Baharı net yaşayamadan yaz aylarına giriverdik bodoslamasına. Güneşin yakıcılığı karşısında, gölgenin çekiciliğine dayanmak irade gerektiriyor…
Oysa yaşam devam ediyor; edecek…
Kent betonlarının arasında, ekmek kavgasında kılıç sallayıp, emeğiyle geçim sağlayanların döktükleri terin yarattığı sıkıntı bir yana; sırtında taşıdıkları yük, içinde besledikleri korkunun kasvetiyle, asılmış suratların koşuşturmalarına dikkat etmişsinizdir. Kör kuyuya atılmış taş sesini duymaya çalışırmış gibi bakan gözlerin altında, gülmekle ağlamak arasında bocalayan dudak gerginliğine takılmıştır aklınız mutlaka…
İşte “Yaşam Kavgasının Resmi”dir bu…
Çocukluğunu köy koşullarında yaşamış olanlar tanığıdırlar, eminim. Bu mevsimde taze sığır pisliğine “Mal Bulmuş Mağribi gibi” saldıran bokböceklerini de izlemişlerdir…
Olanca telaş, hışım ve azimle saldırıp, bir an önce sığırın bıraktığı “ganimet”ten(!) bir top yapmaya koyulurlar. Hatta aralarında, “cebelleşmek”ten çekinmedikleri zamanlar da az değildir hani…
Sonra “mesai”lerini tamamlayıp, “ganimet”i arka ayaklarıyla yuvarlaya yuvarlaya yola koyulurlar. “Yokuş bilmeden, engel tanımadan yola devam”dır “şiarları” yani…
Zaman olur, eğimli zeminde yerçekimine gücü yetmeyince, boktopuna yapışarak birlikte yuvarlanır; yerçekiminin denge noktasına ulaştığı yere kadar. Asla bırakmaz, bıkmaz, terk etmez onu; ondan vazgeçmez…
Yeri gelir engel çıkar, yokuş gelir önüne; asla pes etmez. Aynı azim ve kararlılıkla yuvarlar hedefine doğru “ganimet”ini…
Her geri yuvarlanışta, yeniden başlar “menzil”(!) yönünde yuvarlamaya…
Çocukluğumda düşündüğüm şey; bu “ganimet”in, bokböceği için neden bu kadar önemli olduğu yönündeydi. Aylarca, yıllarca kafa yorduğumu anımsıyorum…
Zamanla, okuyup öğrendikçe anladım ki; yaşamsal olanın bir kısmi iradi ise de büyük oranda içgüdüsel ve genetik olduğu gerçeğidir…
Eski Mısır’da “yaşamın ve ölümsüzlüğün simgesi” olan bu yaratıkların yaşamları, bu “boktan ganimet”e(!) bağlı. Hem beslenme bakımından “nimet”(!), hem de gelecek nesillerinin “teminat”ı birer “rahim” işlevini görmekte…
İşte bu kadar yaşamsal öneme sahip…
Bu sebeplerle yaşantım boyunca “İlk Öğretmenim Bokböceği’dir” demişimdir hep…
Bu gözlemimden çıkardığım sonuç da şu idi; “Zorluk ve sıkıntı, insanoğlunu yaratıcı ve üretken kılıyor. Bir insan için herhangi bir şey, ne kadar yaşamsal öneme sahipse, insanların azim ve kararlılığını da o derecede doğru orantıda etkiliyor” biçimindeydi…
Ta ki, son yıllara kadar…
İlk Öğretmenim Bokböceği de beni yanılttı çünkü…
Demem o ki; ülkemizde yaşananları gözlemledikçe, yaratıcı ve üretkenliğinin artacağını öngörüp, inandığım “yurdum insanı”, insanlıktan çıkıp bokböceğine mi dönüşüyor?.. Nedir?..
Kafam karıştı anlayacağınız…
Bana yardım eder misiniz?..
Efece Haber Gazetesi / 18 Haziran 2012 Pazartesi / Süleyman Duman
|