Aşkın doğum günü sayılan 14 şubat geride kaldı. Biliyorum, biraz geç oldu ama hazır ortalık güllük gülistanlık iken bu boşluktan faydalanarak konuyla ilgili birkaç kelam da ben edeyim dedim.
Şimdi efendim, aşk denil....!!!
Ayıp oluyor beyler, sözümü neden kesiyorsunuz?
N'olmuş yani ordudaki tutuklamalara?
Hem ordumuz sahipsiz değil ki.. George Clooney ne güne duruyor?
Bakınız bu aşk denilen illet öyle bir şeyd...!!!
Haydaaa, yine mi?
MİT'teki son gelişmeleri bana niye soruyorsunuz ki?
Sıkıyorsa gidin de Keşanlı Ali abimize sorun. Ayrıca kendisinden, Suriye'de yakalanan 32 MİT'çimizin orada ne aradığını da bir öğreniverin size zahmet.
Bakınız efendim, aşk kullarına tanrının bir lütfu ol...!!!
Ayıp oluyor beyler, üçtür sözümü kesiyorsunuz, vazgeçeceğim yazmaktan ha!
Bu soruda da iyice saçmalamışsınız yani! Özerklik ilan eden BDP’yi mecliste, çocuk katilini de İmralı’da neden besliyor muşuz?
Daha neler. Beslemeyip de asalım mı netekim? Çok kötüsünüz valla. İnsana doğru dürüst bir aşk yazısı yazdırmıyorsunuz.
Ülke gündemini (F)enerbahçe, (F)atmagül ve (F)ransa gibi üç önemli (F) işgal ederken diğer olayların esamesi mi okunurmuş? Anlayamıyorum sizi.
Bu arada, her Ramazan ayında gelenek haline getirdiği üzre, Hollywood'da asgari ücretle akstrist olarak çalışan Hristiyan ve Musevilerden oluşan korunmaya muhtaç komşularına çiftliğinde iftar yemeği vermenin sevabına nail olan dördüncü (F)'yi unuttuğumu da zannetmeyin sakın.
Var mı başka sorunuz?
Yok..!
O halde bir soru da 2010 yılında görev yaptığı birlikte kendisine soğuk makarna servisi yaptı diye zavallı Mehmetcik'in dizine tekme atarak kıran Albay efendiye ben yönelteyim..
Peygamber ocağı olarak bilinen bir kuruma davul zurnalarla yolcu ettiğimiz kınalı kuzumuza bu hareketi vicdanın sızlamadan nasıl yapabildin?
Şunu bir oku da gör, gerçek komutan nasıl olurmuş?
Türkiye'ye resmi ziyarete gelen İngiltere Kralı VIII Edward, Dolmabahçe Sarayı'nda Atatürk'le sohbete başlar. Bu sırada servis yaparken garson Mehmetçik kazayla kahve fincanını kralın üzerine döker. Kral sinirli sinirli yanındakilere:
-Ne beceriksiz adamlar. Koskoca İngiltere Kralı'na bir kahve servisini bile yapamıyorlar..!
Bu sözler kendisine tercüme edilince Atatürk çok kızar ve krala:
-Ben bu millete her şeyi öğrettim, sadece uşak olmayı öğretemedim der.
Doğrusunu istersen o anda senin Atatürk'ün yerinde olmanı düşünmek bile istemiyorum Albay efendi. Büyük bir ihtimalle hızını alamayarak askerin kırılmadık yerini bırakmazdın.
Konu konuyu açınca dağıldık gittik..
Hemen toparlanıyorum:
Aşkın tarihi ne zamana dayanıyor?
Bir kere Gönül Yazar'dan çok öncelere uzandığı kesin.
Adem ve Havva’dan bu yana var olan kutsal duygu.
Aşk..
Bakmayın üç harften oluşan kısacık bir sözcük olduğuna.
Araştırın bakın insanı yemeden içmeden kesen, mecnun eden böyle başka bir sözcük bulabilecek misiniz acaba?
Aşk, duygusal yönüyle insanın en zayıf halkasıdır.
Öyle bir anda ortaya çıkar ve kapınızı çalar ki, işte o zaman lal olduğunuzun resmidir.
Bu yüce duyguyu edipler beyaz sayfalara, şairler dörtlüklere, ressamlar tuvallere, müzisyenler de notalarına aksettirirken Johann Sebastian Bach'a bir parantezaçmak istiyorum.
Rivayete göre hayatı boyunca binin üzerinde beste yapan romantik Alman müzik adamının tıpkı “Ave Maria” isimli ilahide olduğu gibi tüm eserlerini değişik kadınlara atfettiği söylenir.
Kültür tarihçisi Rougemont'un “Aşk ve Batı” konulu incelemesinde geçen şu sözler dikkat çekicidir:
"Mutlu Aşk'ın yazılı tarihi yoktur"..
Gerek batı ve gerekse doğu uygarlıklarında sürekli olarak mutsuz aşkların tarihinin yazıldığını görünce kendisine hak vermemek mümkün mü?
Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Ferhat ile Şirin, Yusuf ile Züleyha, Romeo ve Juliet, Heloise ve Abelardus, Carmen ve Don Jose, mutsuz çiftlerin siyah tabloya yansıyan görüntülerinden sadece bir kaçı.
Üstelik tarihe mal olmuş bu isimlerin vuslata erememeleri “en iyi aşk, ulaşılamayan aşktır” inancına da yol açmış.
Ne Beatrice, ne Nerval, ne de Halid Ziya bu gerçeği değiştiremedikleri gibi, günümüz postmodern yazarları dahi aşkın naturasına dokunmadan teğet geçip gitmişler.
“Aşk dünyayı çoktan terk etti”..
Yazılı tarihteki aşkların benzerlerini günümüzde devam ettirenleri tenzih ederim.
Bir de mutluluk tabloları çizen çiftler var.
Tümü de hayatın tiyatro perdesi açıldığında sahnede büyük bir ustalıkla Polyannacılık oynamaya devam ediyorlar.
Asıl kapandıktan sonra görün perde arkasını.
Zaman mekan bilmeyen, kimin yüreğinden kime gideceği önceden kestirilemeyen bu ince duyguyu yaşayamadan, sahte pembe tabloların ardında gizlenen mutsuz, sevgisiz hayatlarla örülmüş dört duvar.
Gerçekte budur aşkın özeti.
Yine de hayatınızdan aşk, kalbinizden merhamet, ülkemizin gidişatına bakmaktan buğulanmış gözlerinizden sevgi ışığı eksik olmasın.
Aşkla kalın...
|