Hani zaman zaman hep duyarız ya “Falanca yerde uzaylılar göründü” diye. Aslına bakarsanız hepimiz uzaylıyız. Sanki dünyamız başka bir yerde mi duruyor? Kesinlikle hayır! Tam 4,5 milyar yıldır uzunluğu yüz, genişliği on bin ışık yılı büyüklüğündeki Samanyolu Galaksisi’nin içerisinde saniyede 250 km hızla sonsuz uzay boşluğunda bugüne kadar tespit edilebilen yaklaşık 300 milyar galaksi ile birlikte yol alıyoruz.
Yol almak ne kelime? Uçuyoruz, uçuyoruz. Bir saniye öncesi artık çok gerilerde kaldı. Bu demektir ki uzayın o bölümünü bundan sonra kesinlikle göremeyeceğiz.
Peki hiç merak ettiniz mi, Türkler dünya dışı bir yaratıkla karşılaşsalardı tepkileri nasıl olurdu?
Bunu anlatmadan önce konumuzla bağlantısı bulunduğundan yurdum insanının bir özelliğinden bahsedeyim.
Sözünü edeceğim insanlara şehirler arası yolcu otobüslerinde bolca rastlamanız mümkün. Sanki sırf koltuk arkadaşlığı yapmak uğruna binerler araca. Konuşmayı son derece seven bu tipler daha önceden tanımadıkları ve seyahat sonunda da bir daha göremeyecekleri koltuk arkadaşlarıyla tek taraflı muhabbete bayılırlar.
Bir bilseniz ne ilginç tipler çıkar karşınıza.
Askerliğini yaptığı esnada generale fırça atanlar mı istersiniz?
Sayısal loto kuponunu yatırmayı unuttuğu için büyük ikramiyeyi kaçıranlar mı istersiniz?
Kendisine milletvekilliği teklif edilip elinin tersiyle itenler mi istersiniz?
Çeşit boldur yani.
Tamam, insanlarla tanışıp konuşmak elbette ki güzeldir, fakat yolculukta da hiç çekilmez doğrusu. Zira gereksiz bir geyik muhabbetinin laf salatasına dönüşmüş halidir ortaya çıkan.
Ve genellikle de şöyle başlar bu konuşma maratonu; “Yolculuk nereye?” Hadi bakalım buyurun, dakika 1 gol 1, oysa ki otobüsün İstanbul’dan Adana'ya gittiği gün gibi aşikar. Çünkü bilette öyle yazıyor. “Adana” dersiniz, karşınızdaki hemen anında ikinci soruyu patlatır “Memleket nire hemşerim?”
Kurtuluş yok. Adam bir kere kafaya koymuş, illa ki konuşacak.
Hiç unutmam, arkadaşım Hasan anlatmıştı. Bir yolculukta yanındaki şahıs yukarıdaki ilk iki sualin cevabını aldıktan sonra rahatlamış bir yüz ifadesiyle ona üçüncü soruyu yöneltmiş; “Ne iş yapıyorsun?”
İşte burası çok önemli. Böyle bir durumda gardınızı alarak karşınızdakine onun ilgi alanına girmeyen bir meslek ismi söyleyin. Örneğin “Atom mühendisiyim” deyin. Çünkü bay meraklının atomla ilgili tek bilgisinin Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan bombalardan ibaret olma ihtimali yüksektir.
Fakat siz siz olun kesinlikle çok bilinen bir meslek adı söylemeyin. Hele hele sakın ola ki ziraat mühendisiyim demeyin. Niçin mi? Bizim Hasan'da o vatandaşa gerçek mesleği yerine laf olsun diye aklına gelen ilk mesleği söylemiş ve “Ziraat mühendisiyim” demiş. Vay efendim vay, sen misin bunu diyen? Keşke söylemez olsaymış. Nereden bilebilirmiş ki karşısındakinin aynı zamanda meraklı bir çiftçi olduğunu?
Yolculuk bitene kadar tarlasına hangi gübreyi hangi mevsimde atması gerektiği, kışlık gübreyi yazın atarsa verim alıp alamayacağı şeklinde hiç de ilgi alanına girmeyen bidolu soru bombardımanına maruz kalıp adeta kendisinden kat kat güçlü bir boksörün kroşelerini ardı ardına yemiş gibi abandone olmak üzereyken, ringe havlu atıp sporcusunu daha fazla dayak yemekten kurtaran antrenör gibi otobüs şoförü tam zamanında mola vermiş de imdadına yetişmiş. Otobüsten inince on beş dakika kendine gelemediğini söylemişti Hasan. Mola bitiminde de kaptandan rica edip başka bir koltuğa oturmuş.
