(Öküz altında buzağı arayan bir milletin torunlarıyız..)
Nasıl ki siyaset tarihimizde şapkasını kaptırmayan renkli isimler varsa, bir zamanlar askerlerin aba altından sopa göstererek kilit noktalara oturttukları emekli generallerden oluşan ilginç bürokratlar da vardı.
Bunlardan birisi de 12 Mart döneminin “TRT Paşası” olarak anılan Musa Öğün'dü.
Sık sık anlatılır;
Sıkıyönetim komutanlarından biri paşaya telefon açarak "Uçun kuşlar uçun İzmir'e doğru" şarkısından şikayetçi olur. Kendince de ilginç bir teori atar ortaya. Güya TRT bu şarkıyı yayınlamakla anarşistlere "Burada operasyon var, İzmir'e kaçın" mesajı veriyormuş.
Yine bir defasında Musa Öğün, TRT çalışanlarından Ersin Salman’ı çağırtır ve kayda alınan bir radyo oyununun metnini ister. Ersin metni uzatır. Bu metinde bir adamın sürekli olarak Cengel Kitabı'nı sevdiğini söylemesi dikkatini çekince paşa sorar;
- Ne demek cengel?
- Cengel İngilizcede jungle, yani balta girmemiş orman demektir efendim.
- Öyle mi? Sen cengelin (C) sini at bakayım, sonuna da bir (S) ekle. Yani burada 'ENGELS KİTABIMI BAŞUCUMDAN AYIRMAM' demek istiyor. Propaganda böyle endirekt de yapılır. Biz bunları yemeyiz delikanlı”..
Görüyorsunuz ya, nasıl da sinekten yağ çıkartan saçma sapan bir düşünce.
Bununla da kalsa iyi.
Kafa yapısından çok kılık kıyafete önem veren Musa paşa henüz sivil hayata uyum sağlamayamadığından, üstelik başında bulunduğu kurumu kışla, maiyetindekileri de asker zannettiğinden uzun saçlı ve bıyıklı sanatçılara uyuz oluyordu.
Hatta bir program öncesi ses sanatçısı Erkut Taçkın saçları kesilerek canlı yayına alınmıştı.
Zor şartlar altında müzik yaparak eserlerini hayranlarına ülkenin tek televizyonu TRT vasıtasıyla ulaştırmaya çalışan bir çok ses sanatçısı acımasız makasçı zihniyet yüzünden adeta robota dönüşmüş, “Elini sallama, sağa sola bakma, gülme, ciddi görün, eteğin kısa, saçın boya” gibi saçma tavırlar nedeniyle adeta canlarından bezdirilmişlerdi.
Hatta bazı sanatçılar “Bu ülkede değil şarkı söylemek, ıslık bile çalınmaz” diyerek müziği bırakmışlardı.
Anlayacağınız sıkıyönetim kuralları tüm acımasızlığı ile bu kurumda ağırlığını iyiden iyiye hissettiriyordu.
TRT sorumsuz ve keyfi hareketleri nedeniyle o günün modası uyarınca kısa saçlı ve bıyıksız sanatçı bulamayınca bu kez ithal sanatçılara yöneldi. Fakat her nedense denetim makası yabancı şarkıcılar karşısında suskunluğa bürünüyordu.
Bahsi geçen ithal sanatçılardan birisi de Lüksemburg'un sıradan çadır şarkıcılarından olan Anne Maria Davit idi.
Maria TRT'nin kıyağı sayesinde sahnelere de çıkarak bizim yerli sanatçılarımızdan daha çok para kazandı bu ülkede.
Düşünebiliyor musunuz, dönemin Cumhurbaşkanı bile bu kıytırık şarkıcıyı Çankaya Köşkü'nde ağırladı. Hatırlamıyorum ama belki onu resmi törenle dahi karşılamış olabilir.
Yani ezikliğin bu kadarına da pes doğrusu.
