Baharın geldiğini nasıl anlarsınız?
“Bu da soru mu canım? Birçok emareleri vardır. Cemreler ardı ardına havaya, suya ve toprağa düşer, ağaçlar çiçek açar, leylekler döner, tabiat yeşile bezenir, memura ocak ayında verilmesi taahhüt edilen % 2'lik zam her nedense bu mevsime sarkar” dediğinizi duyar gibiyim.
Bilemediniz işte, hiç birisi değil. Demek ki iyi bir gözlemci değilsiniz. Öyle olsaydı bu suale şimdi öz geçmişini anlatacağım “Halıların ortaya çıkmasıyla” yanıtını verirdiniz.
POSTUN NEREDE?
Halının tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir.
Taş devrindeki atalarımız mağaralarına halı niyetine hayvan postları seriyorlardı. Ancak bunu yaparken postların içerisinden hayvanları çıkarmayı akıl edemediklerinden oldukça güçlük çekiyorlardı.
Halı, uysal bir koyun ise mesele yoktu. Fakat mağrur bir boz ayı ise felaketti. Zira kendisine “Şurada dur!” komutu verildiğinde buna çok kızıyor ve o sinirle mağaranın içerisinde tabak çanak ne varsa döküp kırıyor, sonra da günlerce ortadan kayboluyordu.
Bir gün mağaranın reisi, boz ayıdan yapılma halıyı eğri durduğu gerekçesiyle elindeki sopayla vura vura düzeltmek isteyince ayı; “Yetti gari, postu da mağaranızı da başınıza çalın” diyerek Muhsin Çelebi'nin pembe incili kaftanına yaptığı muameleyi o da kendi postuna uygulayarak çıkartıp salonun ortasına atar ve artık nereden bulduysa bilemiyorum bir çarter uçağıyla taa Antartika’ya gider. Orada bir kamu kuruluşunda sözleşmeli personel olarak göreve başlar, genel seçimlerden önce de kadroya geçer.
Daha sonra çalıştığı işyerine elektrik faturası yatırmaya gelen tıpkı kendisi gibi başka bir mağaradan terk-i diyar eden dişi ayı ile karşılaşır ve “Sende yok post, bende yok post, gel olalım dost” diyerek onunla evlenerek çoluk çocuğa karışır.
Sonrası malum. Böylelikle tarihin ilk ayı balıkları ortaya çıkar.
Görüyorsunuz ya, hiç bir şey sebepsiz yere kendiliğinden oluşmuyor.
Biz dönelim yine halıya..
Atalarımız daha sonra ihtiyaçları artıp uygun post bulamayınca bu sefer de post taklidi yaygılar üretirler. Zamanla da hoşlarına giden bu yaygıları desenleştirerek günümüzdeki halının kaba örneklerine imza atarlar.
Kısacası halı, insanoğlunun doğayı kendisine uydurma mücadelesinin ilk ürünü olur.
Buraya kadar halının tarihsel sürecini anlattık.
Şimdi gelelim ilkbahar ile halının konumuzla olan ilgisine.
HALININ KABAHATİ YOK, ELİMİZE DÜŞMÜŞ BİR KERE
Ülkemizde bahar aylarında kutlanan Nevruz tarihe karışmak üzere. Çünkü ev hanımları uzun süredir baharı sokaklarda, yol kenarlarında ve kaldırımlarda ateş yakarak değil de, halı yıkayarak karşılıyor.
Anlayacağınız “Halı Yıkama Bayramı” adı altında yeni bir bayramımız daha oldu. Fakat bu bayramın milli ya da dini kategorilerden hangisinde yer alacağına dair yetkililer henüz bir açıklama yapmadı.
Ancak TBMM'de verdiği sayısız önergelerle büyük çalışmalara imza atıp toplumu refaha erdiren süper yasaların hayata geçirilmesini sağlayan ve bu yönüyle de adı “Kanun Baba”ya çıkandeğerli Türk Büyüğü Hakan Şükür'ün bu halı bayramı meselesini de gecesini gündüzüne katarak bir sonuca ulaştıracağına en ufak bir şüpheniz olmasın.
Bu konuyu da halletikten sonra geliyorum işin başka bir boyutuna.
Peki hiç düşündünüz mü? Deterjanlı atık suyun içerisinde bulunan zararlı kimsayal maddelerin cadde zemini ile çevrede bulunan ağaçlara verdiği zarar gün gibi aşikarken halılar niçin sürekli olarak cami avlularında, kaldırımlarda ve yol kenarlarında umumun kullanımında bulunan çeşmelerde yıkanıyor.
Cevabı basit;
Helal mi, haram mı diye düşünülmeden gönül rahatlığıyla sarf edilen su bedava da onun için.
Bir aralar Bağcılar Belediyesi sokakta halı yıkayanlara “Halı senin, Yol benim” sloganıyla savaş açmıştı. Acaba pes eden kim oldu? Gerçekten merak ediyorum.
HALI YIKAMA KIYAFETİ
Madem halı ile ilgili her şeyi anlattık, oldu olacak bir de halı yıkama kıyafeti nasıl olurmuş, bunu da öğrenin, belki lazım olur;
Sarı renkli çizme, kırmızı eşofman, beyaz tişört ve üzerine sarı yelek (Burada çizme ile yeleğin renk uyumuna dikkatinizi çekerim) ve saçları tamamen kapatan beyaz tülbent.
Gelelim kıssadan hisseye;
Yeni yüzyıla girdik ama halen kentli olamadık.. Vatanımızı sadece evimizin içerisi zannettik.. Durum böyle olunca da doğal olarak yaşadığımız çevreyi sahiplenmeyi öğrenemedik... |