Türkler uzaylıyla karşılaşırsa, vay o uzaylının haline..
Anlatacağım olaya ilişkin haber o tarihlerde tüm gazetelerde çıkmıştı. Uşak ilinin bir köyünde üç vatandaşımız sabah tarlalarına çalışmaya giderlerken yolda üzerinde parlak gri renkli jelatin elbise bulunan, kırmızı ayaklı, elips gözlü, kafa yapısı iri, yetmiş cm boylarında bir hilkat garibesi görürler.
İlkokul mezunu (4+4+4'e göre ortaokula tekabül ediyor) olduğu için arkadaşlarının kendisine profesör diye hitap ettikleri köylülerden biri karşısındakinin dünya dışı uzaylı bir yaratık olduğunu anlayınca sorar; “Uzayın neresindensin hemşerim?”
Bunun üzerine uzaylı eliyle bir takım işaretler yapar. Köylüler uzaylının kendilerine küfür ettiğini zannederek onu taş yağmuruna tutarlar. Uzaylı da boş değildir tabi. Çünkü yıllardır o bölgeye birçok kez gelip gitmiş, az taşlanmamış ve taşlamamıştır. Doğal olarak o da yerden aldığı bir taşı köylülere fırlatır.
Ancak karşısındaki insanların dedelerinin, zamanında kahpe düşmanı taş atarak bu memleketten kovduklarından bihaberdir.
Taşlardan birisi dünya dışı varlığın kafasına isabet edince çok kızar ve doğruca köy muhtarına giderek şikayetçi olur.
Muhtar da uzaylıya çay ısmarlar ve “Uzayın neresindensin hemşerim?” şeklindeki klasik soruyu bu kez de kendisi yineler.
Uzaylı da “Honuş gezegenindenim abi“ cevabını verince muhtar;
“Şimdi sen bunları mahkemeye versen yargılama yıllarca sürer. Taa Honus'lardan buraya sık sık duruşmalara gelip gidersen aldığın üç kuruş maaşı yollarda harcayacağın için hem maddi yönden sarsılırsın hem de oradaki işinden olursun, UFO'nuz su yakmıyor ya, ben en iyisi mi sizleri öpüştürüp uzlaştırayım” deyinceuzaylı;
“Yanılıyorsun abi, bizim Honus'ta işsizlik sorunu yok, üstelik sizin ülkenizdeki gibi maaşlarımıza öyle % 2,5 gibi komik zamlar da yapılmıyor. Orada en düşük ücret sizin paranızla 1 milyon TL, ayrıca bizler yabancı gezegenlerden gelen canlıları sizin gibi taş atarak değil, çiçek atarak karşılıyoruz” der ve muhtarın hatırını kıramayarak kendisini yaralayan köylülerle tokalaşıp barışır.
Tüm bu konuşmaları büyük bir ciddiyetle dinleyen ve Honus'taki ücretlerin dolgunluğu iştahını kabartan köylülerden birisi sigara paketini uzaylıya uzatarak (kafiyeye bak);
“Hemşerim, şu paketin üzerine sizin gezegenin tam adresini ve oraya dünyadan hangi şirkete ait UFO'ların kalktığını yazar mısın?”
Uzaylı;
“Sakın ha! Bunu aklının ucundan bile geçirme. Binlerce yıldır mavi gezegeninizi ziyaret eden atalarımız başta olmak üzere bugün artık şunu çok iyi biliyoruz ki...
Dünyalı demek savaş demek, aldatmak demek, adam satmak demek, hile yapmak demek, zayıfı ezmek demek, sporda şike yapmak demek, doğanın dengesini bozmak demek, yalaka demek, ihaleye fesat karıştırmak demek...
Onun için yerinizden kıpırdamayın, yoksa Honus'un da içine edersiniz”...
Gelelim kıssadan hisseye;
Tanımadığı her şey karşısında verdiği ilk tepki yerden aldığı taşı büyük bir kararlılıkla yabancının üzerine fırlatmak kimsenin yadırgamadığı en temel Türk insanı davranışıdır.
Karşısındaki uzaylı da olsa... |