İlginçtir, makalemi bitirip yayımlanması için EFECE HABER'e göndereceğim esnada Show TV'de Saba Tümer'in canlı olarak yayınlanan programı dikkatimi çekti. Konuklarından birisi Türk Hafif Müziğinin güçlü seslerinden değerli arkadaşım sevgili Gökben'di. (Buradan kendisine selam ve sevgilerimi gönderiyorum.)
Program bitince Gökben'i telefonla aradım ve bu haftaki konumda TRT'nin geçmiş yıllardaki sansür olayını ele aldığımı, kendisinin de o yıllarda bu sorunla karşılaşıp karşılaşmadığını sordum.
Sağolsun konuya duyarsız kalmadı ve bununla ilgili Aziz Nesin hikayelerine konu olacak bidolu şey anlattı.
Bunlardan bazıları satır başlarıyla şöyleydi;
- Bir programda önü hafif açık olan elbisemi iğneyle kapattırmışlardı…
- Bir keresinde Füsun Önal şarkısına başlar başlamaz yayını kestiler. Neymiş efendim, kıyafeti biraz değişikmiş. Kadının tarzı oydu. Nedense bunu kabullenemediler. Füsun’da şarkıya başlarken hoşçakalın demek zorunda kaldı…
- O zamanlar bir polis radyosu vardı. Denetimden geçmeyen şarkılar sadece orada çalıyordu, doğal olarak ben ve arkadaşlarım müzik sever halkımıza oradan ulaşıyorduk...
- Yılbaşında oryantal çıksa olay olurdu. Orhan Gencebay’a izin vermezlerdi. Neden? Halk uyanmasın diye. Sürekli kendi tekellerindeydi her şey. Tam bir kontrol mekanizması. Halkı yönetme meselesi. İngilizcede buna "Power of the authority" derler. Tıp dünyası icin benzer bi metafor kurulabilir…
- Aranjörüm Osman İşmen ile birlikte 12 şarkı hazırlayıp TRT’ye göndermiştik. Şarkılarda hata bulup geri yolladılar ancak hatanın ne olduğunu söylemediler. Daha sonra bu hataları kılı kırk yararak aramamıza karşın bir türlü bulamadık. Belki yüzlerce kez dinledik fakat nafile. Şaşırdık. Heyecan panik yaşadık. O kadar emek harcamışız çünkü. Bunun üzerine hiç bir düzeltme yapmadan şansımızı denemek için tekrar gönderdik. İlginçtir, bu sefer denetimden geçti. Bence bu sansürü uygulayan kişi her kimse bilemiyorum o andaki ruhsal durumuna göre karar veriyordu. Sanki sırf sanatçıya eziyet olsun diye. Bulundukları koltuğu TRT'yi arkalarına alarak kullanıyorlardı. Tıpkı bugün devlet dairelerindeki bir çok çalışanın kendisini devlet sanması gibi…
Bu anlatılanlar ışığında günümüz sanatçılarının ne kadar şanslı olduklarına yatıp kalkıp dua etmeleri gerekir diye düşünüyorum.
Peki TRT acımasız sansür özelliğini halen sürdürüyor mu?
Elbetteki hayır.
Mantar gibi yerden bitercesine neredeyse her gün bir yenisi açılan kanallarla rekabetin kolay olmadığını anlayınca paşadan yadigar kalan dört yıldızlı denetim makaslarını bir daha kullanmamak üzere tozlu arşivlerine kaldırmak zorunda kaldılar.
Buna karşın iktidarların sesi olma özelliğinden ise bir türlü vazgeçemediler.
Sirakuza kralı Dionysos'un iktidarın kral olmanın çok rahat ve güzel olduğunu savunan Demokles'e ders vermek için yemeğe davet ettiği ve onu ince bir sicimle tavana bağlanmış ağır bir kılıcın altındaki koltuğa oturtarak iktidarın aslında ne kadar zor olduğunu gösteren hikayesini düşününce TRT yöneticileri bu noktada pek de haksız sayılmazlar.
Çünkü bu ülkede Demokles'in Kılıcı altında siyasetin zorluklarına ve zorunluluklarına boyun eğmiş kendileri gibi nice kurumlar var. |