Akşam üzeri öğrencilerin cıvıl cıvıl sesleriyle yankılanan semtimizdeki lisenin önüne düşüyor yolum. Okul günlerim geliyor aklıma ve onları biraz da kıskanarak tebessümle izliyorum. O anda bir kız çocuğunun kapının yanında bekleyen öğretmenine hitap eden cılız sesini duyuyorum;
-“İyi yakşamlar öğretmenim..”
Herhalde dili sürçtü diye düşünüyorum. Fakat o da ne? Diğer öğrenciler de aynı şekilde “İyi yakşamlar öğretmenim..” diyorlar. Bunun üzerine merakımı yenmek için öğretmenin yanına gidiyor ve “Hocam bu (Y) harfi nedir?” diye soruyorum;
-“İnternet dilidir. Maalesef öğrencilerimizin bu şekilde konuşmalarını engelleyemiyoruz” şeklinde cevap alıyorum.
Bu çocuklar henüz 3-5 yaşındayken sözcüklerin seçimini ve cümle içerisindeki sıralanışını vurgulara son derece itina gösterip cümlenin anlamına uygun tonlamaları yerli yerine oturtarak konuşurlarken, 13-14 yaşından sonra gençlik dönemine girdikleri andan itibaren Türkçeleri olumsuz yönde değişmeye başlıyor ve tam da burada gençliğin en önemli davranış biçimlerinden olan ilgi çekici bulunmayı isteme dürtüsüyle yabancı sözcüklere özenme baş gösteriyor ki, bu da Türkçe bilinci ve sevgisinin kaybolmasına yol açıyor.
Berlin’de düzenlenen Uluslararası Çocuk Dili Araştırma Derneği Kongresinde hangi dilin ne kadar zor olduğu veya en etkin şekilde kullanılabildiği tartışılırken ortaya çıkan bir sonuç yukarıdaki tezimi destekliyor.
Buna göre, bir çok ülkede çocuklar ana dillerini dil bilgisi kurallarına göre 5 ila 7 yaşları arasında öğrenirken, Türk çocuklarının bu özelliğe 2 ila 3 yaşlarında kavuştukları, bunun nedeninin de Türkçedeki dil bilgisi kurallarında şahıs ve zaman belirleyen eklerin düzenli olması, yani lego taşlarının yan yana dizilmesi gibi sistematik ve kolay olması gösterilmiş.
Ülkemize transfer olan yabancı sporcuların iki ay gibi kısa bir süre içerisinde Türkçe’yi rahatlıkla öğrenmelerinin arkasında da bu özellik yatıyor. (Aynı şeyi yaklaşık 8 yıldır Fenerbahçe'de top koşturan Alex için söylemeyeceğim, zira onun Türkçe'yi öğrenmeme gayretini halen anlayabilmiş değilim.)
Peki Türkçeyi erken yaşta güzel konuşan gençlerimiz daha sonradan niçin konuşmalarını kirletiyorlar?
Yanlış nerede?
Türkçenin korunması adına kurulan Meclis Araştırması Komisyonu da bu işe bir çözüm üreteceğe benzemiyor. Bakınız dilimizi kurtaracağız diyerek ne çözümler üretmişler?
Anadolunun eski uygarlıklarından kalma dağ ve şehir adlarının değiştirilmesi, Star yerine Yıldız, Ambulans yerine Cankurtaran, Efes yerine Selçuk denilmesi, Eurovision’a Türkçe şarkıyla katılınması, telekomünikasyon, akreditasyon ve viyadük isimlerinin Türkçeleştirilmesi ve bunun gibi birkaç şey daha.
Az daha unutuyordum; caddelerde yabancı ülkelerde olduğumuz izlenimi uyandıran tabelaların kaldırılması için yabancı tabelalara yüksek vergi getirilerek Türkçe tabelalara kolaylık sağlanması.
Yani kesin kalkacak diye bir şey yok. Parayı veren kişi yabancı isimli tabelayı asabilir. Peki nerede kaldı bu işin ciddiyeti. Her şey para mı demek?
Biz Türkler binlerce yıllık köklü bir medeniyete sahipken hiç düşündünüz mü dünyada geçerli dil neden halen İngilizcedir diye? Çünkü onlar dillerine sahip çıkıyorlar da ondan. Peki bizler ne yapıyoruz? Ortalama yüz kelimeyle konuşup anlaşmaya çalışıyoruz. İnanır mısınız kelime hazneleri 40-50'yi geçmeyen ve bu eksikliklerini de vücut diliyle tamamlayan insanlar tanıdım.
İnternet ağzıyla konuşmaya devam edersek yakın bir gelecekte ilk insanlar gibi el kol hareketleriyle anlaşmaya çalışacağımızdan en ufak bir şüpheniz olmasın. Fakat bunun da önemli bir sakıncası var. Bizim el kol hareketleri çok manidardır. Allah göstermesin yanlış anlayanlar çıkabilir.
Böylesine vahim olaylara engel olmanın tek yolu kesinlikle çocuklarımıza milli duyguları aşılamaktan geçiyor.
Mehmet Emin Yurdakul'un Türkçe şiirler adlı kitabında yer alan ''Anadoludan Bir Ses Yahut Cenge Giderken'' şiirindeki ''Ben Bir Türküm, dinim, cinsim, uludur'' mısrası bize bunu zamanında açıkça işaret etmiştir.
Bir zamanlar uyanışın ve kendi kimliğini arama arzusunun ifadesi olarak çıkan, sade ve temiz dille anlatılmış eserlerimiz ülke dışında beğenilip övgüler alırken, bugün taklitçiliğe soyunmuş bir takım yazarlarımızı görmek üzüyor beni.
Geleceği görebilen dahi devlet adamı Atatürk boşuna mı kurdu Türk Dil Tarih Kurumunu?
O, dilini kaybeden milletlerin bağımsızlıklarını da kaybetmeye mahkum olacaklarını biliyordu.
Haydi gençler!
Geç kalmış değilsiniz.
Atın o fazlalık (Y) harfini “İyi Akşamlar olsun.”
Yarının Türkiye’si sizlersiniz…
|