Kartal yuvasındaki yumurtalardan biri şiddetli deprem sonrasında yuvarlana yuvarlana bir tavuk çiftliğine düşer. Kendi yumurtalarına pek benzemeyen bu irice yumurtaya bakan tavuk “Hadi bari bunun da üzerine oturayım” der.
Zamanı gelince diğer yumurtalarla beraber kartal yumurtası da çatlar. Çiftlikteki tavuklar, bu kendilerine pek de benzemeyen canlıya önceleri bir tuhaf bakarlar ama sonraları iyice alışırlar. Kartal yavrusunu benimseyen civcivler hep birlikte büyümeye başlarlar.
Gel zaman git zaman yavru kartal büyür ve etrafındaki civcivlerden biraz farklı olduğunu düşünür. Zira diğer civcivler gibi değildir. Gözü hep göklerdedir. Uzun uzun gökyüzünde süzülen kartalları izler.
Anne tavuğa onlar gibi uçmak istediğini söyledikçe “Hayır sen bir tavuksun uçamazsın” cevabını alır. Hatta diğer tavuklar onun bu isteğini duyunca yavru kartalla dalga geçmeye başlarlar. Zavallı kartal yavrusu, bir tavuk gibi başlayan yaşamını, bir tavuk çiftliğinde yine bir tavuk gibi tamamlar.
40’lı yaşları sürdüğüm bu yıllarda size kendi kuşağımdan söz etmek istediğim için bu hoş öyküyü anlattım. Bir taraftan da içimizdeki kartal yavrularının nasıl da bir tavuk gibi yaşadığını üzülerek hatırladım.
Etrafınız işlerinde mutsuz insanlarla dolu değil mi? Çünkü bir çoğunun üniversite tercih formunu ebeveynleri doldurmuştur. O günlerde herkes çocuğunun ya tıp ya da hukuk okumasını isterdi. Mühendis, olmadı bari öğretmen olsun sözleri bizim kuşağa yabancı değildir. Ama en kötüsü de güzel sanatların bir dalı ile uğraşacağım diyen genci ikna etmekti. Aileler çocuklarının güzel sanatlarla sadece hobi olarak ilgilenmesine izin verirlerdi. Yani bu işten ekmek yemek.. Aman Allah’ım ne korkunç bir durum. Ben ne diyeceğim Safiye hanıma, benim oğlan okumadı da sahnede keman çalıyor diye nasıl söylerim gibi serzenişler. Çünkü Safiye hanımın oğlu uzmanlığını nükleer tıpta yapmaktadır.
Oysaki kemancı arkadaşın sanatçısıyla icra ettiği düetteki aldığı keyif mesleğini ne kadar severek yaptığını sizce göstermiyor mu? Aynı kişinin orman mühendisi olarak yüzyıllık çınar ağaçlarını incelerken o keyfi alabilmesi mümkün mü? Bir süre önce “Hedefim kalmadı” diyerek intihar eden hukukçu yarbay acaba başka bir meslek dalında olsaydı, yani kendini daha iyi ifade edebileceği, yapmaktan mutluluk duyabileceği bir işi olsaydı, son belki de böyle olmazdı.
Yakın bir hukukçu dostumun intiharının da bu yanlış meslek seçiminde olduğunu düşünmüşümdür. Güzel sanatlara bariz bir şekildeki ilgisinin sadece hobi olarak ilgilenmesinin yetmeyeceği aşikar olan bu arkadaşım da ailesinin isteği doğrultusunda hukuk okumuş ve savcı olmuştu. Sonuçta yapmak istemediği bir meslek, bunun getirdiği hayal kırıklığı, mutsuzluk ve kaçınılmaz son.
Küçük kasabalarda iş daha da trajikomik. Hele hele kasabanın ileri gelenlerinden birinin çocuğuysanız iş ve okul belli. Okulu bitir, beyaz eşya satan dükkanın başına geç, en büyük hedefin de sattığın buzdolabının ve fırınların satış adetini ikiye katla. Bakın ne iyi baba, hedefi bile oğlu yorulmasın diye o belirliyor.
Bu yazımı umarım annem okumaz, çünkü kendileri benim ve kardeşlerimin meslek seçiminde birinci derecede etkili olan kişidir. (Hata yapmıştır sözünü kullanacak cesaretim yok)
O sıralar küçük kardeşim lisede sayısal okuyor. Matematik ve fizik en keyif aldığı ve başarılı olduğu dersler. Edebiyatta eh işte, idare ediyor.
Annem diyor ki “Edebiyat öğretmenleri çok güzel konuşuyor, çok da hanım hanımcıklar, kızım sen edebiyat öğretmeni ol.” Ama nasıl olur ya diyemeden ikinci tercihi olan edebiyat bölümünü kazanıyor.
Gazetede okuduğum bir istatistik sonucu dikkatimi çekmişti. Gençlerin en rağbet ettiği meslek öğretmenlikmiş.
Ben bu durumdan iki sonuç çıkardım:
Birincisi; Ders vermeyi seviyoruz. Ayrıca emir cümleleri kullanmaya da bayılıyoruz; “Direksiyonu böyle tutacaksın”, “Çorbaya kaynadıktan sonra bir tutam tuz atacaksın”, “Üçgenin iç açılarını toplayacaksın..”
İkincisi; Yaşayamadığımız gençliği onlarda görmek istiyoruz. Yani yeniden çocuk, yeniden genç olup kararlar vermek istiyoruz.
Kartal ve tavukla başladığım yazıyı Richard Bach’ın Martı’sıyla bitireyim;
Martı Jonathan diğer martılardan daha yükseklere uçmayı, sularda daha derinlere dalıp en leziz balıkları avlamayı hedeflemiştir kendine.
Bu hareketiyle hepimizin bir hedefinin olduğunu ve doğru hedeflere ilerlerken hiç düşmemeyi değil, her düştüğümüzde ayaklarımızı yere daha sağlam basarak kalkmayı hedef göstermiştir.
|