
Neymiş efendim, 1923 ila 1945 yılları arasında Musevilere evlerinin dışında Türkçe konuşma zorunluluğu getirilmiş, buna uymayanlara başta para cezası olmak üzere ağır müeyyideler uygulanması için CHP milletvekilleri meclise öneri üzerine öneri vermişler. Üstelik de bütün bunlar Atatürk'ün bilgisi dahilinde olmuş.
Zannetmeyin ki bu yazarlar Musevilerin haklarını korumaya soyunmuşlar. İnanın ki buradaki amaç sadece ve sadece Atatürk'ü Türk milletinin gözünden biraz daha düşürme çabalarından başka bir şey değil.
Bir güzellik GÖKHAN GÖNÜL;
Fenerbahçe ile Trabzonspor arasında oynanan maçta Aykut'la girdiği ikili mücadelede yere düşünce rakibinin kırmızı kart göreceğini anlayan ve bunun üzerine derhal hakemin yanına giderek “Hocam, Aykut bana dokunmadı, ben kendim düştüm, ona kart gösterme” demesine rağmen sözde Türkiye’nin bir numaralı hakemi olan Cüneyt Çakır’ın kırmızı kartını Aykut’a çıkarmasına engel olamasa da Gökhan Gönül bu içten davranışıyla taraflı tarafsız tüm futbolseverlerin gönlünde taht kurdu.
Buçuk çirkinlik MEHMET TOPUZ;
Tüm bu olaylar yaşanırken Gökhan Gönül’ün itirazlarının kabul görüp hakem Cüneyt Çakır’ın Aykut’a gösterdiği haksız kırmızı kartı iptal edebileceğini düşünen Mehmet Topuz’un futbol oynadığı büyük Fenerbahçe kulübünün küçük düşünen futbolcusu olarak takım arkadaşı Gökhan Gönül’ü zorla itekleyerek hakemin yanından uzaklaştırmasının yorumunu ise Atatürk’ün şu ünlü sözü çok güzel açıklıyor;
“Ben sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısını severim”
|